"Bedri 16 ya da 18 yaşında olsaydı ona "dahi" derdim. Ama bana altı yaşında olduğu söylendi. Ne diyebilirim ? Bu işler inanılmaz bir yeteneği sergiliyor."
Charles Palfi, Director, School of Art, Cenevre/İsviçre. 1963.
"Günün kahramanının adı, Bedri Baykam. Resimlerine baktığımızda başlıca izlenimimiz, şaşırma oluyor. Çok yönlü bir şaşırma bu. Bedri'nin çocuk ruhu, bir Davy Crockett'in, bir Mareşal Rommel'in, bir Atatürk'ün ruhu muydu acaba? Yoksa gönül gözüyle görenlerden birinin ruhu mu? Mozart'ı getirin aklınıza, Chopin'i, Roberto Benzi'yi, daha birçoklarını…"
Marcel Perret. L'Express Dimanche, İsviçre. 1963.
"Bedri'nin eserlerini tanımlamak olanaksız; bunlar öyle bağımsız ve orijinal ki, sanatın bildiğimiz çerçevesini aşıyor, dışına taşıyorlar. Bir ilham kaynağı aramak ya da Matisse, Picasso veya Duffy ile bir benzerlik bulmaya çalışmak boşuna bir çaba olur. Çizdiği her şey tepeden tırnağa 'Bedri Baykam' kokuyor.
Selmi Andak, Sanat eleştirmeni, Cumhuriyet, Istanbul, 1963.
"14 yaşından aşağı ressam olunamaz iddialarına karşı Rafael'in 6 yaşında resme başladığını ispat etmiş bir kimse olarak, Bedri'nin beni teyid etmiş olmasından ayrıca memnuniyet duymaktayım".
Dr. Wilhelm Stein. Professor, History of Art. Bern, İsviçre. 1963.
"Bu çocuğun yapıtları dehşet verici! Çizinin zarifliği, kağıdın aklığı üzerinde özenli arabeskler halinde akıp giden çizginin duraksama bilmeyen kesinliği, pek güzel betimlenmiş, çeşitlendirilmiş kişilerden, hayvanlardan, nesnelerden meydana gelen koca bir dünyaya can veriyor. Bu çocuk olağanüstü bir yetenekte doğmuş.Şimdi yedi yaşında; harika çocukların tehlikeli çağında. Ama Bedri, bu güçlüğün üstesinden gelebileceğe benzer!"
Raymond Legueult. Professor, Ecole Normale. Supérieure des Beaux Arts. Paris, Fransa. 1964.
"Yedi yaşındaki Bedri Baykam, gelişim evresinin üslubu içinde olağanüstü şeyler başarmakla kalmıyor; aynı zamanda yetişkin bir sanatçının biçimleme gücü ile biçim duygusunu taşıyarak, kendisine verilmiş işi en kısa zamanda, üstelik oyun oynarmış gibi yapan, seyrek rastlanır bir çocuk. Şaşırtıcı olan, Bedri'nin bunun yanı sıra, güç bir konunun (örneğin bir at arabasının önden görünüşü) gerçekçi gerekliklerini, resmin biçim niteliklerini azıcık olsun bozmadan, kavrayabilmesidir."
Prof. Dr. Ludwig Hofmann. Pedagogical Institute, Viyana, Avustralya. 1964.
"Aynı yetenekle hem sağ, hem sol elini kullanarak, figüratiften non figüratif'e rahatlıkla geçerek, fırça, kalem ya da füzel kullanarak gözlerimizin önünde, Matisse veya Miro'yu canlandırabiliyor."
Le Figaro. Paris. 1964.
"Bu olayı tam olarak kıymetlendirebilmek için Rimbaud, Pascal veya Menuhin'in olayını veya fevkalade bir vaka sayılan Mozart'ın hadisesini gözönünde bulundurmak çok faydalı ve muvafık olur… Bedri hadisesinde ortada bir resim var ve hem de büyük kalitede birresim sanatı var… Bedri Baykam bir ressamdır, hem de çizgileri ve renkleri ve kendine has karakteriyle bir ressamdır. Bedri'nin eserlerinde bilinmeyen bir ders, seziş ile öğrenme, bir Dufy'nin, bir Kandinsky'nin, bir Chagall'ın henüz intikal etmemiş, bilinmeyen bir seziş ile öğrenme hususu mevcuttur.
Bedri'nin eserlerinde hüner yerine bütün bilgilerin orjine olan seziş, disiplin yerine sadelik, estetik unsurların sıkı ve sert emri yerine kabiliyetin içten gelen gelişmesi mevcut bulunmaktadır"
José Alcaraz. Musical-Mexico. 1966.
