Modadan bilime, sanattan yaşam tarzlarına dek her şeyi etkilemişti 1968... Türkiye'de Deniz Gezmiş ve arkadaşları gibi gençlik liderlerinin çıkmasına vesile olmuştu. Etkisi hiçbir zaman geçmedi 68 hareketinin. Hâlâ araştırılan, anılan, o döneme dair sanatsal üretimin devam ettiği dönemle ilgili Bedri Baykam da üçüncü sergisini Piramid Sanat'ta açtı. Farklı kuşaklardan 20 sanatçıyı bir araya getiren "1968: Yarım Asırlık Genç" sergisi 31 Temmuz'a kadar ziyarete açık. Sergide Deniz Gezmiş'in anne ve babasına yazdığı orijinal mektuplardan, 68'e dair çeşitli eserler yer alıyor. Serginin kuratörü Bedri Baykam ile hem 'Yarım Asırlık Genç' sergisini hem de 68 dönemini konuştuk...
Bu 68 ile ilgili üçüncü serginiz… Nasıl ortaya çıktı ‘1968: Yarım Asırlık Genç’?
Bu sergide ünlü sanatçılar da var, genç sanatçılar da var. 3 kuşaktan sanatçı var. Her birinin 68 ruhuna nasıl baktığını görüyoruz. O günlerde 68’i yaşamış insanların tarihsel perspektifi ve bilinci belki kaçınılmaz şekilde daha derin, daha acılı, daha sancılı. Tahmin ediyorum ki, sürekli yaptığımız bu yayınlarla, tarihsel bayrak devrini ve bilinç aktarmasını iyi yaptığımızı düşünüyorum. Sürekli yaptığımız sergilerle yeni kuşaktaki sanatçıların, “Bunlar da kim ki!” demeyeceğini ve 68 kuşağına saygı duyacağını düşünüyorum. Resimlerin yapılışında da o saygıyı hissediyorum yeni kuşakta. Eski kuşakta zaten var.
Sergi alanı da 68 ruhuna uygun olarak tertip edilmiş…
Evet, duvar yazıları var. Cam altı evraklar… Deniz Gezmiş’in Türkiye İşçi Partisi’ne giriş kartı var. Orijinal el yazısıyla Bursa Cezaevi’nden babasına yazdığı mektup var. Altını çizdiği sayfalar var. Bunları Deniz’in kardeşlerinin açtığı Deniz Gezmiş Vakfı’ndan aldık.
68’in sizde hissettirdiği tam olarak nedir?
Şimdi ben onu tekrar hissediyorum. Dönemler değişiyor, ama o protest tavır ve dayanışma bilinci hep ayakta. Hiçbir zaman “O dönemler bitti diyeceğimiz” bir durum olmuyor.
Bunun sebebi ne sizce?
Çünkü, insanlık olduğu müddetçe sömürü de var, kötülük de var. Eşitlik, özgürlük, adalet kavramlarını hiçe sayma da var. Siyaseti bir zenginleşme veya baskı aracı olarak görmek de var… 1960’larda Küba, ABD ve Rusya birbirine girsin diyen emperyalist güçler, bugün de aynı savaşı Ortadoğu’ya yaymaya çalışıyor. Sürekli olarak bunun bedelini ödeyen halklar, çocuklar ve aydınlar var. Herkes demokrasiyi çok sevdiğini iddia ediyor. Fakat gerçek anlamda onu seven yok. Herkes birbirinin gözünü boyamak için “Ben demokrasiyi çok seviyorum” diyor. Biraz demokrasinin konumu o.
KORKUSUZLUĞU 68 KUŞAĞI ÖĞRETTİ
1968 hareketi sanattan topluma her şeyi derinden etkiledi ve etkilemeyi sürdürüyor. 1968’in bıraktığı en büyük miras nedir size göre?
En büyük miras korkmamayı öğrenmektir. Gerekirse inandığın değerler uğruna ölmekten korkmamak… Ben, kendimden biliyorum. Ölümün 3 milim yakınına geldim. Biraz aşırı yağlı olmasaydım o günlerde bıçaklandığımda ana atar damarım kesilecek ve bir dakikada ölecektim. Hastaneden çıktıktan sonra aynı makaleleri yazmaya, aynı mücadeleyi vermeye devam ettim. Bize o korkusuzluğu 68 kuşağı öğretti. Bir yerde 68 kuşağından süzülüp gelen mücadele, değerlerden ödün vermeme, cesur olma kararlılığıdır. İsmet İnönü’nün dediği gibi; “Bu ülkedeki namuslu insanlar, en az namussuzlar kadar cesur olacak ki, ülke aydınlığa çıksın.”
