Yobazlarla mücadele, hayatın güzelliklerini algılamamıza mani olmamalı. Bu zaten aydınlanmanın olmazsa olmaz şartlarından.

Herkesin starı kendine: Pazar günü Sabah’ta Mehmet Altan’ın İran Cumhurbaşkanı Ahmedinecad’la fotoğrafı yayınlandı. Altan bu şahısla “fotoğraf çektiren ilk Türk gazeteci” olmakla övünüyordu!!!

Otobiyografimin birinci cildi kimliğimi oluşturan esin kaynaklarını detaylı olarak ele alıyor. Gerek siyasi, gerek sanatsal, gerek düşünsel planda kimlerden etkilenmişim, kimler farkında olmadan temelime harç koymuş. Her birimiz çeşitli etkileşimler sonucunda benliğimizi buluyoruz. Kalabalık listemin içinde Atatürk, İnönü, Suphi Baykam, Che, Deniz Gezmiş, Picasso, Nastase, Sartre, Camus gibi isimler, Pink Floyd, Rolling Stones, Beatles gibi müzik grupları var. En hayran olduğum iki müzisyenden biri Mick Jagger, diğeri Roger Waters. Jagger’in Rock dünyasındaki dehası ve tükenmez enerjisi ortada. Üç kuşağa birden hitap ediyor.

Roger Waters, Pink Floyd’la beraber açtığı sayfayla çağımızın Mozart’ı olarak kabul edeceğimiz bir dev. Geçen salı Kuruçeşme Arena’da, kurduğu grubundan ayrılıp yoluna yalnız devam eden Waters’ın konserine gittik. Belki hayatta geçirdiğim en muhteşem üç saatti! Kim bilir 60’lı yaşların neresinde Roger Waters. Ama sahneyi bu kadar iyi dolduran, bu kadar saydam, mütevazı ama görkemli, bu kadar derin, güçlü ama duygusal bir insan bulmanız mümkün değil. Susuzluktan ölmeme rağmen üç saat boyunca “Waters”ın hep sahnede kalması ve mutluluğun bitmemesi için bağırıp durdum. O, kanımıza karışmış bir adrenalindi.

Zaman, ölüm, şiddet ve toplumsal baskılar gibi konuları en derin şekilde analiz eden şarkıların yazarı, sahnede nefis bir barkovizyon gösterimi eşliğinde binlerce izleyiciden tam puan aldı. Waters’ın görsellikle beslenen müzik şöleninde aktardığı en çarpıcı yaşanmış hikaye, herhalde 17 yaşındayken Ortadoğuda arabası bozulunca otostopla kendisini alan bir Arap ailenin ona gösterdiği yakınlıktı. “Bu insanları bombalamak mı lazım?” diye emperyalizmin acımasız tavrını sorgulayan Waters, bunun dışında da konser boyunca birçok barış şarkısı söyledi.

Wish You Were Here”, (Burada Olmanı İsterdim), “Dark Side Of The Moon”’un (Ayın Karanlık Yüzü) ardından, “The Wall”dan (Duvar) da en tarihi parçalarını söyledikten sonra sesimiz kesilene kadar yaygara yaptık ama hemen kenarda bekleyen bir tekneyle el sallayarak sevenlerini terk etti. Biliyorsunuz Waters kimseyle görüşmedi, röportaj vermedi. Ama çok arzu ederseniz Waters’ın söz ettiği “duvar”ların da içinden geçebilirsiniz! İki saat sonra kaldığı otelin barında Waters’la tanışma ve sohbet etme imkanı buldum! Ünlü müzisyen heyecanla banttan da olsa İngiltere-İsveç futbol maçını en ateşli taraftar gibi izlemekle meşguldü. Kendisine, yıllardır bizlere bonkörce dağıttığı keyif ve güç için teşekkür ettim, İngilizce kitaplarımı verdim ve hatta fotoğraf bile çektirdik!

Kim bilir niye grubundan ayrılıp yoluna yalnız devam etti Waters? Ama bizim açımızdan pek bir fark yoktu. Müzik tadı Pink Floyd’la tamamen eş değerdeydi. Waters, Küba’dan Türkiye’ye, Tokyo’dan Sidney’e, Chicago’dan Paris’e son 35 yılda milyarlarca insanın yaşamına o çok katmanlı ve zengin müziğiyle, dokunaklı güfteleriyle sızdı. Her birinin beynini, gönlünü, ruhunu besledi. Kendisinden sonra gelen Alan Parson’s Project, Police, Depeche Mode gibi büyük grupları da sürükledi. Bu kadar muhteşem bir beynin, cesuryürekli bir insanın siyasi olarak da bu kadar doğru bir rota izlemesi dünya için ne kadar büyük bir şans…

Post Date: 01.01.2006
Category: Yaşamdan
Share on