"Bu çocuk, Raffaelo gibi değil, Paul Steinberg'le Paul Klee gibi resim yapıyor."
Andrew Hudson, Washington Post.
"Bedri Baykam, içinde taşıdığı muhakkak olan yeteneğin bu ilk yemişlerini bize göstermek için Türkiye'den kalkıp gelen 9 yaşında bir çocuktur. Küçük Bedri'de, bir yandan, bir yüzün çizgilerini çizerken belli olan işlenmiş, hatta dokunaklı bir alay var, bir yandan da (ansızın canlanan bu imgelerin temel yapısında fazladan bir tek çizgi kullanmadan) danseden, güreşen, kaçan figürleri çizişinde, kağıdın ak yüzeyinde silahlı atlıların birden belirişinde ortaya çıkan yeğin bir devinim duyusu var"
Professor Arturo Bovi. Roma, Italya. 1966.
"… Böylece Türk "Harika Çocuğu" Bedri Baykam'ın eserlerini teşhir ettiği Hörhammer Galerisine büyük ümitlerle gitmedim. Bu bakımdan (10 yaşındaki) Bedri'nin gerçekten "Harika Çocuk" sıfatını hak etmesi karşısındaki hayretim büyük oldu. Teşhir edilen 40 eser, içten gelen çocuksu havasını basit bir manierizm haline sokmadan hayret edilecek bir biçim kesinliği gösteriyor. Motif tipik: Kızılderililer, kovboylar, savaşlar, kavgalar, şehir manzaraları, atlar vs, fakat birçok çocuk resimlerinden farklı olarak bunların asıl değerleri, psikolojik düzeyden çok artistik düzeydedir. Bütün bir kağıdı kullanışı, büyük satıhlar üzerine küçük şekilleri düzenleyişi, maddeyi, içtenliğe engel olmayacak şekilde kontrol etme olanağını veren uzun bir gelişme sürecinden önce pek az sayıda yetişmiş artistin elde edebildiği bir saydamlığa sahiptir. Baykam'ın imzasının çeşitli eserlerindeki gelişmesinden de çok şey öğrenilebilir. Her imza bir öndekinden farklı, bu imzayı atandan ziyade resmin kendisiyle ilgili. Kaç tane yetişmiş sanatçı bunu yapar?
Hufvudstadsblated. Helsinki, Finland. 1967.
1964'te Reymond Legueult Bedri Baykam hakkında şunları yazıyordu. "Bu çocuğun eserleri hayret vericidir. Çizdiği resimler çok olgun bir nitelikte olup bizi hayli şaşırtıyor. Kesin ve kararlı olan çizgilerinin zarafeti beyaz kağıdın üzerinden akarken ince işlenmiş arabesklerle bütün bir insan, hayvan ve eşya alemine hayat verip onları harikulade ve çeşit bir şekilde tarif ediyor. Bedri Baykam 1964'te yedi yaşındaydı. Bugün on beş yaşında bir delikanlı, fakat o olağanüstü yeteneği hala mevcut… Bugün buna ayrıca öyle bir hüner, bir ifade özgürlüğü, büyük bir stil sadeliği ve bir duygu tazeliğ katılmış ki kendisine bütün konularda -özellikle manzara resimlerinde- olağanüstü bir şiirsellik belirmektedir. Birkaç çizgi, iki-üç benek, dumanlı gölgeler ve birkaç gri fırça vuruşu, pusun arasından görünen bir tepeyi, bir boğaz köprüsünü, sularla gök arasında asılı bir kıyıyı resmetmeye yetiyor… Ve Bedri Baykam bütün bunlara kısa bir sürede ve bir sanatçının ancak senelerce süren çabasından sonra eriştiği bir aşamaya varıyor.
Frank Elgar. Carrefour-Paris
"Şayet bir sanatçı ilgi çekebiliyorsa, otomatik olarak avant-garde demektir. Fakat avant-garde sanat yapmamaktadır. Sanat yapmaktadır, o kadar. Ömür boyu araştırma yapılabilir mi? Picasso'nun kendisi, kendi buluşlarını yaymaya zamanının önemli bir bölümünü ayırdı. Özü kübist söylem olan çok belirgin bir arkétip'ten yola çıkarak, Picasso çok iyi paketlenmiş bir yayım yaptı. Daha alt bir seviyede bu "vulgarizasyonu" yapanlar da var. Ama, aynen Picasso'nun dediği gibi, "İnsanların hayatında bir başyapıt yapmaları çok harikadır, iki tane yapması sıradışıdır. Üç tane yapmaları, çok ender rastlanılan seçilmiş insanlara mahsusdur. Bedri Baykam yola birkaç kum tanesi serpiyor ki, yüzyıl boyuna yayılan bu resim serüveninin peşinde şehirden şehire, ülkeden ülkeye giderken katettiği yolu, herkes takip edebilsin.
