“Hiçbir zalim, ister faşist olsun, ister tarikat cemaati, isterse dünyanın imparatoru olsun, Anadolu topraklarında zafer kazanamaz. Roma İmparatoru Sezar ki Tokat’ta bir kayaya kazıtmıştır ünlü sözünü ‘Veni Vidi Vici’ diye ve  tutunamamıştır Anadolu’da. Timur yakmış, yağmalamış ama en büyük acıları yaşayarak çekilmek durumunda kalmıştır. 12 Eylül’ün faşist işbirlikçileri yenilmediler mi? Çağımızda cehaletin hiç bu kadar cüretkar olduğunun görülmediği bu zamanlar da bitecek. Tarih Anadolu’da zalimin küfürsüz, zulmünün tiksintisiz, bedduasız anıldığını yazmamıştır” diyor Tuncay Özkan, “Ergenekon: Çook Gizli Örgüt Nasıl Kurulur?” kitabının önsözünde ve şöyle bitiriyor: “Bu yazıyı kaleme aldığım 11 Kasım 2009 tarihinde Silivri’de yasalara aykırı olarak, 24 saat kamerayla izlendiğim, ışıkların söndürülmesinin, zarfı açık olmayan, görülmeyen mektup yollamanın yasak olduğu, saat 22 sonrası suların kesildiği ve bütün görüşmelerimin kaydedildiği bu cezaevinde ve hücremde neyle suçlandığımı bilmeden, hakkımda hukuki bir iddianame olmadan ve itirazlarım okunmadan, hepsi aynı gerekçelerle reddedilerek zorla alıkoyuluyorum. Kendimi yurdumda esir sayıyorum. Hakları, hukuku, özgürlüğü entrikayla elinden alınmış bir esir. Cezaevi içinde bir mahkeme dahi olsa, hatta darağacı kurulsa, evrensel hukuka inançla, masumiyetimi ve inandıklarımı savunmaya devam edeceğim”.
          Silivri’de yaşanan her şey hem dram, hem de tarih dersi… İleride bu devirde yaşamış ama cesaretini toplayıp bu davaları şahsen izlemeye hiç gitmemiş olan sözde gazeteciler ve “kara aydınlar”, belki en azından yapmaya çalıştıklarını iddia ettikleri sözde meslekleri adına büyük bir pişmanlık duyabilirler… Silivri’de geçen hafta Özkan’ın savunmasını izledim. Aslında “izleyemedim”! Çünkü şöyle başladı Özkan: “Anayasa’nın 19. Maddesi ve CMUK’un şu, şu, şu maddeleri gereğince suçumu bilmek durumundayım. İddianame detaylı olarak suçun delilleri, işlendiği yer, zaman dilimi, hepsini bana bildirmiş olmalı. Ama ben herhangi bir kayda rastlayamadım. Türkiye Cumhuriyeti’ni ortadan kaldırmaya çalıştığım söyleniyor ama ortada ne kanıt var, ne de eylem. Bana sunulan binlerce sayfa dosyadan sen kendi suçunu biliyorsun, kendin oluştur deniyorsa, bunu hukukçu kimliğine yakıştıramam. Farzedin bir çoban olarak buradayım, okuma yazmam yok. Bildirin bana suçumu! Burada benim inançlarım yargılanmaktadır. Hayatımın tüm muhasebesini yapmaya hazırım. Suçlarımın ne olduğu bana bildirilirse hepsine teker teker yanıt vereceğim. Ama neyle suçlandığım bilinmiyorsa ve ısrarlı yazılı taleplerime yanıt bile verilmiyorsa, o zaman davanın düşürülmesini istiyorum”.
          Özkan en son 25 Eylül’de verdiği “suçunu öğrenme” talebinin akıbetini sordu. Savcılık şöyle yanıtladı: “Bu dilekçe tarafımıza ulaşmamıştır”. Orada, Mahkeme Heyeti ve Savcıları birbirinden ayıran 10 metre içerisinde bu nasıl oldu diye şaşkın gözlerle birbirimize bakarken, Mahkeme “biz yollamamışız” diyerek durumu çözdü…
          İnsanın bir günlük özgürlüğünü bile elinden almak çok büyük bir ceza ve haksız yere yapılmış olma olasılığı varsa, burada tedbir cezalandırmaya dönüşüyor ve avukatların her biri mükemmel savunmalarında bunu dile getiriyorlar. “Balbay ilk gözaltına alındıktan sonra kaçtı mı? Hayır mesleğine döndü” diye hatırlatıyor avukatı Ümit Aydın… Ve Hurşit Tolon’un avukatı Sezer: “Somut delillerle öne sürdüğümüz taleplerimiz karşılanmıyor. Şüpheye düşüyoruz: Ülkemde yeni bir hukuk anlayışı mı var?”
         Daha neler öğreniyoruz neler… Resmi evrakta sahtecilikten yargılanan “gizli” tanıklar, “Abi, Ergenekon’dan tutuklanmayız değil mi” diye yaptıkları espriler kendi önlerine suç dosyasında gelen sanıklar, Kamuran İnan’la saf ve doğal günlük siyasi görüşmeler yapan Mehmet Haberal gibi bir dünya değerinin suçları arasına böylesine masum cümlelerin girmesi, vs, vs… 

Sonuç mu? Mahkeme Başkanı aralarında Özkan, Balbay ve Özbek’in de olduğu isimlerin özgürlüğünü istiyor, fakat bu talep iki yardımcısının oylarıyla tıkanıyor.. Özkan mı? O, tam iflah olmaz “Deli Dumrul”: “Beni serbest bırakırsanız yarın yine aynı mitinglerin  daha büyüğünü düzenleyeceğim, kimse beni düşüncelerimden vazgeçiremez!” diye haykırmaya devam ederek geçen “savunma” (?) haftasını onuruyla tamamlıyor…   

Yazı Tarihi: 29.12.2009
Paylaş
Benzer Yazılar
Videolar
Alt
Bedri Baykam, Şaban Sevinç’in canlı yayın konuğu oluyor ve yeni kitabı ''Genel ve Çok Özel İlişkilerin Sakıncalı El Kitabı''nı anlatıyor. Baykam, uzun süren evliliklerin eşler arasındaki cinselliği bitirmemesi için evli çiftlere liberalizm öneriyor.