68 kuşağını ve sonraki gençlik hareketleri arasındaki paralellikler ve farklılıklar neydi?
İnsanlar bugünün verileriyle geçmişi anlamaya çalışıyorlar. Göreceli bakmamız lazım. Birçok solcu, daha sonra Deniz’i ve 68’i analiz ederken, onun Mustafa Kemal Devrimi’ne olan yakınlığını göz ardı etmeye çalıştılar, yok saymaya çalıştılar. Halbuki, Deniz’in ailesine mektuplarında baktığımızda, birçok solcunun radyoda İstiklal Marşı çalarken ayağa kalkıp esas duruşta beklediğini görüyoruz. Daha sonraki 1980, 1990 kuşağındaki solcuların anlayabileceği bir şey değil. Ama işin gerçekleri böyle. O günün gençleri Mustafa Kemal’e çok yakındı. Henüz Evren depremini yaşamamışlardı. Orduya bakışları da çok nostaljikti. 68 kuşağı, orduda bulmayı umduğu dayanışma ve partnerliği bulamadı. 1980 Darbesi’ne giden gençliğin ne partiden, ne ordudan, ne devletten hiçbir beklentisi yoktu. Onlar sağ ve sol olarak birbirlerini hesaplaşma içerisindeydiler. Kim kimi imha edecek savaşındaydılar. Bundan daha kötüsü olamazdı. Bu bir iç savaş…
LİDERLERDEN NEFRET EDEN GENÇLİK ÜRETTİK
Gezi protestoları da çok benzeştirildi 68 hareketine… Sizce neydi benzerlikler ve farklılıklar?
Ben Gezi’nin bir hafta içinde çökmeye mecbur olduğunu gördüm. Gezi gençliğinin Deniz Gezmiş ve Mahir Çayan gibi lideri yoktu. Liderlerden nefret eden bir gençlik üretmiştik. Kendi aralarında bir lider çıksa dahi, onu bile dedikodularla alaşağı etmeye hazırlardı. Bunu da herkes bildiği için kimse lider olmayı denemedi. Dolayısıyla o hareket başsız kalmaya mecburdu. Hiçbir partiye o güç kanalize olamazdı. Gezi gençliği, partilerden de nefret ediyordu. CHP de bunu bildiği için, “Biz sizi seviyoruz, bize gelin ya da bizde birleşin demiyoruz” diyordu. Dolayısıyla bir haftadan sonra Gezi gençliğinin hedefsiz olduğunu ve gücünü siyasete kanalize etmeyeceğini, son kertede siyasi amaç olarak hedefsiz olduklarından olayın bir yere gidemeyeceğini görüyordum.
Ama tarihte çok önemli bir yer almadı mı?
Yüzde yüz aldı. Gençlerin korkusuzluğunu gösterdi. Maalesef birçok şehit verdik. Gençlerin birbirlerine olan sevgisini ve özgün, eşit, ortak ideallerde buluşmasını gördük.
Dünya ölçeğinde de Gezi’yle birlikte birçok eylem oldu ve birbirlerine benzer eylemlerdi. 68’deki eylemlere benziyor muydu?
ABD’deki, Avrupa’daki ve Türkiye’deki öğrenciler emperyalizme karşı mücadele veriyorlardı. Türkler, Mustafa Kemal ve 27 Mayıs Devrimi’nden etkileniyorlardı.
KARARLILIK, CESARET VE GÖZÜPEKLİK AYNIYDI
Türkiye’nin 68’inin farkı neydi?
Mesela Almanya ve Fransa’daki sokak eylemlerinde graffitilerde felsefe vardı, cinsellik, siyaset ve anti emperyalizm vardı. Türkiye’deki öğrencilerin sokakla buluşmasında cinsel özgürlük arayışı yansımadı. Dini sorgulama yansımadı. Katılan genç kızlarımız bacıydı. Cinselliği özgürce yaşayanlar da küçük görülürdü. Orada Avrupa ile Türkiye arasında sosyolojik bir uçurum vardı. Ama sokaktaki kararlılık, cesaret, gözüpeklik büyük anlamda aynıydı. Bugün baktığımda Avrupa adına utanıyorum. Çünkü dünyada yapılan 68 kuşağıyla ilgili kitaplarda Türk 68’i hiç yok. Deniz Gezmiş 4 yıl manşetti, 1972’den bu yana da devamlı manşet olmayı sürdürüyor. Biz Che’si olan tek ülkeyiz.
Bugünün gençliğinde 68 ruhunu görebiliyor musunuz?
