Şu andan itibaren Cumhuriyet yönetimi ve özellikle Can Dündar hakkında söylediklerimi tekrarlamak istemiyorum. Bu da en azından bu süreçte bu konuda kaleme aldığım son satırlar. Yazdığım iki yazıda bu konuyu fazlasıyla irdeledim. Mantıksızlıkları, çelişkileri, bahane üretim mekanizmalarını teşhir ettim. Nasıl Fethullahçıların sahte kanıt üretim merkezlerinde can kardeşlerimiz hakkında onca sahte delil, tutuklama bahanesi üretildiyse, bu yüzden Tuncay Özkan, Mustafa Balbay, Doğu Perinçek ve Soner Yalçın gibi sayısız aydınımız ve Genel Kurmay Başkanına kadar sayısız komutanımızı yıllarca zindana attılarsa, nasıl bundan 52 sene önce Kennedy cinayeti konusunda Warren Komisyonu üyeleri ve darbeciler, gerçekleri saklamak için akla karayı seçip delilleri yok etme başarılarıyla tarihe geçtilerse, “Can Dündar mantığı” da en az o kadar ödüllerini topladığı demokrasi kavramını doğduğuna pişman etmeyi başardı.

KURBAĞA ALIŞTIRILARAK PİŞİRİLİYOR...

Beni burada biraz daha yakından ilgilendiren, Cumhuriyet gemisinin içinde kalan değerli yazar ve gazeteci arkadaşlarımın yaşanan infazı ve geminin toptan değiştirilen rotasını anlayıp anlayamayacakları. Nedeni ortada: Cumhuriyet’ten çıkan ve giren isimlere bakan herkes, bir ideolojik operasyon yapıldığını görebilir. Fakat bu operasyon, “yavaş yavaş pişirilen kurbağa” örneği gibi sinsice ve bir sürece yayılarak yapılıyor. Nazilerin Kristal gece katliamı gibi bir toplu yok etme değil bu. Kendini kurnaz sanan sinsi bir sürekli öğütme. Kimi yazar vefat ediyor, yerine farklı ideolojiden biri getiriliyor. Kimisi “yönetim seçimiyle” değişiyor, kimisi istifaya zorlanıyor, kimisi ne olduğunu anlamadan kendini denize atılmış buluyor. “Arada bir” yazan diğer bazı Atatürkçü yazarlara ise, gazetenin kepengi indiriliyor, “başka kapıya” denmiş oluyor. Benim infazımda ise Can Dündar bilinçaltı dürtülerine mağlup oldu ve gazeteye uyguladığı ideolojik metamorfozu açığa çıkaran abartılı bir hamleyi sudan bir bahaneyle yapıverdi. Kör Salih bile bunu gördü. Bu usulca yapılan ameliyat şimdi birden ayyuka çıktı, insanların gözüne battı. PKK veya F tipi hakkında yapılan ve yapılmayan yorumlar veya satır aralarında değişen niyetlerin aranması birden geride kaldı, takke düştü, kel göründü. İtiraf edeyim, Can, itirazlarımı dile getirdiğim konuşmalarımızda beni bile tereddüde düşürüp“acaba?” dedirtmişti. Gazetenin aldığı yeni çarpıcı farklı liberal kadroyu sorguladığımda, bana yelpazeyi genişletmek ve solun her rengini temsil etmekten söz etti. “Bekleyelim, görelim” dedim. Sonuçta yapılan sansür ve “Atatürkçü CHP” arayışlarına vurulan doğrudan darbeyi herkes gördü ve gündeme taşıdı. Nasıl Parti’de, Kürt sorununa bakış, fiili ve yarı resmi olarak değiştirildiyse,  “Ermeni soykırımı” tanımlamasına sıcak bakanlar veya doğrudan bunun propagandasını yapanlar listelerde öne çıkarıldıysa, nasıl Parti’nin sözcülüğüne İslami partilerden gelen Bekaroğlu çıkarılabildiyse, nasıl “düşmanımın düşmanı dostumdur” mantığıyla olsa da, dün demokrasi ve Cumhuriyet’in bir numaralı düşmanı olan “F tipi” şaşırtıcı köprüler oluşturulabildiyse, Cumhuriyet de bu gidişata paralel koşarken Y-CHP’yi ve Y-Cumhuriyet’i benim gibi kökten Atatürkçülerin “şerrinden” korumak istedi! Yani Dündar,  “bir taşla iki kuş” vurmuş oldu!

SEVGİLİ KÖŞEDAŞLARIM VE RAHİP NİEMÖLLER

Yine en az şu “ılık suda yavaş yavaş pişen kurbağa” hikayesi kadar ünlü bir diğeri var: Alman rahip Niemöller’in: “Önce komünistleri almaya geldiler, bir şey demedim, komünist değildim, sonra Yahudileri almaya geldiler, bir şey demedim, Yahudi değildim..” diye başlayıp devam eden o muhteşem ders metni... Peki soru şu: Orhan Bursalı, Ataol Behramoğlu, Zeynep Oral, Ali Sirmen, Işık Kansu (ki yakın zamanda kendisi de direkten dönmüştü!), Mine Kırıkkanat, Şükran Soner, Erol Manisalı gibi gazete içi dostlarım, bu infazı görmezden mi gelecekler? “Nasıl olsa biz gemide duruyoruz, birinin daha suya atıldığını duymadık” mı diyecekler? Göreceğiz. Çünkü bazı kritik viraj olayları vardır ki, artık farklı izahat arama reflekslerini birden öldürür... Bu sevgili yazar arkadaşlar olan biteni görüp tepki verebilecekler mi, yoksa ezbere bilip defalarca kullandıkları bu örneği, sevgili gazetemizin iç eylemleri hakkında da gündeme getirebilecekler mi? Geçmiş tecrübelerine ve isimlerinin ağırlığına baktığımda sorunun yanıtı, onların doğruları görecekleri yönünde. Bugün bunun Cumhuriyet’te yaşandığını görmezden gelip “canım bana ne, ben CHP üyesi miyim sanki” derlerse, herhalde bir daha ömür boyu o rahibin adını ağızlarına alamayacaklarını eminim biliyorlar... Ben onlardan “Bedri Baykam’ı savunmalarını” istemiyorum. Savunduğumuz ortak demokratik siyasi değerleri ve gelecekte kendi mevzilerini gazete içinde savunmalarını istiyorum. Umarım kendimi ifade edebildim. Bu ikazı yapmak, benim bu süreçte Cumhuriyet’e yönelik dile getirdiğim sorumluluklarımın sonuncusuydu. Cumhuriyet, daha önce de benzer işgaller yaşadı. 1991 yılında İlhan Selçuk’lar, Uğur Mumcu’lar gazeteden ayrıldılar, liberal kabus geçtikten sonra da 1992’de evlerine döndüler. Bilmem başka söze gerek var mı?

Yazı Tarihi: 24.11.2015
Paylaş
Benzer Yazılar
Videolar
Alt
Bedri Baykam "Gerçekleştirdiğim en önemli yapıtlardan biri" olarak tanımladığı "Burası Benim Hamamım"ı anlatıyor.