Otto Hahn, 26/02/90
"1987'den beri, Bedri Baykam'ın işleri, değerli eşyaların biriktirildiği bir depo sanki. Bunlar stillerinin ve akımlarının örnekleri olarak resmin anlaşılırlık sınırlarını zorluyor, aşıyor. Baykam 1987'de eserlerine şu ünlü özdeyişini iliştirmeye başladı: 'Bu Daha Önce Yapıldı'. Önce beyaz, boş bir tuvale kalın harflerle yazdığı, pek çok enstalasyonda, değişik resimlerin bir köşesinde, sonunda da damlatma ve öteki işlerinde sürekli yinelenen bir unsur olarak kullandığı bu cümle tek bir anlam içermiyor. Genel olarak sanat üretimindeki bir bunalım anına, kendini tarihin sonu gelmiş gibi hissetmeye işaret ediyor. Bazen de Baykam'ın sanat tarihi'ndeki yerini teyit ediyor. Bir yandan da, her imgede var olan ve eleştirmenin rolünü, gerekliliğini sorgulayan orijinallik, özgünlük olgusuna dikkat çekiyor. Böylece eleştirmen, son yirmi-otuz yılda yapılan bütün işleri vurmak için kullandığı en kutsal, en güvenilir silahından yoksun bırakılmakta. Bu kavramsal graffitideki şakacılık ve alaycılık karanlık bir bunalıma aydınlık bir son getirdi. İlk Neo-Ekspresyonistlerden (Yeni-Dışavurumcu) biri olarak, bunu bu iki sözcükle tanımlamakta zorlandı. ABD ve Avrupa'nın istediği tek şey, açıkça görülen, bas bas bağıran bir 'yerel ve yöresel tat' iken, bu Türk nasıl olur da bir neo-ekspresyonist olurdu?"
Vasıf Kortun, E.M Donahue Gallery New York katalog yazısından, 1992
"Bedri Baykam'ın çalışmalarının çoğu, zorunlu ve bilinçli olarak sanat çevresinin yakın geçmişini ve bugününü yansıtmasına rağmen özünde sanatçının kendi yaşamından kaynaklanmaktadır. Fırçasında soyut dışavurumculuğun darbe ve akıtmaları vardır. İmgelerinde ise gerçeküstücülük ve gündelik halk kültürüne borçlu olduğu yönler görülür. Resimleri ve çalışma biçimi gösteri ve eylem sanatından esinlenmektedir. Çalışmalarında sinema görüntüsünün akışkan hareketinin güçlü bir etkisi vardır. (Baykam bir film yapımcısı olarak da çalışmıştır). Yapıtlarının politika ve özellikle sanat politikası ile açık ilişkisi olduğu bellidir. Kendisi çok okumuş, her şeye dikkatle bakmış ve bizzat eleştiriler de yazmış olan bir sanatçıdır. Hem kendi geleneksel sanatını, hem de batı dünyasının sanatını özümlemiş ve bunları kendi deneyimi ile kaynaştırarak renkli, çok duyarlı ve canlı bir özgün sanat yaratmıştır. Baykam graffitiyi biçimsel görüntüsünden çok iletişim amacı ile kullanmaktadır. Sanatçı Türkiye'de karşıt politik uçların kent duvarlarına yazdıkları sloganları görerek büyüdü. Bu duvar yazıları politik birer araç niteliğinde olup, büyük ağırlık taşımaktaydı. İnsanlar birbirlerini bu sloganlar ve gösteri pankartları yüzünden öldürüyorlardı. Daha sonraki yıllarda dikkatleri üzerine çekmek için Baykam da Soho'daki West Broadway kaldırım ve duvarlarına "Bedri'yi deneyin" veya "Türkle tanışın" gibi mesajlar yazdı. Bugün de İngilizce, Türkçe veya Fransızca karalamalar çoğu kez resimlerinin ayrılmaz birer parçasını oluşturmaktadır. Soyut dışavurumcular için de resmin oluşum süreci çok önem taşımaktaydı. Ancak herhangi bir soyutluk öğretisi veya saflık ve özerklik ilkesi ile kısıtlanmamış yeni kuşak sanatçılar arasında olan Baykam'ın yapıtlarında yaşam ve sanatın her yönünden derlenmiş öğeler, acil ve tutkulu bir biçimde ve toplumsal değerleri hafife alarak bir araya getirilmiştir. Sanatçının çocukluk resimlerini tanımlayan dinamik hareket duygusu, şimdi insan serüvenindeki dramları betimleyen ve birçok öğenin kaynaşması sonucu ortaya çıkan olgun resimlere dönüşmüş bulunmaktadır."
