USA OPEN DEYİNCE...
Amerika Açık, yılın son Slam turnuvası olması nedeniyle yıl sonu değerlendirmeleri ve sıralamaları için herkesin son virajda elinden geldiğince pedala basıp, her şeyi fazlasıyla yapmaya çalıştıkları bir turnuva oldu hep. Çünkü yılın son şansı konumunda. Dünyanın en düzensiz takvim geçmişine sahip büyük turnuvası olan Avustralya Açık, bir dönem Aralık ayına alındığı için yılın son şansı konumundaydı. Ama sonra tekrar Ocak ayına kaydırıldı. Böylece, son bilet tekrar Amerika Açık oldu.

1974’e kadar çimde oynanan turnuva, 1975-77 arası -sanki toprak kort ustası Bjorn Borg’un işini kolaylaştırmak için- toprak üzerinde oynandı. Ne var ki Borg o üç yıl arasından yalnız 1976’da finale çıkmış ve onda da Jimmy Connors’a dört sette kaybetmişti. İsveçli büyük yıldız, lanetlenmişçesine, 1978 de turnuva bugünkü haliyle National Tennis Center’e sert yüzeye alındıktan sonra da 1978, 1980, ve 1981’de hep finalde kaybetti. Önce tekrar Connors’a, sonra da iki kere “Big Mac” lakaplı John Mc Enroe’ya. (Bu maçlar arasında 5 sette biten 1980 finali, dünyanın en iyi beş maçı arasında gösterilir hala; Borg US Open’ı ömür boyu alamadı..)

Peki, kaçınılmaz tarih merakımızı köşeye koyup, bugüne dönersek, ne yazık ki, bu yılın nihai kapışmasında, Murray, Djokovic, Wavrinka gibi yıldızlar sakatlıkları yüzünden turnuvaya katılmamayı veya en azından kenara çekilip dinlenmeyi tercih edince, turnuvanın başından itibaren, tabloda kaçınılmaz bir şekilde boşluklar ortaya çıktı.

NADAL: SABRIN GERİ GETİRDİĞİ ŞAMPİYON
Nadal onca büyük turnuvayı kazandıktan sonra 2015 ve 2016’yı sakatlıklarla boğuşarak kupasız (Grand Slam’siz) geçmişti. Özellikle oynadığı yıpratıcı lifte tenis tarzı nedeniyle kariyerinin artık uzun sürmeden biteceğini ve sona yaklaştığını inananlar neredeyse çoğunluktaydı. Üstelik, Djokovic ve Murray’in önleri daha açık gözüküyordu. Thiem’den Zverev’e, Kyrgios’tan Dimitrov’a, birçok genç oyuncu da artık zirveyi zorlamaya başlamıştı. Ama Nadal maçlarda bazen bir puan için aynı topu 40 kere vururken gösterdiği sabrı, hayatında da gösterdi ve vücudunu tamir etmeye, tekrar özgüvenini kazanmaya büyük gayret gösterdi. Bunun sonucunda ise bu yıl hem tekrar bir numaraya yükselmeyi başardı hem de Paris’ten sonra Amerika Açık turnuvasını da kazandı. Kendisiyle aynı yaşta olan ama profesyonelliğe altı yıl daha rötarlı geçmiş olan Anderson, tablonun alt kısmında oluşan dev boşlukları en iyi değerlendirip finale çıkmayı bilen isim olmuştu. Dün Güney Afrikalı raket elinden geleni yaparak seyircilerin büyük takdirini kazandı ama ne var ki karşısındaki “sadece” çok iyi bir tenisçi değil, efsanevi bir büyük ustaydı. Hem terminatör, hem toreador, hem taktik uzmanı bir stratejist.. Belki de en iyi tenisine çok yaklaşan Anderson’un gücü, bu masum bakışlı mütevazi canavara yetmedi. Herhalde ömrüm boyunca, canlı olarak “infazlarını” en çok seyrettiğim terminatör Nadal, yine yemeğini önce pişirdi, sonra da afiyetle yedi...

