Ortada öyle bir hava oluştu ki, sanki Türkiye-Suriye gerginliği, düşürülen uçakla başlayıverdi! Yok daha neler! O kadar da kıt değil herhalde, "balık" ayarında denilen o ünlü belleğimiz değil mi? Türkiye zaten aylardır, bir yolunu bulup Suriye ile kapışmaya meraklı, öne sürülmüş bir zoraki cengaver konumunda. Bu son tırmanan kriz, olsa olsa birilerinin arayıp da bulamadıkları "gerekçeyi" gökten düşercesine yakalayıp sahiplenmelerine olanak sağladı!
Bundan bir kaç ay önce bir yazımı okumuştunuz: "Erdoğan savaşını arıyor"(27.09.2011 tarihli) başlığı taşıyan. Orada, yaratmak istediği iç ve dış imaj doğrultusunda Başbakan’ın "Ecevit’in Kıbrıs fatihliği" gibi bir sıfat sağlamaya soğuk bakmadığını aktarmıştım.  Eh, zaten ABD’nin Türkiye'ye bonkörce verdiği "BOP" sıfatları ve yetkileri de, böylesine bir candan Jandarmalık görevine davetiye çıkarmıyor muydu?
             Kaderin şu cilvesine bakın ki, Erdoğan son 1-2 yıla kadar, hep "tüm komşularımızla sıfır sorun" söyleminden dem vurdu. Olsa olsa siyasi söylem veya ödünleri eleştiri alsa da, kimsenin buna pek bir itirazı olamazdı. Bunun ardından ise, ne ilginçtir ki, bu sınırlardaki ülkelerle ilişkilerimiz tel tel eskimiş duvar boyası gibi dökülmeye başladı. İran, Ermenistan, Kıbrıs vs derken sıra ağırlıklı olarak Suriye’ye geldi.
              İşte bu Suriye konusu, ne yapılırsa yapılsın, halkımızın mantığına bir türlü oturamıyor, "korkunç bir can düşmanı" karar ilamı,  bu ülkenin boynuna asılamıyor. Neden mi? Yahu daha düne kadar, her an yediği içtiği ayrı gitmeyen, beraberce maç izleyen, birbirlerine hediyeler sunma yarışına giren, karşılıklı vize iptal eden, sürekli kalıcı bin yıllık dostluktan söz eden bu iki ülkenin liderleri ne oldu da şimdi halklarını birbirleriyle savaştıracak kadar düşman oluverdiler? Bugün Suriye hakkında savaş açmayı gündeme alacak kadar gözün dönebilmişse, dün koca Turkiye’nin hiç mi elinde istihbarat yoktu da, hiçbir şey bilmeyip, sabah akşam dostluk mesaji veriyorduk?
             Yoksa ana konumuz, demokratikleşme açısından bu verilerle hiçbir yere varamayacağını defalarca anlattığım "Arap Baharı masalı" çerçevesinde emperyalizmin temennilerini yaşama mı geçirmekti? Esad, böylece bir anda mı "yok edilecek adam" statüsüne geçiverdi? Sürekli demokrasiden söz ederek, işine geldiği gibi dünya kaynaklarını kendine peşkeş çekilir hale getirmek için uğraşan ABD, Orta Doğu’da tüm jeo-politik çıkarları adına kan dökerken, bu sefer  kirli işlere kendini bulaştırmak istemiyor. Neden mi? Çünkü Obama, "savaş makinesi Bush" tan farklı bir imaj verme gayreti içinde, çünkü Kasım’da yeniden Başkanlık seçimi var, çünkü Obama bunu halkına zor anlatır. ABD, altına kendisinin giremeyeceği bir savaşı başlatmak durumunda hissediyor kendini.
            İyi de, her savaş kaç ölü verir? Harbin acımasızlıkları karşısında her ırk, her din eşit acılar çeker. Böyle bir savaşın galibi zaten olamaz. Sabah akşam "müslümanlık" tan söz edenler, bu sefer Irak katliamının ardından  iki müslüman halkı mı kapıştıracaklar? Halk diyorum, çünkü askerler halkın içinden çıkar. Yine anneler ağlayacak, evler yıkılacak, çocuklar anasız babasız kalacak, ateş düştüğü yeri yakacak... Şu anda uçak krizine rağmen, bir türlü komşusuna düşmanlıkla bakamayan vatandaşlarımızı, birileri psikolojik olarak savaşa çekmeye çalışıyor! Mesela bu arada bir de PKK tekrar saldırsa, bu suç da çok rahat Esad’a atılabilecek.
           Bir sorun daha var: uluslararası konjonktürde, bu konuda işler sanki adım adım sarpa sarıyor! Mesela Rusya ve Çin, ABD baskısına diplomatik olarak direniyorlar. Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov, aynen o "Namert" Wall Street Journal gibi, neden o bölgelerde macera aradığı bir türlü anlaşılamayan uçağımızın Suriye hava sahasında düşürüldüğünü münasebetsizce anlatıyor. Bu arada Cenevre’de BM daimi üyesi ülkeler ve bölgenin kendi kabadayılarının dışişleri bakanları arasında yapılan toplantıda bile, ABD’nin umduğu sonuca ulaşılamıyor, Esadsız bir toptan çözüm kararı yerine, bir karma geçiş koalisyonu kararı alınıyor. Hilary Clinton, bunu tabi ki buz gibi karşılıyor.
            Bir yandan Türkiye dolduruluşa getirildiği gibi "bölgesel ve küresel bir faktör olma yolunda ilerleyen bir hızlı ülke" konumundan, arkadan kimin ittiği belli şekilde Emperyalizmin sözde demokrasi tutkularına (!) aracılık yapan masa sıfatına geçiş yapıyor. Bizler de acı bir kahve içerek, batıya göre bu "örnek müslüman ülke" nin (!) içinde olup bitenlere bakıp,"Ne yaptık da hakkettik böyle bir ‘absürd ve zalim’ dönemde yaşamayı”diye kan ağlıyoruz...

Post Date: 03.07.2012
Share on