(Peter Selz. İnsan Serüveninden Dramlar Kataloğundan, 1986)
"Çağdaş Türk sanat sahnesinin önde gelen, en tanınmış figürlerinden biri olan Baykam, 1980'lerde, uluslararası bir sanatçının tavrını ve birikimini Türkiye'deki sanat ortamına taşırken, bir yandan da Batıda son derece aktif bir biçimde çalışmaktaydı. Aynı zamanda oldukça tartışmalı, ateşli makalelerin yazarı olan Baykam, kendisini üçüncü dünya sanatının 'Guevara'sı olarak görmekte. Pek çok dergide yayınlanan yazılarında, çağdaş sanat dünyasını çok iyi tanımakla kalmayıp, sanat tarihini ve sanat pazarını oluşturan şeyin "kapalı kapılar ardında" olup bittiğini de çok iyi bildiğini açık seçik bir biçimde dile getirmekte."
Beral Madra, E.M.Donahue, New York kataloğu, 1988
"Baykam'ın Livart (Yaşayan Sanat) çalışmalarının kökleri, politik sanatında yatıyor. 80'lerin başından beri yaptığı resimlerde hep güncel siyasete göndermeler ve dokundurmalar var. 1987'den sonra sergilediği bazı işleri (Kubilay'ın Odası, Demokrasi Kutusu, Sansürü Protesto, 27 Mayıs 1960, Türk Bağımsızlık Savaşı, gibi) neredeyse bütünüyle sanatla siyaset arasındaki ilişkiye odaklanmış durumda ve çok önemli dönüm noktalarını betimlemekte. Baykam ayrıca zengin soyutlar ve figüratif dışavurumcu tual dizileri de yaratıyor. Bu geniş tualler, parlak renkler, dinamik figürler ve tüketim, saçmalık, erotizm ve geleneklere ilişkin gözü pek bildiriler insanları sarsıyor."
Beral Madra, Livart kataloğu, 1994
"Baykam Türkiye'de salt resmiyle yaşayabilen ilk özgür sanatçı olduğunu kanıtlamanın yanısıra, laik devletin ilkelerini korumak için de savaşıyor. Baykam 1980 askeri darbesinin gölgesinden hala kurtulamamış olan kültür ortamında ani ve sarsıcı bir etki yaratmıştır. Çoğu sanatçı toplumsal ve politik konulara yaklaşmaktan çekinirken, Baykam tehlikeyi göze alıp öne atılmakta ve Özal yönetiminde, İslami kökten-dinciliğe sayısız ayrıcalık tanıyan, kişisel ve politik özgürlükleri ancak diktatörlüklere yaraşan bir tavırla kısıtlayan, askeri bir devletin sınırlarına meydan okumakta. Baykam'ın şu anda Paris'te sergilenen resimlerine eklediği videolar ve fotoğraflar, Livart'ın gümbür gümbür bir karnaval olduğunu açıkça gösteriyor. Attan düşmüş, kırmızı ceketli, binici pantolonlu bir avcı çevrede dolaşıyor. Yarı çıplak bir model, yapay bir kumsalda oturmuş "keşfedilmeyi" bekliyor. Bir oyuncak tren korkutucu, kaba saba bir resimdeki dişinin deliklerinin içinden geçip duruyor. Bir kafeste bir papağanla oradan oraya seğirten canlı bir horoz var, az ileride daktilosunun başında oturan paragöz ve haris bir sanat tarihçisi telefonda birileriyle sıkı bir pazarlığa girişiyor, sonra da avludaki kazanda galerilere, sanatçılara ün kazandıran, onları yücelten metinleri karıştırıyor. Baykam'ın kendi tualleri giriş kapısında büyük indirimlerle satışa sunulmuş, ama bunların otomatik langırt makinelerinin, paralı pikapların, televizyon ve günlük yaşamdan alınma başka eğlence araçlarının önüne geçmesine izin verilmiyor. Türk pop müziğinin eşlik ettiği Livart, sirk, arabesk şarkılar ve kukla tiyatrosu gibi Türk geleneklerini betimleyen bir resim olduğu kadar, sanat galerisinin düzenini altüst eden, bol rakılı bir cümbüş gibi. İşte basını, televizyonu ve kendi çabasıyla, özenle yarattığı ününü kullanarak "kitleleri çekecek" bir sanat yapmak için yola çıktığında, Baykam'ın kafasındaki de tıpatıp buydu. Bazıları onun şöhretini rezaletlerden çekinmeksizin, bile-isteye oluşturmasını eleştirdiler. Modanın en şatafatlı, albenili giysileriyle boy göstermesini, ama ışığını, yeteneğini gizlemek gibi bir niyeti kesinlikle olmayan Baykam, kendini Türkiye'nin Andy Warhol'u olarak gözler önüne sermekten mutlu. "Üne ihtiyacım var" derken, kişisel nedenlerden çok politik nedenleri kastediyor. Livart sergisi de işte aynı politik misyondan