Karşıtlıklarla ayrıştırılmaya zorla alıştırılmış bir toplumuz… Konu yalnız siyasi partilerin atışma alanı olan parlamentoda veya bunların tartışma altyapısını oluşturan medyadaki kavgalar değil. Bu konular 70 yıl kadar öncesine giden CHP- Demokrat Parti arasındaki ağır sürtüşmelerden başlar, şu anda en yoğun şekilde süren Fenerbahçe-Galatasaray kavgalarına kadar her farklı düzlemdeki konudan geçerek önümüze gelir dayanır.

Normal bir ülkede yelpazede farklı siyasi partiler vardır, belki sağ-sol, devrimci-muhafazakâr, liberal veya sosyal demokrat ya da sosyalist seçenekler arasında insanlar gider gelir. Ne var ki, Türkiye’de öyle ağır yol ayrımları yaşanmıştır ki, mahalleler ve insanlar sağcı-solcu diye kanlı çizgilerle ayrılmış, gencecik insanlar acımadan birbirlerini öldürebilmişlerdir. Mesela öyle partiler olmuştur ki, kendisine rakip partiler artık yaşamasın diye Tahkikat Komisyonları kurup, hem de kendi milletvekillerinin yargılacağı şekilde, onları resmen kapatmaya çalışır. Kimi partiler basına düşmandır, laikliğe düşmandır, özgürlüğe düşmandır, çağdaş yaşama düşmandır, kadın haklarına düşmandır, hayvanlara düşmandır, adeta dar gelirlilerin canlı kalma mücadelelerine düşmandır; halkımız da özenle yaratılan bu korkunç ortamda uğraştıkça uğraşır, bazen hayatına lanet okuyarak… 

Laikler-anti laikler, türbanlılar-başı açıklar… Bu toplum her türlü yol ayrılığı fırsatını tepe tepe kullandı… Mahalleler ayrıldı, kıyafetler ayrıldı. Ama artık abartılı şekilde yaşamaya başladığımız gerilimler, bizi kendi yaşam kozamızda aynı binanın, aynı ailenin, hatta aynı sosyal çarkın içinde yakalamaya başladı. 

 

BÜYÜK TAKIMLARIN BİTMEYEN REKABET KAVGALARI

Fenerbahçe ve Trabzonspor arasındaki 2011 yılı ve hatta daha öncesine dayanan gerilim ve husumetler, artık bildiğiniz gibi bu yıl mart ayında ağır polisiye vakalara hatta gerilim filmlerine dönüştü. Saldırıya uğrayan Fenerbahçeli futbolcuların direniş öyküleri kulübün tarihine yazıldı. Acaba iki kulüp arasında tekrar normal bir diyalog ne zaman mümkün olur?

Fenerbahçe-Galatasaray rekabeti, hepimizin bildiği gibi 117 yıldır var. Bu tarihin içinde, her türlü rekabet, kızdırma, tartışma ve unutulmaz maçlar mevcut. Fenerbahçe’nin 0-3’ten 4-3 kazandığı maç, 6-0’lık maç, Kadıköy’de onlarca yıla yayılan üstünlüğü, ezeli rekabetin maçlarındaki net liderliği, Galatasaray’ın Mayıs aylarındaki artan üstünlüğü, üst üste gelen şampiyonlukları, Avrupa kupaları, son 10 yılda ligde şampiyonluk sayılarında kurduğu üstünlük, bütün bu saydıklarım ve daha nice detay konu, bu iki camia arasındaki bitmez tükenmez kavgaların, kahkahaların, kızdırmaların ve tartışmaların konusu oldu.

