Pazar gününü “Denizler”le beraber geçirdim. Önce Ankara’ya, Karşıyaka Mezarlığı’na gittik. Çok nitelikli büyük bir kalabalık vardı. Türkiye’nin onca bölgesinden gelmiş güzel insanları, ’68 Kuşağı’nın karizmatik önderi Deniz Gezmiş’in mezarını kuşatmışlardı. Hüseyin İnan ve Yusuf Aslan’ın mezarları da zaten çok yakındı Deniz’e… Ağabeyi Bora Gezmiş’le kucaklaşıp, oradan da öğlen uçağıyla İzmir’e geçtik. Buca Belediyesi’nin, Müberra Kıyakkaş ve İnci Kır’a yaptırdığı “3 Fidan Anıtı” nın açılışı vardı. Yine gıpta edilecek şekilde, ülkenin en aydın, en özverili, en sağlam “her yaştan gençleri” bir araya gelmişlerdi. Onların önünde yaptığım konuşmada en çok vurguladığım konu, Gezmiş ve arkadaşlarının 20. ve hatta 21.  yüzyıl üstünden, yaptıkları siyasi çözümlemelerde nasıl haklı çıktıklarıydı. Gerçekten de emperyalizmin kirli yüzünü çok erken görmüşlerdi. Onlar için kendi yaşamlarının bir değeri yoktu ve “ölüm nereden gelecekse gelsin, hoş gelsin, sefa gelsin” diyen bir Che Guevara öğretisinden geçmişlerdi. Sonuçta onları gözlerini kırpmadan ölüme yollayanların ardından,  benzer karanlık güçler Muammer Aksoy’dan Necip Hablemitoğlu’na kadar, onca can dostumuzu yok etmişti. Vurguladığım nokta ise buna rağmen hiçbir bıçağın, hiçbir kurşunun, hiçbir bombanın bizleri yolumuzdan çeviremeyeceğiydi. Coşkulu kalabalığa ayrıca orada dinletisini paylaşmaya hazırlanan sevgili Ataol Behramoğlu ve onca diğer gerçek aydınla başlattığımız “Sanatçılar Girişimi”nin selamlarını ilettim. Sonuçta, gerek hakkını arayan tiyatrocular gerek bizler, bu ülkeyi yöneten Başbakan’ın gözünde “ideolojik debelenmeler” geçiren birer zavallı “yarım porsiyon aydın”dan başka bir şey değildik! Düşünüyorum da ne kadar ilginç! Bunca ulusal ve uluslararası sorun sellerinin orta yerinde, bizim ülkenin iktidarı, kafayı heykellerle, tiyatrolarla, yazarlarla bozmuştu! “Ucube” krizleri, basılmadan toplatılan kitaplar, yok edilmeye çalışılan tiyatrolar ve tüm bu entelektüel dünyanın alt yapısını oluşturan unsurlardan internet dünyası… İş güç bırakılmış, “Türkiye’nin yaratıcı insanlarını nasıl rahatsız ederiz?” sorusuna yanıt aranıyor iştahla!

Efendim ülke sil baştan, yeniden “dizayn” ediliyor ya, bunun da ucu gelip yeni Anayasa yazımına dayanıyor! Şimdi bu yapay, dayatılmış ve hatta hukuksuz çabayı kaleme alacakları yer “çok tarihi” olarak görülüyormuş da, bunun heyecanını (!) bize pazarlamaya çalışıyor merkez medya! Bu arada Anayasa Uzlaşma Komisyonu’nun içindeki bir alt  komisyon, Başbakan ve Meclis Başkanı’nın da kurucuları arasında olduğu Birlik Vakfı ne teklif etmiş, belki duymuşsunuzdur: “Laiklik” kavramının  ve “Türkiye’nin başkenti Ankara’dır” ibaresinin Anayasa’dan çıkarılmasını ve Başkanlık sistemine geçilmesini, Anayasa’nın ilk üç maddesinin de değiştirilmesini önermişler. Helal olsun! İşte ben buna “statükoculuğu yıkma operasyonu” derim. İşin traji-komik yönüne bakın ki, birileri düğmeye basmış, A’dan Z’ye ülkenin temel felsefesi ve ideolojisini yerle bir edip değiştiriyorlar. AMA… Silivri’de bu sözde suç iddiası ile onca başka kişi yatıyor! Hayat işte, ne dersiniz!
Bu arada, her şey son hızla değişirken, ülkeyi mutlu edecek onca başka gelişme de yaşanıyor! Mesela “Kitle-Muhalif- Savıcı” çok etkili bir yeni silahın tanıtımını gerçekleştirmiş Emniyet. Öyle kötü maddi zararlara sebep olmuyormuş, yalnız insanlara zarar veriyor ve hatta etkisine aldığını acıyla ve yanma hissiyle hareketsizleştiriyormuş! Bunun dışında ülkemizde Didim’de bile Alevi vatandaşlarımızın oturdukları evlere tehditler ve ölüm fermanları asılıyormuş!  Bir başka sevindirici haber ise, artık Danıştay kararı olmasına rağmen o “eski” (!) sıkıcı dönemi hatırlatan 23 Nisan ve 19 Mayıs kutlamalarının düzenlenmeyecek olmasıymış! Böylece “statükocu” dayatmalarla sap gibi sırasını bekleyen cıbıl cıbıl kızlar da olmayacak ve hükümetimiz rahat bir nefes alacak.

Şimdi bu kadar hareketli bir gündem ve “ileri demokrasi”ye sınırsız süratle koşulan bir ortamda, yeniden dizaynını heyecanla yaşayan TSK’nın Ümit Kocasakal’ı yanlış anlamış veya Bekir Coşkun’u hiç anlamamış olmasını eleştirecek misiniz?  Her şey “altüst” ve “yerle bir” olurken, Anıtkabir ziyaretçi sayısı bile “çok gizli belgeler” arasına geçiş yaparken, bunu da çok görecek halimiz yok ya? Sizin evinizde de bunlar yaşansa, kuzeyinizi güneyinizi, feleğinizi şaşırmaz mıydınız?

İşte bu nedene, lütfen deprem yaşanırken yorumlarınızı insaflı yapın sevgili okurlarım(!).

Post Date: 08.05.2012
Share on