Silivri’de tutuklu sanıklar salona girer girmez ilk sözü Balbay aldı: “Yıllardır beraber hukuk arıyoruz... Lütfen artık insanlar doğru gazetecilik yapsın. Yıllardır halkı darbe yalanları ile kandırmak istediler ama sizler kanmadınız. Biz hep haklıyız ve haklı kalacağız.”
Silivri’ye defalarca gidip duruşma izledim. Maalesef normal bir insanın aklını yitirebileceği iddialara karşı ülkemizin en değerli aydınlarının nasıl dayandıklarını, aileleri adına sabredip, nasıl akıl sağlıklarını koruyup değerli avukatlarıyla beraber yanıt vermeye çalıştıklarını gördüm. Defalarca sütunlarıma da yansıyan bu seanslarda kendi akıl sağlığımı da korumaya çalıştım. Çünkü insanlar bir ay öncesine kadar sokaklarda normal bir hayat yaşarken, bizler “Silivri Zulümhanesi”nde kimliklerini yitirmeleri için her şey yapılan arkadaşlarımıza yardım edemediğimiz için yıkılıyorduk.
İşte geçen cuma günü, Av. Zeynep Küçük, Ergenekon Davası’nı, Cumhuriyet’e atılan bombalara ve Danıştay Davası’na bağlayan iddiaları bir daha hiçbir zaman insan içine çıkamayacak hale getirdi. Tabii ki daha önce de bu yanıtlar verilmişti. Ama bu defa sunum kanıtlı ve toptan değerlendirmeli oldu. Cumhuriyet’e atılan bombalar ve Danıştay Cinayeti de, tutuklu arkadaşlarımıza biçilmek istenen ağır cezaların ana kaynağı olduğu için, Küçük’ün büyük başarısı, aslında Ergenekon Davası’nın bu haliyle sürdürülmesini imkansız hale getirmek oldu. Yani şöyle özetleyelim: Dava’nın normal bir hukuk akışı içerisinde sürdürülebilmesi için, hakimlerin ve hatta savcının bir an önce “gerçeğe ulaşmak üzere”, ya Küçük’ün iddialarını çürütmeleri ya da mükemmeliyete şapka çıkarıp davanın akış yatağını değiştirmeleri lazımdı. Bu da tabii Küçük’ün ana talebini artık kabul etme gereğinden başlıyordu. Yani, Danıştay Cinayeti’ni, Ergenekon Davası’na yamama çabalarını tarihe gömmek ve tarafsız bir şekilde artık dayanağı kalmayan davayı bu yeni tespitler ışığında yürütüp adil olarak sonlandırmak.... Ama bu doğrultuda bir işaret göreceğimize, davada, aniden sonlandırılmak üzere herkesten “son sözleri” soruldu ve 5 Ağustos’ta Karar Duruşması’nın yapılacağı duyuruldu. Hem de henüz dinlenmemiş bir çok tutuksuz sanık olmasına rağmen!
Ben Küçük’ün o gün gösterdiği performansın benzerini bir tek sinemada gördüm! Savcı Garrison rolünü oynayan Kevin Costner’in JFK filmindeki başarısı geldi aklıma. İçi boş bulutlar arasına birkaç yıldır sıkıştırılmış bu sözde iddiaları öylesine çözüp attı ki, hiçbir Japon yapıştırıcı onları bir daha bir araya getiremez! Peki ne dedi Küçük? Penguen Medya’nın her gün yayınladığı 100 sayfalık gazetelerde hiç değinmediği metni, ben de bir köşe yazısına sığdırıp anlatamam. Ama siteme girerseniz (www.bedribaykam.com) en azından yazılı şekliyle bu inanılmaz dokümana ulaşabileceksiniz. Lütfen bunu zaman ayırarak bugün, aynı zamanda muhteşem bir “gerçek polisiye” okur gibi de yapın. En afilli hafiye romanları yanında halt etmiş! Birkaç cümlede özeti çok zor ama deneyelim: Türkiye’de siyasi akışı toptan değiştiren Ümraniye bombalarının ele geçiş saatleri her yerde değişik ve çelişkili. Ayrıca anormal bir kararla bu bombalar büyük dikkatle saklanmak yerine, ertesi gün haklarında “imha” (!) kararı çıkıyor! Dava daha sonra iktidarın işaret ettiği bölgeye doğru akıl almaz bağlantılarla uçuşarak ilerlemeye başlıyor. Kendisini kurtarmak için “bombaları Veli Küçük ve Muzaffer Tekin’den aldığını” söyleyen sanık Osman Yıldırım’ın destek ifadeleri, yine “tanık ve aynı zamanda gizli tanık” olan Osman Yıldırım’dan! Danıştay Davası ise tam bir trajedi ve mantık iflası. “Allah’ın askerleriyiz” diye bağırarak Danıştay binasında üyelere saldıran ve Yücel Özbilgin’i öldüren Alparslan Aslan’ın babası, cinci Salih Hoca ile ilişkide olan oğlunun, saldırıyı yaparken “Esma-ül Hüsna okuyup yüzümün görünmezlik kazanacağını düşünüyordum” dediğini 158. celsede aktarıyor! Ve ardından insan beynine meydan okuyan varsayımlarla Aslan ve Tekin-Küçük ilişkisi inşa ediliyor, üstelik “örgüt” varsayımı bir bulut gibi böylece davaya yayılıyor!
Hakim heyeti Küçük’ün bu dava ayırma çağrısına hem de gerekçe göstermeden kulak vermezse, tarih önünde hiçbir zaman yanıtlayamayacağı bir köşeye sıkıştıracak kendisini.
Son sözleri de salona Tuncay Özkan söyledi sayılır: “Burada hukuk yok, delil, suç, suçlu yok. Ülkenin her çakıl taşını koruyoruz . Bu kavga Türkiye özgürlüklerine kavuşana kadar sürer. Gençliğe ve özgürlüğe, mücadeleye devam ederek hizmet edeceğiz. İçeride gerekirse beş metre karede inançlarımız için böyle yaşayıp öleceğiz. Dava ve sonuç bellidir, hepinize teşekkür ediyorum”.