Dünya, büyük ihtimalle yalnız Suriye’de değil, yakın ve Orta-Doğu’nun bir çok ülkesinde de büyük kayıplar verdirebilecek bir savaşın eşiğinden döndü. Kim ne derse desin, bu uluslararası diplomatik arenada da, dünya halklarının gözünde de Putin’in başarısı olarak göründü. Amerikan kovboyunun her zamanki gibi, kendi keyfi, çıkarı ve ajandası uyunca, salonda istediği şekilde silah çekebileceği ve arzu ettiği herkesi vurabileceği senaryosu, Moskova’dan geri döndü. Kremlin, 1970’leri uzaktan andıran bir şekilde -her ne kadar dünya artık “soğuk savaş”ın ortasında yaşamıyorsa da- attığı ısrarlı ve kararlı adımlarla, Amerikan Senatosu ve Obama’nın iki dudağı arasında sanılan alçak bir savaşın tetiğinin çekilmesine mani oldu. Bunun kredilerini de ciddi biçimde aktifine geçirdi.
          Öte yandan kendimizi kandırmamıza gerek yok. Ülkelerin yapısına, muhalefetin ve basının özgürlük alanına baktığımızda, Putin bir demokratik kahraman olmadığı gibi, tabii ki Esad da bu konuda dünyaya örnek olabilecek bir İnsan Hakları Ödül adayı değil! Her ikisinin de bu alanlardaki performanslarına baksak, pek iç açıcı bulmayız. Buna karşın geçen iki haftalık süreçte yaşananlar Putin’i öne çıkardığı gibi, Esad’ı da ABD’ye kafa tutmuş ve tutarlı bir çizgide hareket etmiş lider konumuna getirdi.
           Sonuçta Obama, Putin karşısında halk deyimiyle karizmasını çizdirdi. Kimilerine göre fiili dünya liderliğini bile kaybetti. Ama öte yandan aynı Obama, Putin’in planının devreye girmesiyle, o karizmayı tarih önünde büyük bir geri adımla çizdirmekten kurtuldu! ABD lideri, seçildikten sonra ilk ziyaretini ülkemize yapmıştı. O Salı çıkan köşe yazım, Obama’ya açık bir mektuptu. “Size temiz bir sayfa açıyoruz” diyen o yazıda, ABD’de büyük umutlarla seçilen lidere “Sizi Bush’un suçlarından sorumlu tutmayacağız, temiz bir sayfa açtık, ancak onu temiz tutmak da yine sizin göreviniz” demiştim. Zaten daha önce de Afganistan’da dosyasını kirleten Obama, bu sefer çok daha büyük bir felaketin eşiğinden döndü! Zoraki ortak gibi peşinden sürüklemeye çalıştığı Avrupa’yı da kendi günahlarını orta yerine çekerek... Çaresizlik içinde ABD “çetesi” ne halklarının itirazına rağmen yine girmeye zorlanan Avrupa da “direkten döndü” diyebiliriz.
            Aynen illa “Irak’ta kitle imha silahları var” diye direten Bush gibi, Obama’nın ABDsi de “Suriye kimyasal silah kullanıyor” diye tutturup, yeni bir kan içiciliğine ve çıkar operasyonuna girişmek istedi. Hem de ne pahasına? Afganistan’da 30-35 yıl önce kendi besleyip büyüttüğü canavar olan El Kaide’yi direkt olarak destekleyen dinci grupların bir parçası olma pahasına! Sokakta kör testereyle baş kesen yobazların “mühimmatçısı” ve baş destekçisi olma pahasına!
            Kennedy’den önceki Amerikan Başkanı Eisenhower, başkanlıktan ayrılmadan önce, 1961 Ocak ayında yaptığı son konuşmada, ülkesinin siyasetçilerini ve hatta dolayısıyla dünyayı “Amerikan askeri-endüstriyel kompleksi”ne karşı uyarmıştı. John F. Kennedy’nin çok ciddiye alarak dinlediği bu tarihi sözlerin önemi, daha sonra gerek JFK döneminde, gerek tüm Vietnam Savaşı süresince de kanıtlanmıştı. Daha sonra ABD’nin son Irak ve Afganistan çıkartmalarında da etkili olan bu “dünya polisliği” merakının, “dünyaya demokrasi taşıma özverisi” ile yapıldığına inanan, kafasında beyin taşıyanlar arasında, kaç kişi çıkar, merak ediyorum doğrusu! ABD’nin petrol, silah ve para babalarının savaşı olan Irak cephesine karşı yeni kıtada oluşan ciddi muhalefet sayesinde o dalgada yükselerek başkan olmuş Obama’nın aynı baskılara boyun eğip Suriye seferine, üstelik Türkiye’yi maşa olarak kullanıp girişmeye kalkması, büyük bir hayal kırıklığıydı kendisine güvenenler adına...
             Rusya’nın bu savaşı en azından şimdilik askıya alabilmiş olması, “Soğuk Savaş”’ı hatırlattı dediysem, gerçekten de bu olgu, en beklenilmedik şekilde savaşları güç dengeleri sayesinde durdurabilen bir fenomen. Nerede güç dengeleri yok olursa, oradan her türlü felaket çıkabilir. Çünkü  kendini sonsuz güçlü hissedenlerin dünyasından gelir kötülükler!
            Bütün bu hikayede, Erdoğan’ın savaşın uzaklaşmasına duyduğu depresif hayal kırıklığı, tüm kabineyi etkisi altına almışa benziyor! Komşularla “sıfır” sorun derken, komşuyu istilaya gidemediği için ağlayan defolu kardeş durumuna düştük! Davutoğlu bir yandan “Savaş istemedik” diye günah çıkarırken, diğer yandan da ortaya konan formülün bir sonuca varamayacağını söyleyerek, yine aynı savaş tamtamlarını çalıyor! Anlaşılan bazı “iç” güç dengesizliklerinin neden dışarıda da kolay sağlanamadığına hayıflanıyorlar!

Post Date: 17.09.2013
Share on