1980’LERİN VİZYONSUZ LİDERLERİ
Sizi belki bıktırana kadar tekrarlayacağım: Demokrasinin yaşadığımız sıkıntı ötesi can çekişme çığlıkları, bundan otuz yıl önce fazlasıyla sinyallerini vermişti. 1987'de Özal Türkiyesi'ne ABD'den "kesin dönüş" yaptığımda, derhal gözüme çarpan verileri tek bir mesleğin teşhis yöntemleri ile kıyaslayabilirim: Nasıl çok iyi bir doktor, bir küçük ben veya hücre dokusunda fark ettiği değişimden amansız bir hastalığın ilk saniyesini görüyorsa, ben de Türkiye'yi tehdit eden faşizm ve yobazlık ipuçlarını ilk saniyelerde gördüm. Tabii ki ilk saniyeler Menemen'e veya Menderes döneminin gafletlerine kadar da çekilebilirdi ama ben size 1960 Devrimi ve 12 Eylül müdahelesi sonrası Türkiye'nin dırumundan söz ediyorum. Evren'in Atatürkçü Türkiye'yi koruma iddiasıyla uyguladığı faşist yöntemler ve komünizmin önünü dinle kesme çabaları sayesinde, Özal'ın yerleştirdiği tarikatların önü açılmaya başlamıştı. İran Başbakanı Anıtkabir'i ziyareti ret ettiğinde, ülkenin tükenme yoluna girdiğini anlayarak siyasete balıklama atlamıştım. Sorgulamadan, Türkiye'nin alarm zilleri çaldığını görerek... Bu kritik durumu yüzbin saatlik çabalarımıza karşın ne Erdal İnönü'ye, ne Baykal'a, ne de Karayalçın'a anlatabilmiştik. Ecevit zaten hiç bir şeyi anlamamaya yeminliydi ve ülke oracıkta göçük altında kaybolup gitse, yine de solun birleşmesine yeşil ışık yakmayacağını her sözüyle açığa vuruyordu. 1994 yerel seçimleri öncesi, tüm ısrarlı çabalarımızla yürüttüğümüz Taban Operasyonu hareketi, görüştüğümüz liderlere şunu söylüyordu: "Seçimi değil, rejimi kaybedeceksiniz. Derhal birleşin veya ortak aday çıkarın!". Hiç oralı olmadı "devlet adamlarımız"! İşte RTE ve Melih Gökçek efsanelerini, sol liderlerin bu öngörüsüzlüğü üretti. Çok merak ediyorum, bizlerin, Saylanların, Aksoyların, Ekşilerin açıkça gördüğü gerçekleri göremeyenler, bugün aynaya baktıklarında yüzleri kızarıp ülkeden özür dilemeyi akıllarına getiriyorlar mı? Sol liderlerimiz, ülkenin geleceğini okuyamamaktan, koltuk kavgasından önlerini görememekten, dayanışmanın önemini kavrayamamaktan ülkeyi sorumsuzca bu uçuruma, tüm uyarıları pas geçerek attılar. Bir de halen yoğun olarak süregelen bir AKP destekçisi sağ lider profili var. Onun ki vizyonsuzluk değil, gizli -ve artık açık- işbirlikcilik... Sonuçta sosyal demokrat gafletin başlattığı ihaneti, bugüne uzanan yıllarda en güzel tamamlayan, bu “asistleri” üst üste gole çeviren bir lider bu...