Fakat maalesef özellikle birkaç yıldır olay büyümeye başladı, şimdi Fenerbahçe-Galatasaray rekabetinin keyifli, iyi anlamda tahrik edici, besleyici ve topluma aslında tat ve doku veren yönleri aşıldı kayboldu, ortaya artık kontrol edilemez bir husumet, düşmanlık, çekememezlik ve Antarktika’yı andıran buz gibi soğukluklar çıktı. Aynı apartman, aile veya işyerlerinde içindeki tatlı kızdırmalar, tartışmalar veya değişik tonlardaki espriler yerini bazen kavgalara bazen küslüklere bazen birbirini yok saymaya dönüştü.

 

AYNI KULÜP İÇİNDE YAŞANAN AĞIR KARŞITLIKLAR

Bunun da ötesinde Fenerbahçe’nin son 13 yılına, yani FETÖ’nün sarı lacivertli kulübe 3 Temmuz 2011’de başlattığı büyük saldırılardan günümüze kadar uzanan sürecin son altı yılda evrildiği haline baktığımızda, zaten var olan büyük ayrımlar ve işin içinden çıkılmaz hale gelen sarı lacivert ve sarı kırmızılı camialar arasında oluşan timsahlı dereler yetmezmiş gibi, artık bir de Aziz Yıldırımcılar-Ali Koçcular şeklinde gelişen ağır yeni yol ayrımlarının şekillendiğini görüyoruz. 8-9 Haziran’da yapılacak Fenerbahçe Olağan Genel Kurul çerçevesinde çok ağır polemik hatlarının neredeyse kulübün huzurunu tehdit eden bir ortam yarattığını da fark ediyoruz. Yani artık aynı renkleri seven bir grubun parçası olmanız da yetmiyor, farklı başkanların tercih edilmesi de ciddi bir sorun haline gelebiliyor, renkdaşlar arasında yeni kavgalara küslükler ve sertleşmelere restleşmelere konu olabiliyor!

Arzu ederseniz, polemik ve kavga konuları örneğin “Fenerbahçeli futbolcu Mert Hakan Yandaş’a G.Saray maçındaki tutumu nedeniyle hak verenler ve vermeyenler” olarak da çoğaltılabilir! 

 

Sizce bu kadarı fazla fazla değil mi? Zaten her gün korku tüneli gibi hayatımıza giren siyasi gerilimler ve ekonomik dertler ortasında, doğal akıştaki kendi diğer aile tartışmaları içinde stresler yaşayan Türk insanının bu kadar ağırlığı kaldırabilmesi daha ne kadar mümkün? Soruyorum sizlere, aranızda kaçınızın bu saydığım konular üzerinden hiç kimseyle tek bir derdi yok? “Ben” diye parmak kaldırıyorsanız, sizi tebrik ediyorum! Hele bu kavgaları uzaktan izleyen sakin bir Beşiktaşlı olmayı başarıyorsanız ona da ayrı bir alkış yolluyorum. Ama benim tahminim ya sevdiğiniz bir komşuyla birbirinizi apartman girişinde karşılaşmamaya çalışıyorsunuz ya birkaç akrabanızla bir süredir görüşmemeyi tercih ediyorsunuz ya en iyi bazı arkadaşlarınızla en azından ancak futbol konuşmamaya önceden yemin ederek bir kahve içebiliyorsunuz, ya da iş hayatınızdaki farklı renklerden bazı insanlarla muhatap olmamaya çalışıyorsunuz. Daha da şaşırtıcısı “Aziz Yıldırımcı veya Ali Koççu” olduğunu bildiğiniz dostlarınızla sokakta veya Fenerbahçe Spor Kulübü’nde bazen birbirinize hiç rastlamamaya çalışıyorsunuz. Çeşitli WhatsApp gruplarında ise, adminlerin arada yorumlara karışarak nasıl sükunete davet ettiğini veya insanların oralardaki gerilimlerden sonra nasıl ayrıldığını, istifa ettiğini veya çıkarıldığını size anlatsam, çok şaşırırsınız. Galatasaraylılar bu iç krizlerini daha kısa ve nispeten daha sakin yaşadılar, ama yine de Dursun Özbek ve Süheyl Batum arasında da ağır sözler sarf edildi, izleyebildiğim kadarıyla daha çok Suheyl Batum kanadından, ama süreç çok daha kısa ve az zararla kapatıldı.