BU TURNUVADAN NELERİ HATIRLARIZ?
Mesela daha bir kaç ay önce, Rogers Cup finalinde, Federer’i yenip şampiyonluğa uzanan ve Amerika Açık’ın yarı gizli favorilerinden Alexander Zverev’in, Hırvat Coric karşısında dört sette kaybetmesinin büyük hayal kırıklığını hatırlarız. Hem kendisi, hem sayıları artan fanleri için... Bu yılın formda isimlerinden ismi Bulgar Dimitrov’un, Rus Rublev’e karşı kaybettiği maçı da aynı şekilde değerlendirebiliriz. Ukraynalı Dolgopolov’un Çek Berdych’i dört sette elemesine özellikle şaşabiliriz! 
Dikkatli gözler için, ilk turlarda yine dikkat çeken noktalardan biri Arjantin tenisinin yeniden parlamaya başlamasıydı Mayer’in Fransız Gasquet’yi dört sette saf dışı bırakması dışında, Goffin’in Pella’yı zar zor beş sette yenmesi de gözlerden kaçmamıştı. Ama Schwartzman’ın tablonun alt tarafında finale çıkmaya en yakın isim görünen bu yılın Wimbledon finalisti Cilic’i dört sette 4/6, 7/5, 7/5, 6/4 yenmesi bardağı taşıran damla oldu! Ama her şeye karşın, en büyük hamle, yine Arjantinli Şampiyon Del Potro’nun Avusturyalı Thiem’e karşı, ilk iki seti ateşli oynayıp, maçı bırakmayı düşünmesi ve ardından dördüncü sette iki maç topunu iki ace servisle öldürüp, beş sette inanılmaz bir galibiyete ve unutulmaz bir maça imza atması oldu. Bu maç, gerçekten rüya gibiydi. Nadal’ın Dimitrov galibi Rublev’e toplamda yalnız beş oyun verirken, onu silip süpürdüğünü düşününce de aklımıza hep tekrarlanan o sendrom geliyor: Büyük turnuvalarda, genellikle bir favoriyi saf dışı bırakan sürpriz galipler, bir sonraki turda, gömülür giderler... Alexander’ın abisi Micha Zverev, bu turnuada ilk iki maçta Kwiatkowski ve Benoit Paire’i beş sette yendikten sonra, en formda sezonunda, ABD’li Isner’i de 3-0 la geçtikten sonra, bir başka ABD’li Sam Querrey’e o kadar kolay yenilmiş olmasına şaşabiliriz. Ama tabii hiç bir şey, turnuvanın gizli-açık favorilerinden Alexander Zverev’i dört sette yenen Coric’in, üçüncü turda Anderson’a en ufak bir varlık gösteremeden 3-0 yenilmesi kadar şaşırtıcı olamaz!

