Tarih, çığır açan devrimcilerin cesur ve kararlı sayfalarında yükselir.
Siyaset, bilim, edebiyat ya da sanat fark etmeksizin, bu devrimciler sonsuza dek sürecek gibi görünen oturmuş düzenin rahatını kırbaçlayan, geleceğin karanlık bilinmezlerinden çekinmeyen, bir yandan kendi varlıklarını da sorgulayan isimlerdir. 1981’de “Durum ve Değişim” adıyla özetlediğim, sekiz resmin bütünlüğünden oluşan soyut bir seri yapmıştım. Evrenin süregelen etkileşimlerinin yarattığı birbirine benzer “durumlar” ve beraberinde, kuvvetli tokatlarla uzamda yarattığı depremler neticesinde oluşan silsileli “değişim” serinin merkezinde yer alan çekirdekti.
İşte bu evrende, bir yanda düzenin parçası konumunda, en derin tepkisi homurdanmak olan kişiler ve diğer yanda her şey riske etmekten çekinmeyen, o sözünü ettiğim değişimlerin öncüleri vardır. Onların kimileri göz önündedir, kimileri ise tarihin gönüllü incognitoları olarak kalırlar, hem de şikayet etmeden...
Onların adı Spartaküs’tür, Darwin’dir, Jean Jacques Rousseau’dur, Thomas Jefferson’dur, Tesla’dır, Jules Verne’dir, Nazım Hikmet’dir, Marx’dır, Marie Curie’dir, Salk’dır, Lenin’dir, Atatürk’dür, Gandhi’dir, Che’dir, Steve Jobs’dur, evet Steve Jobs’tur, yanlış okumadınız.
Salt sanat kapsamında baktığımızda, 19. yüzyılı 20’ye bağlayan süreçte onca sanat akımının ve sosyolojik rüzgârın tetikçisi sanatçılar, yazarlar, düşünürler bu dev dönüşümlerin kahramanı olurlar. Fotoğraf makinesinin icadından 20. yüzyılın ilk yarısına uzanan bu büyük adımların isimleri artık Baudelaire, Rimbaud, Picasso, Jacques Vaché, André Breton, Picabia, van Gogh, Gauguin, Arthur Cravan, Hans Jaeger, Munch, Magritte, Modigliani, Kisling, John Cage veya Dali’dir.
Kimini herkes tanır, kimini ise kimse bilmez.
Oysa kolektif varlıkları, 80-90 yıl üzerinden modern dünyayı şekillendirmiştir. Bu seri ile birlikte, onları tanımayan ya da sadece isimlerini duymuş yeni kuşağın ilgisini çekebilirsem, onların bazıları hakkında araştırma yapmalarını sağlarsam, projeyi hedefine ulaşmış sayacağım.