 

TFF KURULLARINI “İYİ KULLANANLAR” VE KULLANMAK İSTEMEYENLER!

Benim açımdan da işin kötüsü ben de bütün bu saydığım konulardaki taraflardan biriyim, bütün bu yukarıda anlattığım sendromları bizzat yaşıyorum! Yani insanlara uzaktan “Saçmalamayın böyle konular ciddiye alınır mı?” şeklinde ukalalık taslayan bir psikolog filan hiç değilim…  Ben de Fenerbahçeli bir taraftarım, bu sene Fenerbahçe’nin şampiyonluğu aslında hakkettiğine ve “aldığına” inanıyorum, başkanlık yarışında kendi adıma net somut gerekçelerle kesinlikle Ali Koç’u tercih ediyorum; öte yandan sporun keyifli “ezeli rekabet-ebedi dostluk” modunda yapılacağı günleri iple çekiyorum! Çünkü bu ortam aslında tüm Türkiye’yi yordu…

Bana sorarsanız Galatasaray taraftarlarının çoğu, TFF içindeki kurullarda (MHK ve PFDK ve Tahkim gibi) Galatasaray’ın oluşturduğu “kardeşlik hatlarının”(!) artık doğal sportmenlik ve etik ilişkilerine akışta büyük zarar verdiğinin hiç farkında değiller veya bunu kabul etmek istemiyorlar. Aynı şekilde mesela neden başkanlarının yanağını sıkan güçlerin onları kuşattığını, neden bunu başka güçlü takımlara yapmaya kimsenin cesaret edemeyeceğini, neden bu yanak sıkıcıların Fenerbahçe’ye düşman olduklarını düşünmelerini ve bu sorulara yanıt bulmalarını temenni ederim. Mesela teknik direktörleri Okan Buruk’un neye güvenerek kameralar önünde taraftarlara tempo tutturarak küfredebildiğini düşünmelerini isterim. Eminim bu görüntülerden kendileri de çok rahatsız oldu… Aynen benim de Fenerbahçe stadında Galatasaray’ın kurucusu Ali Sami Yen aleyhine yapılan küfürlerden ve Rams Park’ta yaşanan itiş kakıştan rahatsız olduğum gibi… 

Mesela kendi adıma bir dahaki Federasyon seçimlerinde Fenerbahçe’nin yakın dönemlerdeki hatalarından kurtularak, “benim hiçbir kurulda hiç kimseye ihtiyacım yok” demeden, Futbol Federasyonu’nda her kurula mümkün olan tüm güçleriyle girip böylece daha sonra bu kurumlar hakkında “benim bütün haklarım buralarda çiğneniyor” diye şikayet etmekten kurtulmasını bekliyorum. Spor ortamında rakiplere bu kadar güvenmek, Türkiye standartlarında tabii ki bol geldi. Bu Fenerbahçe’nin ciddi bir öngörüsüzlüğüydü… 

Eminim Galatasaraylılar da Fenerbahçe veya taraftarları hakkında farklı benzer yorumlar yapıyorlar biliyorum. Sonuçta neler oluyor siz söyleyeyim: Mesela Trabzonsporlu, CHP’li arkadaşım Örsan Öymen’le köklü parti ve aile ilişkileri sayesinde bu kavgaların üstünde durup normale yakın diyaloğumuzu sürdürmeyi başarıyoruz. Öte yandan birçok Galatasaraylı dostumla ilişkilerimizin biraz askıya alındığını, en azından soğuduğunu veya arafta bırakıldığını net olarak görüyorum ve bundan rahatsız oluyorum. Onda da Sorbonne’dan üniversite arkadaşlarım olan Galatasaraylılarla 50 yıllık hak ve hukukumun diyaloğumuzu limitte ancak kurtaran bir simit olduğunu fark ediyorum. Farklı bazı arkadaşlarımla ise herhalde şimdilik olayların soğumasını bekleyip başka konularla meşgul oluyoruz, ki bu da bir an önce bitmeli. 