kaynaklanıyor. Baykam, ulaşmak istediği insanların ilgisini, batı sanat pazarının hala inatla önemsediği o "geometrik felaketlerin beşinci kuşağıyla" çekemeyeceğini çok iyi biliyor. Galerinin neşeyle, cinsellikle ve laik demokrasinin keyifleriyle dolup taşarken, "gardiyansız" bir yer olmasını istiyor. Onun düşlediği galeri, en az Disneyland kadar parlak, gürültülü patırtılı, çağlayanlarla, sansürsüz zevklerle dolu bir yer. Livart'ı gezen batılılar, bedava rakılarını yudumlarken, Türk Bedri'nin peçelerinden arınmış erotizminin amacının, doğuya ilgi duyan batılının (oryantalistin) gözünde pornografik bir ışıltı yaratmak olmadığını fark edip, epeyce rahatsız oluyorlar. Baykam kadınları "keşfetmeye", ünlü oyuncuları pornografik pozlarda betimlemeye, onları Gerome'dan ödünç aldığı boğa yılanlarına sarmaya, çıplak göğüslü modelleri tualin aracığılı olmadan resmetmeye bayılıyor. Bir ara açtığı bir gece kulübünde, zeytinyağına buladığı iki kadın güreşçiyi şaşkın fotoğrafçıların karşısında güreştirmişti. Pornografi ile politik özgürlük arasındaki bu yakınlaşma biraz rahatsız edici değil mi? Kabulleneceği tek suç "kadınlara hayranlık duymak" olan Baykam'ın bu konuda ne düşündüğü açık: Demokrasi cinselliği asla sansürlememeli, ama hiç kimsenin, katılmak ya da izlemek istemediği herhangi birşeye zorlanmasını da sağlamalı, buysa köktendinciliğin henüz tanımaya hazır olmadığı bir hak. Duchamp ve öteki erken-avangardlar, yüzleşmeye ve günaha dayalı bir sanatın, farklı kültürlerin bir arada varolabileceği ölçütleri saptamaya gerçekten uygun olup olmadığını sorgulamak zorunda kalmadılar. Onların batıdaki dördüncü kuşak ardıllarının (baş aşağı çevrilmiş piyanoları ve donmuş kandan oluşan kafalarıyla) mazeretleri çok daha az. Baykam'ın tam karşımızda duran, sıkıştıran bu konuya ilişkin görüşleri, "Bütün bir batı kültür kurumuna" kar;şı tek başına yürüttüğü savaşımını anlatan "Maymunların Resim Yapma Hakkı" adlı kitabı yayınlandığı zaman çok daha durulaşacak."
Patrick Wright, The Guardian, 12 Kasım 1994, Cumartesi
"Sanat dünyasının ne kadar değiştiğinin kafama dank etmesi için gripli bir halde Istanbul'a gitmem ve Noel'den hemen önce geri dönmem gerekiyormuş. Gitmemin nedeni, Taksim'deki Atatürk Kültür Merkezi'nde düzenlenen ve Bedri Baykam'ın çalışmalarını bir araya getiren, dev boyutlu bir retrospektif sergiydi. Şimdi kırklı yaşlarında olan Baykam belki de en tanınmış çağdaş Türk sanatçısı. Türkiye'nin yanısıra Fransa ve Amerika'da da pek çok sergi açtı. Amerika'da yaşadığı yıllarda Amerikan müzelerinin, özellikle San Francisco Modern Sanat Müzesi'nin tutumunu, Üçüncü Dünya sanatçılarını (adeta ne yaptıklarının bilincine bile varmaksızın) dışlayışını şiddetle protesto etti. Protestolarını Avrupa'da da sürdürdü, Paris'te düzenlenen 'Yeryüzünün Sihirbazları' sergisini sert bir dille eleştirdi. Maymunların Resim Yapma Hakkı adlı kitabında da söz ettiği gibi bu sergi, bütün Üçüncü Dünya sanatçılarını ya saf yerliler ya da Batılı örnekleri kopya eden yoz taklitçiler olarak görmekte ısrar etmekteydi. Baykam modern sanatın en usta yorumcularından biri olmasına karşın, bazen tepeden tırnağa Türk olan konu/nesnelerle içli dışlı olmaktan kaçınmıyor. Dahası, resimlerinin çoğu geçmişle değil, Doğu ile Batı arasına sıkışmış olan ülkesinin çalkantılı bugünüyle ilintili. Baykam politikayla öyle yakından ilgili ki, bir gazetede düzenli olarak yazdığı köşesini sanata değil siyasal ve toplumsal konulara ayrılmış. Bu nedenle, AKM'deki sergisinin açılışı aynı zamanda da siyasal bir olaydı -sırf sanatçıları değil, Kemal Atatürk'ün kurduğu laik demokratik devleti gittikçe artan şeriatçı kökten-dincilere karşı sonuna kadar savunmaya kararlı olan insanları da çekti. Ne bir Amerikalı ne de bir İngiliz sanatçı, ulusal kültürde böylesine merkezi bir yer almıştır."