Başta Deniz Gezmiş ve 68’in önderleri hâlâ örnek olmaya devam ediyorsa, insanlar hâlâ kitaplarını okuyor, bu sergiye geliyorsa ortada kalıcı bir mücadele sembolü bırakılmış. 68 hareketi faşizmin önünde bubi tuzağı bıraktı. Sürekli yenilenen kuşaklar, gençler bıraktı. İşte, bunu başardı. ABD’de Occupy Wall Street’te hemen gençler ortaya çıktı. Dünyanın her yerinde her an çıkabiliyor. Çünkü, böyle bir öğreti ve rüzgar kaldı.
68 KUŞAĞI ÜNİVERSİTELERİ BÖLDÜRMEZDİ
68’in ortaya çıkışının en önemli mekanlarından birisi de üniversitelerdi. Şimdi ise bölünen üniversiteleri konuşuyoruz…
68 kuşağı o üniversiteleri böldürmezdi. Deniz ve arkadaşlarının gücünden o kadar korkuyordu ki hükümet… Deniz tek başına geliyor, parlamentoyu alacak dense kaçarlardı. Deniz, idam edildiği için efsane olmadı, yaşarken de efsaneydi. Onun ilk desenlerini 13-14 yaşında 1970’de ben yaptım. Deniz’i yalnız üniversite gençleri değil, amcalar da, teyzeler de seviyordu. 1970 sonlarında bir yol ayrımı oldu. 68 kuşağı silahlı eyleme geçiş anında ikiye bölündü. “Silahlı eylem yapalım” diyenlerle, “Legal eylem yaparız, bırakın silahı” diyenler… Kimine göre 68 hareketi orada bitti, kimine göre de gerçek 68 oydu. Bu yoruma açık… Deniz Gezmiş, hiçbir eyleminde bir tek kişiyi öldürmedi. Kimseye silah sıkmadı. Deniz’in bütün ailesini çok iyi tanıyorum. Deniz bir tek kişiye ateş etse, bunun hesabını ailesine veremezdi. Öyle yetiştirilmiş ki, hümanist, yurtsever, hesabını veremeyeceği eylemi yapmaz. Ama banka soyup, halk adına parayı kamulaştırdığında bunun hesabını verir. Mesela Mahirlerin grubu Türkiye Halk Kurtuluş Partisi-Cephesi, İsrail Büyükelçisi Efraim Elrom’u kaçırdılar ve Elrom, Elmadağ’da bir dairede ölü bulundu. Halkla kopuş o gün yaşandı. Halk, bizim ülkemizde misafir olan, bu konularla alakası olmayan bir diplomatın bu şekilde öldürülmesiyle, o gençlere beslediği sempatiyi ve sevgiyi buzdolabına kaldırdı. Kopuş noktası odur. Ama o gençler de o günün verilerine göre artıları, eksileri yazdılar. Onlara da kızamıyorum, o günün doğrularıyla hayatları pahasına o tartıdan geçtiler. Bu yolun sonunun büyük ihtimalle yok oluş olduğunu göre göre bunu seçtiler. Belki de arkalarında bir örnek bırakmak istediler. Bir de Sibel Erkan’ın 15 yaşında rehin alınması da halktan kopardı. Deniz mesela bunlara karşıydı. Son gün Hasan Ataol ve arkadaşı Deniz’i kurtarmak için Jandarma Genel Komutanı’nı kaçırmak istediler ama başarılı olamadılar. Ama daha da kötü oldu. CHP’nin Senato’da Denizlerin idamını durdurmak için topladığı imzalar bir anda kesildi. Denizleri kurtarmak için yapılan legal eylemlerle illegal eylemler birbirine ters etki yaptı. İnönü de son saate kadar onları kurtarmak istedi maalesef başarmadı, aynı son saniyeye kadar Menderesleri kurtarmaya çalıştığı gibi…
GENÇLER PAPUCUN PAHALI OLDUĞUNU ANLADI
Geçmişin nostaljisi mi, geleceğe dair umut mu ağır basıyor sizin terazinizde?
ABD emperyalizmi Kudüs’te kitleleri taradı. Bu tarihin en büyük bilinçli katliamlarından birisidir. Burada 70’e yakın ölüden bahsediyoruz. Bu göz göre göre geldi. Bu yüzden bu ortam devam ediyor. Gençler artık papucun pahalı olduğunu anladılar. “Ben siyasetle ilgilenmem, ben işime bakarım” dönemi bitti. Özal sonrası gençlik böyle bir dönem geçirdi. Artık “herkes yok olacak, ben güzel hayat yaşayacağım” diye bir şey yok…
https://www.sozcu.com.tr/hayatim/kultur-sanat-haberleri/bedri-bayram-1968-ruhu-korkmamayi-ogretti/