BAHÇELİ PROJESİ
Yani demek istediğim şu: Bir de gafletlerin ötesinde, bu projelerin doğal liderleri, iletkenleri, tasarlayıcıları var. Ben size illa dış tasarımcılardan söz etmiyorum. En başta aramızda yaşayıp sürekli muhalif rollere ve hallere girmekten çekinmeden, 10 yılı aşkın süredir her kritik virajda, en sorumlu AKP'li olarak davranan o meşhur zattan söz ediyorum. Türkiye'de "dün dündür, bugün bugündür" gibi Makyavelist bir doğrudan gerçekciliği ortaya koyan, "Çoban Sülo"dur. Bunu zerresinin iliğine kadar uygulayan ve dün ak dediğine kara, kara dediğine ak demekten hiç mi hiç gocunmayan kişimiz, siyasetimizin kralı, “asrımızın lideri”dir. Ama bu konuda oynadığı Oswaldvari değişken rollerle tarihe ibret vesikası olarak yazılacak olan lider, tartışmaya mahal bırakmaksızın Devlet Bahçeli'dir. Neden Oswald diyorum, çünkü Kenndy'ye kurşun sıkıp öldürdüğü iddia edilen Oswald'ın Amerika'ya ve CIA'ye mi, yoksa Ruslara mı, yoksa Castro'ya mı, yoksa Castro karşıtlarına mı çalıştığı, hiçbir zaman netlik kazanmamıştır. En azından genel bir doğru oturtulamamıştır. İşte Bahçeli de bazen Erdoğan'a öyle ağır muhalefetler yapıp öyle laflar döşenmiştir ki, içimizden "yarın bunlar TBMM’de nasıl birbirlerinin yüzüne bakacaklar?" diye merak etmişizdir. Ama ayni Bahçeli, aynen şimdi Başkanlık projesine verdiği destek gibi, AKP'nin yaşamının en değerli ve can alıcı noktalarında hep yüzeye çıkıp birinci has adam rolünü üstlenmiştir. Yani bir insanın yaşamı ile kıyaslasak, AKP'nin kirvesi de olmuştur, kız istemeye de gitmiştir, yüzük takmayı da ifa etmiştir, hayat sigortalarını da yapmıştır, AMMAAA, Bahçeli, Erdoğan ve AKP'nin en baş muhalifi rolünü de kimseye kaptırmamayı başarmıştır. Vallahi tarihe geçecek bir manevra kabiliyetidir bu. Ayrıca hakkını da vermek lazım, daha düne kadar MHP'de kongre-kan değişimi vs diyerek herkes teker teker ayrılıp parti sapır sapır dökülüyor ve yeni “Başkan-toto” oynanıyorken, Bahçeli dümeni kıvrak kurnazlıklarla sıkıca tutup gemisinin kontrolünde kalmayı başarmıştır. Buna lider yapışkanıyla koltuğuna dimdik olarak yapışmak denir. Bu ülkede liderliğin en büyük kriteri budur. Bu yapışkanı kullanmayan tek lider, Erdal İnönü olmuştur. Ama Bahçeli'ninki önde gelen bir politika (yani etimolojik anlamıyla çokyüzlülük) başarısıdır. Şimdi medyada vuku bulan acıklı, içeriksiz ve anlamsız sözde başkanlık tartışmaları eşliğinde ülke Erdoğanizm'in kesin kucağına teslim edilirken, MHP, artık kendi büyük “vizyoneri” Tuğrul Türkeş’in istediği rotaya gelmiş durumda. Eh, Meral Akşener ve diğer muhalifle disipline takılmışken nasıl olsa “dur napıyorsunuz orada?” diyecek adam da kalmadı...
VE ŞİMDİ, TÜRKİYE KAN AĞLIYOR!
Şimdi ise Türkiye can çekişiyor... Türkiye bir mengene gibi, marangozun işkence aleti gibi suyunu sıkmaya çalışan bir karanlığın, demokrasinin kalıntılarını yok edişini dehşet içinde ve acıyla kıvranarak izliyor. Ülke şu anda soğuk ve utanılası bir karambolle resmi olarak tek adam diktasına sürüklenirken, cılız tepkiler sağdan soldan kendini duyurmaya çalışıyor. Her biri aynı zamanda beyhude kaldığını bilerek ve biraz umutsuzluğun dramıyla buna başvuruyor. Ama insanlar birbirine inanmadan sanki sadece duyuyorlar itirazları, ama dinlemiyorlar. Çünkü oluşturulan karanlık proje bir kere canavar bir tank gibi sokağa salınmış. Ülkenin demokratik tepki alanı, eriyen bir buz parçası gibi gözle görülür bir hızla daralırken sahte tartışmaları medyanın yapay kanallarından inançla veya bir şeyleri değiştirmek umuduyla izleyen pek kalmadı. Herkes “mış” gibi yapıyor o oturumlarda.
