Hatırladığım kadarıyla, Türk spor basınının merkezi eskiden, 1960’lı yıllarda Milliyet Gazetesi’ydi. Türk spor yazarlarının duayen efsanesi Namık Sevik gazeteyi yönetir ve onun dışında Kahraman Bapçum, İslam Çupi gibi büyük yazarlar maç yazılarını büyük bir edebi dille yazarlardı. Televizyonlar maçları yayınlamaya başladıktan sonra bu güzellikler kayboldu; halbuki bence maçı çıplak gözünüzle seyretmenize rağmen o yazıları okumak apayrı bir ziyafetti. Ayrıca sevgili adaşım rahmetli Bedri Koraman harika karikatürler çizerdi. Yanlış hatırlamıyorsam, bazen büyük mizah yazarı fenomen Altan Erbulak da kendini tutamayıp  spor sayfasına “sataşırdı”. Ben ise tenis odaklı spor yazılarıma 1978’de Paris’te otururken Milliyet Spor’da başladım. Milliyet’in Cumhuriyet’e çok uzak olmayan Cağaloğlu’ndaki efsanevi binasında odasında görüştüğümüzde nasıl heyecanla Namık Sevik’i dinlediğimi dün gibi hatırlıyorum... Milliyet Spor servisi büyük bir ekoldü. Cumhuriyet Spor servisi de öyleydi ama farklı bir açıdan, bildiğim kadarıyla Cumhuriyet’in rahmetli Abdülkadir Yücelman ile özdeşleşen spor servisi Cumhuriyet spor servisi, birçok genel yayın yönetmeni çıkardı: Fatih Altaylı (Habertürk), İsmet Berkan (Radikal), ve tabii Cumhuriyet’in Genel Yayın Yönetmenleri İbrahim Yıldız ve en son Arif Kızılyalın… Spor ve politika ilginç bir şekilde birbirlerine yaklaşabiliyorlar galiba!

SEYREDENLER VE SEYREDEMEYENLER 

Geçen hafta oynanan Fenerbahçe-Galatasaray maçını seyretmeye hazırlanan milyonlar arasındaydık çoğumuz. Hatta maçtan önce içimden şu düşünce bile geçti: “Bugün ölsem şu maçın sonucunu bilemeden gideceğim”. Çok saçma geliyor değil mi? İnsan yaşamı terk edecek olsa, başına gelecekler arasındaki ana düşüncesi, bir spor karşılaşmasının sonucunu öğrenememiş olması olabilir mi? Demek ki mümkünmüş! Bu ilginç bir virüs, size çocukluk çağından itibaren yapıştı mı temizlemenize imkân yok. Sonuçta ben geçen hafta sonu ölmedim ve o maçı izleyebildim. 

Namık Sevik’in atölyesinden yetişerek önce spor muhabiri ardından da spor yazarı olmuş olan Ercan Güven, benim bu son dönemlerde tartışmasız en sevdiğim spor yazarıydı (Belki daha yeni kuşaktan Uğur Meleke ile beraber, onun da hakkını yemeyeyim. Yanlış anlamayın, tabii çok değerli yazarlar var)  Son yazısında “Galatasaray içine ya da dışına doğru patlayacak bu maçta” diyordu. Ama maalesef karşılaşmayı seyredemeden maçtan bir gün önce bir kalp krizi geçirerek vefat etti. Ben de bunu geçen cumartesi sabahı canlı yayınına katıldığım bir spor radyosunda, program esnasında öğrendim. Ağır bir şoktu. Ercan Güven ile arada telefon sohbetlerimiz olurdu, son derece nazik ve iyi eğitim almış bir insandı, harika yazarlığının yanı sıra… 

İnsanların kendi gelecekleri için çizdikleri senaryolar ve gerçek hayatın onlar adına hazırladıklarının arasında çoğu zaman büyük uçurumlar olabilir. Hayat projeleri ve “kader kısmet” arasındaki büyük heyelan da diyebilirsiniz buna… 

MUDO “BİENALİ” TÜM KENTTE

1960’ların sonlarında, ben ortaokuldayken Fitaş Pasajı’nda Mudo diye bir mağaza açılmıştı. Arada gidip güzel birkaç pantolon veya kazak alırdık. Mustafa Taviloğlu çoğu zaman ya da arada o mağazada görünür, müşterileriyle bizzat ilgilenirdi. Belki ne kendisi ne de çevresi, bu genç insanın aradan yarım asırdan daha fazla geçtikten sonra kendi büyüttüğü ve dev bir isim haline getirdiği Mudo’dan daha çok resim koleksiyonuyla anılacağını ve bu şekilde arkasında büyük bir isim bırakacağını bilemezdi. Bu haftadan itibaren, Mustafa Taviloğlu’nun 903 sanatçıdan koleksiyonuna aldığı 2412 eseri içeren ve yedi ayrı noktada başlamış olan bu koleksiyon sergisini 15 Aralık’a kadar keyifle gezebilirsiniz. 

