Tüm hafta “ıslak imza” ile yatıp kalktık. Adı “gazeteci” olan bir sürü kuru gürültü, o kanal bu kanal gezip bomboş laflarla, zeki görünmeye çalışarak üç para etmez korkak yorumlarıyla halkı uyuttular.
            Demek adamın biri mesela imza taklit makinesini kullanıp, Başbakan’ın imzasıyla “esas hedefim, kayıtsız şartsız Atatürk Cumhuriyeti’ni kurutmaktır” diye yazıverse, ortaya da gizli şahit olarak geliverse, Başbakan istifa edecek mi? Ne güzel, sen dört ay elinde “belge” kuluçkaya yat… Ardından işareti alınca, bunu ortaya yine imzasız dışkı gibi bırak kaç!
            Bir kere bu muhbir gerçekten bir subaysa, Genel Kurmay Başkanı olsam, bu adamı bulmadan binadan kimseyi çıkartmam. Çünkü bunun aksi, TSK’nın sonu demektir. Bu kadar komik bir belge, ancak Şarlo filmlerinde olur. Hiçbir rütbeli subay böyle bir dosyaya o adı verir mi? Sözde ispiyon, bu kadar mı sığ zekalı?
            Tabii “medya”mızın ruhu çoktan vefat etmiş olduğundan, bu konuları irdeleyemiyorlar. Mantıkları şöyle: Bir gizli ses kaydı hükümete hizmet ediyorsa, hemen “siz onun nasıl elde edildiğine değil, içeriğine bakın” diyorlar. Ama tam tersine, son günlerde yaşadığımız gibi ters yönde, hükümet aleyhine bir bilgi akışı varsa, hemen “bunlar delil kabul edilemez, bunu yayınlamak ahlaksızlıktır” gibi yorumlar! İşte ben buna 1. sınıf gazetecilik derim! Her Ergenekon fısıltısını manşet yapıp Aydınlık Dergisinin yayınladığı bomba kasetleri yayınlayamayan her yayın yönetmenini hasretle öperek tebrik ederim!
            Lütfen hafızanızı şöyle bir geriye sarın: Aylardır  tartışılan Ergenekon ve “ıslak” belge konuları gündeme geldiğinde, kaç kişiden işin özü hakkında yorum dinlediniz?  Cumhuriyet yazarları dışında bir elin parmağını geçmez! Şu haber kanallarının “bir şeyinde inci var” muamelesi yapıp her an konuşturduğu süper zekalar size hiç şunları dedi mi: “Arkadaşlar, ülkeyi Anayasa Mahkemesi tarafından anti laik eylemlerin odağı olduğu kanıtlanmış bir parti yönetiyor. Bu konuyu dağıtıp, oku ters çevirmenin tek yönü şu yaşananlar. Hele böyle bir ‘belge’, bu komik isimle ortada gezdiği zaman, sanki ‘irtica ile savaşmak’ suçmuş gibi bir hava doğuyor. Halbuki irtica, Anayasa’ya ve siyasal parti kanunlarına göre suçtur ve aynen bölücülük gibi, TSK’nın kabul edemeyeceğini 1800 kere açıkladığı kırmızı çizgilerin içine girer. Böyle bir belgeden, sanki ‘TSK uyuşturucu ticareti yapıyor’ denmiş gibi bir suç delili(!) çıkarmak için, bu ülkenin resmi olarak İranlaşma sürecini tamamlamış olması gerekir! Burada yapılan kurnazlık, bu ‘irtica ile mücadele’ görevinin, ‘darbe’ sosuna bandırılmış olmasıdır. Bu kıvrak zeka hareketiyle, ‘darbe’ kötü ve yasak olduğuna göre, “irtica ile mücadele de kötü ve gereksizdir” gibi bir sonuç çıkartılmıştır ortaya. Bu bir tuzaksa, en büyük getirisi budur! İşin büyümesinin esas nedeni, TSK’nın içine itildiği “müdafaa” psikolojisinde, “irtica” ile mücadelenin değişmez ana görevleri arasında yer aldığını söylemekten kaçar hale gelmiş olmasıdır. Konu bu belgeye dayandığı zaman TSK’nın önce “bu belgeyi ben yazmadım, sahte ve zeka özürlü bir belgedir. Ancak Atatürk’ün ordusu olarak irtica ve tarikatlara karşı mücadele ettiğimiz tartışılmaz verilerdir. Bunları birbirine karıştırmayın. Belge bir siyasal rant aracıdır, ama bizim duruşumuzu değiştirmez.” demesi lazımdı. Medya ve AB baskısı altında TSK bunu söyleyemediği için, gereksiz yere müdafaa hattına sıkışıp kalmıştır. Unutulmamalidır ki, ülkenin esas gündemi, dinci faşizmin her geçen gün demokrasiyi yok etme çabasıdır.”

            Yine geçen hafta, ülkemiz ve İran arasında göz yaşartıcı yakınlaşmaları acı acı gülümseyerek izledik. Nihayet İran İslam Cumhuriyeti’nin öve öve bitiremediği bir Başbakanımız olmuş! İki ülke, kendi aralarında TL veya Riyal, ortak para kullanacaklarmış! Bence yetmez! Aynen Euro gibi bir İslami bölgesel para da basabilirler! Zaten demir paralarımızda, o İslami motiflere alışmaya başlamadık mı? AB ile yaşanan kopukluk, Suudi ve Katar Prenslerine verdiğimiz abartılı önem… “Van Minit” çıkartması ile birleşince, hükümetimizin artık rotayı İslami Büyük Doğu’ya çevirdiği anlaşılıyor…  Hatırlayın son kitabımın adını, “AKP Ekspress: Avrupa Biletiyle Tahran’a.” Kahin miyim ne? Bu kadar “AB Şampiyonu AKP” korosunun ortasında, “Kemik” romanımda 11 Eylül’ü önceden gördüğüm gibi, bunu da aynen okumuşum!

Yazı Tarihi: 03.11.2009
Paylaş
Benzer Yazılar