MEDYANIN AĞLANACAK YAPAYLIĞI...
Türkiye’nin bu merkez medya yapaylığına bayılıyorum. Bir medya düşünün ki, ülkeyi tek başına aldığı tüm kararları uygulayarak yönettiği tescillenmiş insanının verdiği her emre göbekten uymaya zorunlu hissediyor kendisini. "Dikkayyttt, şimdi ve her zaman 27 Mayıs'a hücum edilecek! Et!”, "Dikkkayyt, şimdi 12 Eylül'e hücum edilecek! Et!!", "Dikkaayttt, şimdi açılım süreci cilalanacakkk!", "Dikkat, şimdi Başkanlık propagandasına damardannn girişilecek!", “Dikkayttt şimdi açılım sürecine saldırılaacaaak"! Yahu, daha düne kadar "Fethullah Hocaefendi Hazretleri" diye yağ çekerek demokrasiye katkılarını (!) öve öve bitiremedikleri Pensilvanya kralının maskesini indirmek için bile bunlar liderden emir beklemediler mi? İnsaf yaa! Siz de mi 15 Temmuz'da öğrendiniz Feto'nun ne olduğunu? Kargalar bile gülmekten ceviz yiyemez hale düşüyorlar, bu acıklı emir kulu halinizi gördükçe... Ve bu medyanın içindeki en büyük AKP yandaşları, avukatları, savunucuları, ne derseniz deyin, şimdi ya içerideler, çünkü onlara hep ikaz ettiğimiz gibi kullanım süreleri doldu ya da işsiz güçsüz şekilde hiçbir zerresinde haklı çıkmadıkları Türkiye öngörülerinin içinde çarşaf olmuş durumdalar. Şimdilerde bu posası çıkmış eski “2.Cumhuriyetçiler” ve “Yetmez ama Evetçiler”in yerine, ne dediği anlaşılmaz, orta yere karışık konuşan yeni Türkiye yağcıları geldi. Hem demokrat, hem liberal, hem de gizliden veya açıkça RTE goygoyculuğu yapan cevheri kendinden menkul yeni yetme isimler... İşte gülsuyu ile yıkanmış Yeni Türkiye haber kanalları, artık bu “gündem” adıyla öne sürülen emredilmiş siparişleri, alıştırarak halka yutturmakla mükellefler.
Liste uzayıp gidiyor. Bu yağcılığın adı "efendim gündem böyle belirlendi, bizim suçumuz değil". İyi de o gündemde sen söyleyecek lafı olanları yok sayıp, hep laf geveleyen orta oyuncularını çıkarmaya mecbur musun? Birkaç Ergenekon avukatı dostumuz ve birkaç CHP milletvekili dışında tık yok. Hadi buyrun çıkarın Cengiz Özakıncı'yı, Soner Yalçın'ı, Ümit Zileli'yi, Onur Öymen'i ya da TGB başkanı Çağdaş Cengiz'i de, konuşturun özgürce. Bu listeden iki üç tane daha hemen ellerine verebilirim. Ama hep aynı sistem: Konu Başkanlık mı? İstemeyenler tu kaka ve eskicibaşı, isteyenler ilerici, yenilikçi, düşüncelere açık beyinler! Aynen bundan önce türban tartışmalarında yaşadığımız gibi! Nasıl orada da türbana karşı olanlar, gerici, anti-demokrat ve örümcek beyinli Kemalist ilan edildilerse, bugün de iktidarın herhangi bir talebine karşı çıkanlar, o dozları ayarlı tartışmalarda önden mağlup ediliyorlar. İşin gülüncü, mesela açılım konusunda siyahla beyaz arasında tercih değiştirenler de iktidarın pozisyonuna göre gerici veya ilerici damgasıyla yaftalanıyorlar. Bir de, sıkı durun, son hatırlatma geliyor: Yeni Türkiye medyası, iktidarın “idam” ihtirasını da hep gündemde tutmayı başarıyor! İki gün bahsedilmezse, hemen usturuplu bir bahaneyle veya doğrudan heycanla gündeme taşınıyor. Dönemin kan pornografisiyle kutsanmış medyatik çılgınları, artık naklen idam yayınlamak isteyecekler sanki! Hatta yakında yine idam isteyenler de ilerici, bizler yine “köhne gerici Cumhuriyetçi” ilan edileceğiz. Yuh artık!