En çok da tabii, tablonun alt kısmının, bir Slam turnuvasına benzemeyen yapısının sürprizlerle de desteklenerek kocaman bir boşluğa dönüştüğünü ortamda, Anderson’un elinden geldiğince doldurduğu boşluk, onu vasat oyuncular yenerek adım adım finale kadar taşıyacaktı. 
Federer ve Alman Kohlschreiber maçı, benzer stillerde tenis oynayan iki Avrupalı’dan, hem daha iyi servis atan, hem daha çok winner vuran, hem de daha az hata bir yapan aldı maçı. Biraz daha iyi bir servisi olsa, en azından çeyrek finallerin gediklisi olurdu hep Kohlschreiber o nefis klasik stiliyle! Kendi dönemimizin etkisiyle ona karşı bir zaafım olduğunu itiraf etmem lazım.
Federer’ in ilk iki maçını ancak beşer sette kazanması, Kral’ın formsuz oluşuna bağlandı hemen. Halbuki Cincinnati’de bu yıl Alexander Zverev’in 10 maçlık galibiyet serisini durduran siyahi Amerikalı Tiafoe ve Rus Youzhny’yi beşer setlik maraton maçlarda saf dışı bırakan Federer, “öldürmeyen darbe, güçlendirir” sözünün doğrudan kanıtıydı yine. Ama Del Potro’nun çeyrek finalde Federer’e karşı üçüncü sette tie-break’te dört set topu kurtarıp, onu dört sette eleyerek “küçük Slam” (yani aynı yıl dört Slam’in üçünü kazanmak) hayallerine son verdiği maçı, ister sahada, ister tribünlerde nasıl kazandığı, üzerine düşünülmeye değer bir konu. Sizi Arjantinli seyircilerin maçı tam futbol filmlerine çevirdiklerini söylersem yeterli olur mu? Herhalde... Uzun zamandır bu kadar “tam saha pres” baskısı altında oynanan bir tenis maçı görmemiştim.

FİNALDE NELER OLDU?
Bu yılın New York finali bir çok insanı yanıltacak şekilde Anderson’un büyük direnci ile başladı, İlk setin yarısı aşıldığında skor 3/3’tü. Nadal servis kırma noktasına yaklaşabiliyor ama elmaya uzanamıyordu. O noktada oyun berabereyken, Anderson önce bir çift hata yaptı, arkasından da harika bir servisten sonra önüne düşen kolay lokmayı bir santim outa atarak servisini teslim etti! Sonra bu moral bozukluğuyla, ilk ve ikinci set elinden aynı skorla kayıverdi: 6/3.
Üçüncü sette ise yine şaşırtıcı şekilde maçın gidişatını değiştirmek için sonuna kadar savaşan bir Anderson vardı sahada. Aldığı Her kritik bu andan sonra yumruğunu sıkan kararlı adımlarla yürüyen ve pes etmeyeceğini yemin etmiş bir tenisçiydi bu ama ne demiştik? Karşısındaki bir tenisçi değildi. Küçük top ve raket ilişkisinde, tarihin efsaneleri arasında olan bir makineydi. Zaten Federer’i yenip, dev kapışmayı engelleyen Del Potro’da, yarı finalde Nadal’a karşı maça o kadar iyi başlamasına rağmen bu makine intizamına sonunda ruhunu ve umutlarını bırakmamış mıydı? Nadal’a karşı konu şu: Bir set ondan daha iyi servis atabilirsiniz, o gün forehandiniz ondan daha öldürücü bile olabilir, arada muhteşem puanlar kazanabilirsiniz, ama maçın genelinde aynı performansı bu şekilde sürdüremezsiniz! Çünkü Nadal, maç sürdükçe hep daha iyi oynuyor. Isındıkça her puana asılan, sanki bir büyük yaşam iddiası için her topu ölesiye kovalayan bir kimliğe bürünüyor... Sonuçta dün nefis puanlar da oynayan Anderson, bu kaçınılmaz sona dur diyemedi. Belki Nadal’ı bu alanda, bu kimliğinde durdurabilecek tek adam diğer efsanelerden İsveçli Bjorn Borg olurdu! Ne var ki o da yorgunluğunu (!) nedeniyle artık oynamıyormuş!