Edward-Lucie Smith, Art Review, Londra, Şubat 2000, sayfa 30
"Bedri Baykam Türkiye'nin en ünlü çağdaş ressamı. Gösterişli sergilerinde müziğe, videoya bazen de gösteri sanatlarına yer vererek sanatı, sanatla ilgilenen genç yaşlı herkese dinamik bir biçimde açıklıyor. Renkli, göz alıcı kişiliği Baykam'ın neredeyse bir spor yıldızı gibi her yaştan pek çok hayranı olmasını sağlıyor. Baykam'ın 1980'lerin sonunda Türkiye'ye döndükten sonra yaptığı ve 1990'larda, politik baskılara, işkencelere ve önemli aydınların öldürülmelerine duyduğu öfkeyi yansıtan resimleri daha iyi. Bir yandan da kökten-dinciliğe karşı bir kampanya yürütüyor ve Kemalizm'in avukatlığını yapıyor. Bu çalışmalar hem resim hem de bildiri olarak son derece açıksözlü ve dobra; şok edici gazete manşetlerinin "kalın punto" foto-transferleri ya da tanınmış siyasetçilerin parlak renkli uzun kesikli jestlerle vurgulanmış portreleri kullanılmış. "Che'nin Nazım Hikmet'i, Nazım Hikmet'in Kübası" adlı çalışmada, Che Guevera'nın saygı duyduğu ünlü şair Nazım Hikmet'in bütün bir şiiri yer alıyor. Baykam'ın stili açıkça Andy Warhol'un portrelerinden, özellikle ünlü Mao portresinden yola çıkıyor ama bunlar kesinlikle ölü, anlamsız yüzler değil. 1987'da Türkiye dönmesi sanatı için hiç kuşkusuz çok iyi olmuş."
Susan Platt, Art Papers Magazine, Atlanta, Mayıs/Haziran 2000, sayfa 54
"1984'te San Francisco'da sergi ve konferanslardan oluşan "İnsanlık Durumu" başlıklı bir etkinlik düzenlendi. Birkaç yıl önce Türkiye'den ayrılan ve okumak için California'ya gelen, yirmi yedi yaşında bir ressam manifesto-metinlerinden birini dağıtmak için bu etkinliği seçmişti. Etkinliğe şiddetle karşıydı, çünkü insanlığın durumuna baktığını öne süren bu etkinlik, Batılı-olmayan sanatı, bu olguyu bütünüyle yok saymaktaydı. Günümüzün en zeki, sivri ve canlı ressamlarından biri olan Bedri Baykam, aynı karşı çıkışı 1989'da, "Yeryüzünün Sihirbazları" sergisinin açıldığı Pompidou Sanat Merkezi'nin önünde de yineledi. Bunu yapmasının nedeni, serginin farklı kültürlerden sanatçıları bir araya getirmesine karşın, yine o bildik estetik-sosyolojik alanla sınırlı kalmasıydı : "Tahlil ettiğimiz, tanıdığımız, bildiğimiz, çoktan incelediğimiz stilleri ....." Bedri Baykam bir kent gerillasına, bir savaşçıya yaraşan bir ateşle bir kez daha bildirilerini dağıtmaya başlamıştı. Bu bildirilerde dünyanın dikkatini, zengin Batı'nın çevresindeki her şeyi yalayıp yutan, obur, açgözlü ve ben-merkezci tavrına çekiyor, dolayısıyla "Yeryüzünün Sihirbazları" sergisinin iyi niyetlerle başlamasına karşın ne yazık ki sonuçta yozlaştığını ve bir tür çağdaş kültür emperyalizmine dönüştüğünü vurguluyordu. Batılı-olmayan sanatçılara kısaca şöyle denmekteydi : "Sihirli bir ilaç bulup yılan ısırıklarını tedavi etmeye çalışın ama AİDS konusunda araştırma filan yapmaya kalkışmayın zira bu bizim alanımız." (Belki de Baykam, birkaç ay sonra Sicilya'da düzenlenecek olan ve Latin Amerika, Afrika, Ortadoğu, Hindistan, Güneydoğu Asya ve Okyanusya'dan 200 sanatçıyı bir araya getiren "Dünyanın Güneyi" sergisinden haberli olsaydı, bildirilerini dağıtmazdı. Bu etkinlikte, devasa, can alıcı önem taşıyan, kültürel-toplumsal- coğrafi bir durumu vurgulamak, gözler önüne sermek amacındaydım; sömürgecilik ruhunu da 'büyü törenlerini' de kat kat aştığına inandığım bu durum, "belli başlı noktaların yeniden