AYDINLARIMIZ TÜYAP’TA BULUŞUYOR
Bugün Saray’ın sanatçısı olmayı redetmiş aydınlar, 17’Kasım saat 14.00 de, Tüyap Kitap Fuarı’nda yanyana gelip, bu akıl almaz derecede bayağı ve tehlikeli uçurum koşusuna karşı dikilecekler. Sanatçılar Girişimi sözcülerinden Ataol Behramoğlu o toplantıya katılırken, Orhan Aydın Girit’te olacağından, benim de Başkanı bulunduğum Dünya Sanat Birlikleri’nin Kore’de düzenlediği uluslararası bir büyük sanat festivali düzenleme sorumluluğunu üstlenmiş olmamdan dolayı orada bulunamayacağız. Ancak ülkemizin gururu birçok yazar-çizer-sanatçı, bu demokratik tepkiye damardan destek verecekler. Cumhuriyet gazetesinin durumu ve HDP’li milletvekillerine yaşatılan gözaltı ve tutuklamalar, sorgusuz sualsiz, hiç bir şeffaflık olmadan kapatılan yüzlerce dernek ve estirilen o buz gibi karanlık perdenin rüzgarı... Yapmaya çalıştıkları şu: Herkesin herkesle bir hesaplaşması ve alıp veremediği olduğundan, ince hesaplar, böl, parçala, tepkiyi cılız tut, korku ver, imha et, bir dahaki hedefe yürü! Bu taktiği kimileri anlayamıyorlar ve “onlara yardım etmek sana mı düştü?” garabetinde boğuluyorlar. Bugün HDPli vekilleri desteklemek, onların düşüncelerini desteklemek anlamına gelmiyor. Düşünce özgürlüğü ve demokrasiyi savunmak anlamına geliyor. Onların neden ifade vermeye gitmediğini soranlara ise, CHP Genel Başkan Yardımcısı Gökhan Günaydın ağır bir cevap vermiş: “Yargı çay toplamasaydı, Cumhurbaşkanı önünde düğmesiz cübbesini iliklemeye çalışmasaydı, ‘neden ifade vermediler’ diyebilirdiniz”. İşte bu kadar ağır bir baskı rejiminin ortasında, iktidarın zirvesi “senin dokunulmazlığın kaldrııldıktan sonra, ne farkın kaldı, gideceksin ifadeye” dediğinde, parlamentonun artık bir güvenilir yapısı kalmıyor. İşte Türkiye’nin gururu olan aydınları, sanatçıları ve yazarları, 17 Kasım Perşembe günü, Tüyap’ta 3. Salonda Cumhuriyet standında topluca bu gidişata dur diyecekler... Tabii merkez medya ne oranda onları göstermek isterse, o oranda sesleri duyulmuş olacak. Ama herkes bilsin ki, Türk aydınları ayakta ve bu senaryolara karşı direnmeye devam edecekler...
Tabii bir de “direnç” denince, akla ana muhalefet partisi geliyor. Bunun analizi de bir paragrafa sığacak değil tabii ki, bekleyin biraz...