Bence husumet dozunu ve tartışmaların boyutunu toplum olarak artık abarttık. Aynı ailelerin içinde aynı şirketlerin içinde aynı apartmanların aynı arkadaş gruplarının içinde bu kadar kavga gürültü veya küslük inanın değmez. Nedeni basit: Aksi takdirde, Türkiye’nin bir yarısı diğer yarısına küs olarak gezer! 

 

İNKAR ETMEYİ BIRAKIN, TANSİYONU DÜŞÜRÜN, TELEFONU ELİNİZE ALIN…

Bazen insanların kendini kaptırdığı saldırgan, gözü dönmüş, kin dolu kelimelerle amcanıza, iş ortağınıza, komşunuza, kardeşinize, hatta oğlunuza veya kızınıza mı saldıracaksınız? Sükûnet lütfen… Bu yaşam böyle geçmez! 

Rica ederim, hâşâ, kulübünüz için tabii ki her şeye değer! Merak etmeyin ben sizden çok daha fanatiğim! Ama siz yine de ne dediğimi anladınız: Birbirinize laf sokacaksınız bile her iki tarafın da işi uzatmadan birer laf geçirilmeyi yutmayı ve tek bir sade cümle ile yanıtla yetinmesini ve konuyu kapatmasını temenni ediyorum. Çünkü inanın bunlar kapanabilir konular değil, yoksa bu tartışmalar kan davalarına dönüşüp ileride daha da istenmeyen ve belki yeterli eğitim alamamış kitlelerin içinde geri dönülmez başka zararlara yol açacaklar. Gelin iş oralara doğru büyümeden, ileride herkesin pişman olacağı tamir edilemez yaralara gelmeden bu gidişatı kontrol altına alalım. Yani sosyal tansiyonu düşürelim. Bakın ben herkesi tanıyorum, siz yine içinizi dökmek istediğinizde kendinizi tutamadığınızda en fazla kendi taraftar WhatsApp gruplarınıza yazın ama açık sosyal medya veya karşılıklı buluşmalarda lütfen kendinizi zapturapta alın! 

Uzun lafın kısası demokrasinin temellerini hatırlayalım. Aynı fikirde olmadığımız zamanlarda birbirimizi bağırmadan dinlemek, sükunetle ikna olmaya veya kanıt görmeye açık olmak, kapıları masaları vurup terk etmemek, tartışma sonrası medeni bir şekilde diyaloglara her konuda devam etmek… Evet biliyorum bazılarınıza çok zor geliyor… bazen bana da zor geliyor ama öz eleştiri yaparak söylüyorum. İnanın başka bir yol yok. Böyle husumetler geliştirerek bir yere varamayız. 

 

Lütfen bu yazıyı okuduktan sonra bu olaylar nedeniyle çoktandır görüşmediniz bir karşıt renkdaşınızı arayın, hal hatır sorun, istiyorsanız maç konularına hiç girmeden yapın bunu veya yalnız bir espriyle yetinerek… Üzerinizdeki koca kum torbalarından birini böylece denize atıp kurtulmuş olun! Maalesef zaten hemen yanıbaşımızda bugün anlattıklarımdan da çok daha vahim olan, hayvanların yaşam haklarına saldırmak isteyen ilkel düşünceler cirit atıyor. Bu konuyu da haftaya detaylı bir şekilde ele alacağım.

Yazı Tarihi: 30.05.2024
Paylaş
Benzer Yazılar
Videolar
Alt
DÜNYA SANAT GÜNÜ 15 NİSAN 2020