gözden geçirilmesi, düşünülmesi" yoluyla Batı dünyasını bir biçimde yeniden yapılanmasını sağlayabilirdi".) Baykam'ı düşününce aklımıza hemen Pakistan kökenli İngiliz sanatçı Rasheed Araeen geliyor. Her ikisi de ressam, yazar ve "partizan" (Taraf) olan bu iki sanatçının bir başka ortak noktası da, Batılı-olmayan ya da Üçüncü Dünya sanatını savunmak (Araeen bu işi "Üçüncü Metin"(Third Text) adlı dergide yapıyor). Bedri Baykam 1994'te yayınlanan 'Maymunların Resim Yapma Hakkı' kitabında, kendi etkinliklerine tanıklık etmenin yanısıra, estetik-sosyolojik düşüncelerini de dile getiriyor. Baykam'a göre yaşam sürüp giden bir meydan muharebesi. Paris (1975-80) ve ABD'de geçirdiği yılların (1980-87) ardından Türkiye'ye döner dönmez kendini sosyo-politik bir davaya adıyor ve Merkez-Solu birleştirecek bir koalisyon mücadelesinin ön saflarında yer alıyor. Bedri Baykam sanat yaşamına çok erken başladı; ilk kişisel sergilerini açtığında henüz altı yaşındaydı. Onun bu politika ve sanat tutkusunda, adeta sihirli bir adın, babası Dr. Suphi Baykam'ın etkisini görüyoruz; Bedri, büyük bir sevgi ve hayranlık beslediği bu saygın siyasetçinin anısını şimdi Suphi adını verdiği oğlunda yaşatıyor. İşin doğrusu, Türkiye'deki ideoloji savaşları büyük bir şiddetle sürmekte. Tam anlamıyla yerine oturamayan, dengeye kavuşamayan demokratik yapı, Doğu ile Batı arasındaki ilişkilerin güçlüğü - bütün bunlar uluslararası politikaları etkilediği gibi dinsel sorunları ve yüksek enflasyonu da körüklemekte. Ancak bütün bunlara karşın, hatta bazı yakın dostlarının terörist saldırılara kurban gitmesine karşın, Ankara'da doğan ama yıllardır İstanbul'da yaşayan bu Harika Çocuk, enerjisinden hiçbir şey yitirmedi; o söylemek istediklerini resimlerle aktaran, yorulmaz bir masalcı, sözünü sakınmayan, sivri dilli bir anlatıcı. Batılı-olmayan sanat adına verdiği mücadeleyi var gücüyle sürdürüyor ve bunu artık kapitalist dünyada el ilanları dağıtarak değil, dingin, büyüleyici Boğaziçi'nden getirdiği güçlü, çarpıcı, alabildiğine anlamlı mesajlarla yapıyor - yaşamın bütün pozitif dürtülerine eşit hak tanıyan mesajlar (Örneğin, 1987 yılına ait bir çalışma olan Demokrasi Kutusu'na giren ziyaretçi son derece güçlü, kışkırtıcı, görsel ve sözlü mesajlarla karşılaşıyor). Bu eser kısa bir süre önce, geçen Aralık ayında, Istanbul'daki AKM'de düzenlenen ve Bedri'nin 1960'dan (6 yaşında bir Harika Çocuk olduğu günlerden) bugüne yaptığı pek çok resmi ve çizimi bir araya getiren retrospektif sergide de sergilendi. Sergi, Yeni-Dışavurumculuk denen engin okyanusta çıkılan özgür bir gezinti; Amerikan yeni dalga yaklaşımlarından, Antoni Tapies'ten ya da Rauschenberg tarzı farklı malzeme düzenlemelerinden destek alsa da, alabildiğine özgür bir gezinti. Simgesel başlıklardan bir başkası da "Aynısı Daha Önce Yapıldı". Bu, Batılılar'ın Batı-dışı sanata ilişkin sıkça yaptıkları bir yorum; Bedri bu serbest geçiş- serbest dalış ilkesini çoktan aşmış ama Post-Modernizmden çok daha farklı bir alanda. Yazılar, tual üzerindeki karalamalar, geniş, özgürleştirici Pollock-benzeri arka planlar, izlenimci bir tatla, el yazısıyla yazılıvermiş cümleler, çarpıcı afişler, edebi alıntılar, fotoğraf kesitleri, vs ressamın çeşitli biçimlerde kullandığı ögeler; zaman zaman kaotik, dirimsel masallara, mio-kinetik ve kavramsal enerjinin yinelenemez anına, şaşırtıcı, şok edici bir palete dönüşüyor. 