MARSEL İKİ YIL ÖNCE ANDERSON’U YENMEYE ÇOK YAKINDI!
Dün Amerika Açık finalini kaybeden Kevin Anderson, 1 Temmuz 2015 Tarihinde, Marsel İlhan’a karşı Wimbledon ikinci tur maçı oynadı. Servisini kaybetmeden ilk seti 7/6 aldı, ardından ikinci set tie-break’inde üç set ball kaçırdı. Hele bir tanesinde ayağı kayan rakibine karşı topa tam vurup içeri atamadı boş sahaya... Sonuçta o seti de alsa, oradan Anderson’un çevirmesi çok zor olacaktı. O maçı Güney Afrikalı raket dört sette aldı. Hatta o yıl büyük formuyla Paris kapalı kort turnuvasında 16’larda Nadal’a karşı maçı iki sette alabilme noktasına 2 puan kadar yaklaşıp, limitte yenilmişti... Merak ettim gerçekten, dün Marsel finali seyrederken aklından neler geçti diye... Benim açımdan da dün maçı seyrederken o anların aklıma gelmemesi mümkün değildi. Hem tekrar kaçan fırsata yanarak, hem de bize bu dorukları gösterdiği için Marsel’e sonsuz teşekkür ederek!

FEDERER-NADAL ZİRVESİ DAHA ÇOK KAVGAYA GEBE...
Nadal 31, Federer ise 36 yaşında. Daha önce 2006, 2007 ve 2010 da dört Slam turnuvasını da aralarında paylaşmışlar. Aradan yedi yıl geçtikten sonra, yine bu yıl aynı şey oldu! Dün sürpriz finalist Kevin Anderson’u 6/3, 6/3, 6/4 yenen Nadal, bu sene (10. kez kazandığı) Roland Garros’tan sonra, Amerika Açık turnuvasını da kazandı. Federer ise, yıla Avustralya Açık’la başlayıp, ortasında Wimbledon’la devam etmişti. Diğer “yan cebime koy” şampiyonluklarını saymıyorum bile... Sezonun büyük turnuvaları dün New York’ta sonlanırken, bu iki büyük şampiyona ancak şapka çıkarılır. Nadal, tam 10 kere aldığı Paris dışında, üç kez Amerika Açık’ı, 1 kez Avustralya’yı, 2 kez ise Wimbledon’u kazanarak toplam rakamını 16 Slam şampiyonluğuna çıkarmayı başardı. 36 yaşındaki Federer’in ise 19 Slam Şampiyonlığu bulunuyor. Bu hesaba göre aralarındaki beş yıl farkı da göz önüne alırsak iyi Nadal Federer’i tarihsel performans üstünden sollayabilir şampiyonluklar totalinde onu geçebilir. Ya da Nadal’ın oluşturduğu tehlike, Federer’e iki-üç Slam turnuvası daha kazanması için büyük bir kamçı oluşturabilir. Ama bir tek şey kesin: Her ikisi de bu işi bıraktıktan sonra bu rakam ne olursa olsun dünya tenisini 15 yıl boyunca bu kadar “işgal ve ihya eden” iki tenisçi zor çıkar. Hadi size bir hatırlatmada bulunarak, artık maalesef hiçbir zaman öğrenemeyeceğimiz bir iddia koyayım ortaya. Şayet Amerika açık finalini Nadal ve Federer oynasalardı, bu dünyada tarih üstünden en çok izlenen tenis maçı olarak tarihe geçebilirdi!

HALA AYNI NADAL-FEDERER ZİRVESİYLE KAPANAN YIL...
Bir sezon da böyle geçti işte... İki yıl öncesine kadar, “devirleri geçti artık” denen iki lider şampiyon, Federer ve Nadal, bu yılın dört büyük şampiyonasını aralarında kardeş payı gibi “ham” yapıverdiler! Aynen 2007 ve 2010’da olduğu gibi, kimseye koklatmadılar Slamleri. 2004-2005-2008-2009 da ise, 4 pastanın üçünü yiyip, tekini “idareten” tüm diğerlerine vermişlerdi. İsviçreli oyun zekası, tekniği ve İsviçre disipliniyle, diğeri boğa ateşi ve yanardağ gibi patlayan tokatlarıyla... Onlar hala o kadar büyük şampiyonlar ki, bizler her yenildiklerinde şaşırmaya, “nasıl oldu?” demeye devam ediyoruz...

Etiketler: Amerika Açık
Post Date: 19.09.2017
Category: Spor Yazıları
Share on