Gerçek resim koleksiyonları sanıldığı gibi her zaman büyük kapitalin kolaylıkla ve müsrifçe yaptığı harcamalardan oluşmaz. Yıllara yayılan tanışıklıklar, dostluklar, tereddütler pazarlıklar, gelişen zevkler tartışmalar, kötü etkilenmeler, iyi etkilenmeler, zaman kayıpları, umutlar, insani duygular, dramlar, anekdotlar, mizahlar, her türlü yaşanmışlıklardan oluşur bu uzun yol… Mudo, 40 yıldır çok yakın dostum, arada Fenerbahçelilik de var… Hani şu yukarıda bahsettiğim insanları delirten virüs nedeniyle, araya o takımdaşlık akrabalığı, sanat akrabalığıyla da karışarak girdiği zaman birbirimizin yalnız dostu değil sırdaşı da olabiliyoruz …

Size doğruyu söyleyeyim, onun adına çok mutluyum. Mesela bu koleksiyona başlayıp daha yolun başlarındayken pes edebilirdi. “Evlerimde ve iş yerlerimde hiç boş duvar kalmadı, asacak yer yok, artık resim alamam” diyebilirdi. Bu işlerden bıkabilirdi. Ailesi yakın çevresi artık işi tadında bırakıp vazgeçmesini önerir, o da kendisini bu söyleme kaptırabilirdi. Taviloğlu’nun gözü yorulabilirdi, tutkusu enlem-boylam değiştirebilirdi. Ticari ve mali hayatın kaprisleri bu koleksiyonu bir zelzeleye uğratabilir, bazı bölümlerini elden çıkarmaya mecbur kalabilirdi. Ama bunların hiçbiri Allah’a şükür olmadı. Mustafa Taviloğlu inatla, ısrarla, inançla sebat ederek engebeli arazide bu yolda devam etti. Kendisinden çok daha varlıklı kurumların, bankaların, bireysel veya aile servetlerin başaramadığı bir noktaya çekti işi. Çok iş adamı dostu da oldu, arada siyasetçiler de oldu ama Taviloğlu en çok ressamların yanında kendisini suda balık gibi hissetti. 

Evet, çok mutluyum ki sevgili Mudo, koleksiyonunun tamamına erdiğini, bu toplumu etkilediğini, arkasında mükemmel ve asırlar boyu hatırlanacak bir sanatsever iş adamı örneği bıraktığını, bizzat kendi döneminde yaşayabildi. Bu, sevenleri adına büyük bir mutluluk! Tabii ki kendisi adına bu sergiyi paha biçilmez bir muhteşem final sanıyor ama 100. yaşını daha büyük bir sergiyle kutlayacağımızı henüz bilmiyor, sakın kendisine de fısıldamayın!

Aslında bunu herkes yaşayamaz. Belki aklınıza Ercan Güven örneği geliyor gene, ama ben aynı zamanda rahmetli babamı düşünüyorum. Mesela kendisi yıllarca notlarını aldığı, parlamento arşivinde uğraştığı süreçlerin ardından yazmaya başladığı otobiyografisinin bittiğini göremeden aramızdan ayrıldı. Benim onun adına çalışıp bu kitapları bitirebileceğime emin olduğunu yazıp bırakmıştı, daha önce görmediğim ön sözünde. O kitapların ilkini Alptekin Gündüz bitirdi, ikincisini ise, 27 Mayıs’a kadar olan gençlik siyasi dönemini ben hazırladım… Şimdi üçüncüsü üstünde çalışıyorum Piramid Yayıncılık ekibiyle, konusu ortanın solun doğumu ve 1960’lar parlamentosu. 

Evrenin kaideleri ve ölüm, insanlarla alay ediyor. Kimi projelerinin karşılığını bu dünyada bulabiliyor kimi ise birçok şeyi bırakıp bilinmeyene göç ediyor. Bizler göç ettiğimizde köprünün hangi tarafında olacağız, arkamızda ne kadar atılmamış düğüm, yazılmamış kitap, bitirilmemiş resim kalacak, bilmiyoruz… 

Yazı Tarihi: 26.09.2024
Paylaş
Benzer Yazılar
Videolar
Alt
Sanatçı Bedri Baykam'ın "Genel ve Çok Özel İlişkilerin Sakıncalı El Kitabı" isimli yeni kitabı için, Piramid Sanat’ta imza günü düzenlendi. Okurlarıyla buluşan sanatçı, yeni kitabını anlattı.