Son yıllarda sergilerim nedeniyle sıkça gittiğim kentlerden biri Berlin. Bu hafta açılacak sergim vesilesiyle yine orada bulunmak ister istemez bir genel  kuş bakışını beraberinde getiriyor. Dünya tarihinde en ağır şekilde bedel ödeyerek 28 yıl geçirmiş bu efsane kent, yıllarca aileleri, ideolojileri, aşkları tam ortasından parçalayarak bölmüş, soğuk savaşın küçük bir karşılaşma alanında dünyanın iki dev kutbunu karşı karşıya bırakmış. Düşünün ki, ABD ve Sovyetler, dünyanın o kadar farklı bölgelerinde ve diploması masalarında dogrudan veya dolaylı olarak her gerilim hattında birbirlerinin soluğunu enselerinde hissederken, burada “Checkpoint Charlie”de, sınır-savaş alanı ışıkları ve sayısız kum torbası arasında kapitalizmin ve komünist rejimin askerleri elleri makinalı tüfeklerinde göz göze geliyorlardı. Her türlü izinli geçiş, şüpheli adam takası, buradan oluyordu. Arabaların bagajına, hatta altına saklanarak “özgür Berlin”e geçmeye çalışırken öldürülen 150-200 civarında Doğu Berlinli arasından ilk kurbanı olan Günter Litfin’in bugün anıtı önünde karanlık günler hatırlanıyor... Bu arada belki 5000 kadar şanslı Doğu-Alman ise bu kaçışı başaranlar arasında tarihte yerlerini almışlar.
           Bir gecede, 13 Ağustos 1961’de şeytanca bir uygulamayla birbirinden koparılan insanlar, çoğu bir daha ömür boyu birbirini göremeden yaşayıp gittiler. Dünya küçük dilini yutarcasına, Nazizmin yarattığı yıkımların ardından yine Alman topraklarında yeni bir insani dramın yüküyle karşılaştı. Dünya Harbi’nde istemeden ittifak içine giren ABD ve Sovyetler, bu sefer kurtardıkları bölgede “General Patton” filminin sonunu doğrularcasına yeni bir hesaplaşmaya giriyorlardı. 26 Haziran günü  Kennedy’nin batı Berlinlilere ve tüm Berlinlilere destek vermek için söylediği “Ich Bin Ein Berliner” (Ben bir Berlin’liyim) sözü, bu dönemecin zirve yapan anlarından biridir. “Glasnost” buzları eritmeye basladıktan sonra, Polonya, Macaristan ve Çekoslavakya’nın yaşadığı demokratikleşmelerden sonra bir gece o kapılar sanki kendiliğinden açılıncaya kadar:  Doğu Alman Sosyalist Birlik Partisi yetkilisi Günther Schabowski, 9 Kasım 1989 akşamı bir basın toplantısında biraz da yanlış anlamalara sebep olarak “Sürekli yeniden yerleştirilmeler Doğu ve Batı Berlin arasında tüm sınır geçiş noktalarından yapılabilir” demecini spontane şekilde bir soruya cevap verirken ortaya atıverdikten sonra, şaşkın insanlar, pek de inanmadan o kapılara yığılmaya başladılar ve “gardın düşmüş olduğunu” gördüler!
            O andan itibaren onbinlerce insan tarihin sayfaları yırtılıp, zaman geriye alınırmışcasına 28 yıldır görmedikleri yakınlarının adreslerine koştular. Acı, gözyaşı, kültür-şok ve özgürlüğün şizofrenik şekilde içten kestiği damarlar, sayısız trajik filme konu olabilecek hikayeleri bu insanlara yaşattılar... Peki şimdi size niye hatırlatıyorum bu Berlin hikayelerini? Bugün Berlin’e giden her Türk’ün gezmesi gereken ilk yer Berlin Duvarı Müzesi’dir. Fakat ne yazık ki “Almancı” taksilerimizin de teyid ettiği gibi, alış-veriş iştahını bir türlü doyuramayan yurdum insanı, Berlin’e bile siyasi-kültürel tarihi irdelemekten çok mağazaları talan etmek için gelmekte. Hem de ülkemizde her köşe başında rakip iki AVM bulunan şu günlerde bile! Berlin caddeleri, Hitler iktidarının “ihtişamlı karanlıklarından” duvar günlerine, duvarın  çöküşünden bugünlere kadar çıkarılacak binbir dersle dolu.
          Rejimler bir-iki ay, yıl veya günde yıkılabilen kumdan kalelere dönebilirler.  Fransız İhtilali, Rusya’da Çarlığın çöküşü, Küba’da Batista rejiminin devrime yenilmesi, Romanya’da Cauceskuların ihtilale boyun eğerek kurşuna dizilmeleri, Orta-Doğu’da dış provokasyonlarla gelen devrik liderler, yerinden sökülen heykeller... Bunlara onlarcasını ekleyebilirsiniz...
          Bizde ise, sözde siyaset normal sürerken içten yapılan sürekli bölgesel ameliyatlarla gelen sinsi rejim değişikliği, her an iliğimizi, kanımızı boşaltan bir uzun çin işkencesi gibi geliyor. Kimin hangi nedenle eğitimimizi, Ordumuzu, Anayasamızı, yaşam tarzımızı zorla değiştirdiğini sorgulayamadan, 10-15 yıla yaydırılarak yapılan bu karşı-devrimlerle, düne kadar vazgeçilmez ve tartışılmaz olan temel değerlerimiz, “Nutuk”larımız, bugün suç unsuruna dönüştürülerek sorgulanıyor! Ve bizler bu yeni rejim devirme metodolojisinin birer kurbanı olarak bu süreci, zorla gözlerimiz “blefarosta”larla açık tutularak izliyoruz, hem de bir şey görememeyi başararak! Tarihe bu sürecin açıklanması, Berlin duvarının anlatılmasından çok daha zor olacak...

Yazı Tarihi: 04.09.2012
Kategori: Yaşamdan
Paylaş
Benzer Yazılar
22 Ocak 2013
Görüntülenme:

01 Ocak 2013
Görüntülenme:

04 Eylül 2012
Görüntülenme:

Videolar
Alt
Bedri Baykam | Bir Haremim Olsun İsterdim / I Wish I had a Harem @Berlin