'Clement'in Saflığı' (1989) siyah zemin üzerine atılmış turuncu-sarı başlık, bir amblem niteliğinde. Geleneksel temelde Amerikan soyutçuluğunun "saflığından" sorumlu olan Clement Greenberg hedef alınmış, oysa Bedri eleştirmenlerin büyük düşman olarak gördüğü minimalistlerden biri değil. Son resimlerinde Bedri lirik bir karakterle soluk soluğa bir dövüşten sonra, durulmuş. Bu resimler bize sanki şöyle diyor : Bu gerilla, bu savaşçı yere oturmaktan ve Boğaz'ın hem Doğu hem de Batı yakasından çevresine bakınmaktan çekinmiyor. Korkmaya gerek yok. Daha önce sözünü ettiğim Maymunların Resim Yapma Hakkı kitabında da yazdığı gibi, "Uçmayı sürdürmek için kanatlarımıza ihtiyacımız var...." Kitaba önsöz yazan Fransa'da oturan Amerikan yayıncı ve yazar David Applefield'in de dediği gibi : "Ancak bir Türk olarak, eleştiri ve ilgi bulvarları ona yeterince açık değil. Bir bakıma Bedri'nin sanatı tek başına, çağdaş Türk yazını ve sanatının dünyanın herhangi bir başkentinden gelenler kadar geçerli, renkli ve dinamik olduğunu kanıtlıyor."
Carmelo Strano, l'Arca, Milano/İtalya, Mart 2000, sayfa 86-88
"Türkiye'nin en tanınmış ve en üretken (sanat yaşamı altı yaşında başlamış olan) ressamlarından biri olmanın yanı sıra, sanat ve politika hakkında sürekli yazan Bedri Baykam bir kültür eylemcisi, kendi deyişiyle bir kültür gerillası. Maymunların Resim yapma Hakkı'nda da dışavurduğu fikirleri, inançları, 1980'lerin sanat sahnesini simgeleyen atmosferin ayrılmaz unsurları. Baykam bu kitabında 'uluslararasılık' kavramının gerçek anlamda işlemesi ve batılı olmayan, profesyonel sanatçıların seçimini ve sunumunda adil kuralların uygulanması gerektiğini savunuyor. Maymunların Resim yapma Hakkı'nın 1. Bölümü, modern sanatın bir dünya fenomeni olduğunu, salt batının bir manifestosu olmadığını vurguluyor: Batı-dışı geçmiş kültürlerin, özellikle Afrika sanatının ve Afrikalı sanatçıların sanatsal, kültürel katkıları olmasaydı, modern sanat bugün gördüğü saygıya asla ulaşamazdı. Baykam bu tezini desteklemek için batılı sanat eleştirmeninin düşünsel profilini çiziyor; sanat tarihi anlatımındaki bıkkınlık veren tek yanlılığı ve avantajlı konumu sanat kurumunun sağladığı destekle sımsıkı korunan batılı sanatçının bir taslağını da. Maymunların Resim yapma Hakkı ayrıca iki arada bir derede kalan, yani kapsamlı bir profesyonel bilgiden yoksun olan sanatçının yaşadığı değişmez ikilemi de vurguluyor: Ortaya çağdaş bir eser koyduğu an, kurumdan elen ya "çalmak", ya da "taklit etmek" suçlamaları. Baykam'ın Maymunların Resim yapma Hakkı, bir sanatçının sanatçılar için yazdığı, yeni ufuklar açan bir kitap. Ama aynı zamanda batılı sanat eleştirmenlerine ve tarihçilerine doğrudan seslenerek, öteki ülke sanatçılarına karşı takındıkları o değişmez ideolojik tutumu da yüzlerine vurmakta. Bu sanatsal modus operandi aynı zamanda, sanat tarihinin evrensel sunum geleneğinin değiştirilmesi ve batılı olmayan sanatçının daha adil bir biçimde kabul edilmesi için yol gösteriyor, çok isabetli talimatlar sunuyor. Öte yandan, Bedri Baykam boş hayaller beslemiyor: Düşlediği daha eşitlikçi, sanatsal çeşitliliğe daha hoşgörülü sanat dünyasının, bu dünyanın içinden yükselen bir savaşım olmaksızın gerçekleşmeyeceğini biliyor."
Nadine S. Kibanda. NKA, Contemporary African Art, winter 2000
- 3 okunma
- EN