“Futbolun yalnız futbol olmadığı” nı hergün keşfetmeye devam ediyoruz. Yaşam en ağır derslerini beraberinde sürükleyerek, bir koca futbol tiyatrosu gibi devam ediyor. Stad-arena, siyaseti bile şekillendiriyor. Yeni spartaküsler, direnişler, politik duruşlar futbolla vücut buluyor. Hafta sonu futbolun büyük emekçisi, Metin Kurt’u kaybettik. Sakin ve bilge duruşuyla, cesaretiyle futbolcu kardeşlerini bir güçlü sendika etrafıda birleştirmeyi amaçlamıştı Metin Kurt. Yani suçu büyüktü!. Herkesi rahatsız edecek arı kovanlarına çomak sokmuştu. Mağlubiyetleri ile tam tersine efsane haline geldi, büyüdü. Çizgide kimse onu durduramadan 60 metre top sürerdi. Onu seyretme ve tanışma gururuna erişenlerdendim. Anısı kolay silinmeyecek...
Fenerbahçe’nin 3 Temmuz’dan itibaren başlattığı direniş de, aynı zamanda bir camianın tüm ülkede ve dünyada gıptayla izlenen siyasi duruşuna dönüştü. F.Bahçe’nin kaptanları, bu süreçte taraftar ve yöneticilerle kenetlenip dik durdular. Mesela Emre, “ben bu takım düşürülürse, çıkar Bank Asya liginde bedava oynarım” dedi, yıl boyu sözünün arkasındaydı. Sonra da üç ay önce takımdan atıldı! Alex, aynı duruşu sergiledi. Hatta en son “Başkan’ın başına gelenleri medya önünde fazla analiz edersem, sonra ben de aynı yere gönderilirim” mealinde bir “siyasi demeç” bile verdi. Bugün Alex, kadro dışı. Yarın affedilebilir, veya dışlanabilir... Ama şu ana kadar yaşananlar da önemli.
Fenerbahçe bu sene yine ” 24 Ağustos süreci krizi” ne girdi. Geçen sene 24 Ağustos’ta UEFA F.Bahçe’yi Avrupa’dan dışladığını açıklamıştı. Bu sene aynı tarihte Kocaman, Alex’i kadro dışı bıraktığını açıkladı. İlginçtir, tüm savcılık ve baskın senaryoları, iddianameleri, yıldırım operasyonuyla yüklü o koca “3 Temmuz süreci” Fenerbahçe’ye pek zarar veremedi, tam tersine birliği sağlamlaştırdı. Ama Alex’in gece yarısı attığı bir tweet, sarı-lacivertli camiayı fay hattı gibi böldüverdi... Bu da sanal dünyanın iletişim çağında gerçek dünyadan aldığı bir rövanş olsa gerek: al sana bakalım, sen mi daha ağırsın ben mi, görelim! Alex 17 Eylül günü heykel açılışına gözü yaşlı hazırlanırken, simdi Türkiye’nin adam yemeye meraklı yüzüyle tanıştı. Hep söylerim, mühim olan bir futbolcuyu nasıl karşıladığın değil, nasıl uğurladığındır. Türkiye sana öyle oyunlar oynar ki, herkes aşık olur, sonra sen anlayamadan 3 günde biletin kesilir ve uğurlamaya (biri ben) dört kişi gelir! Van Hooijdonk gibi!
Alex o “kıskanç” kelimesi ile tercüme edilen tweeti bir vatandaşına atarken, bir basın toplantısında değildi. Gecenin ve kıtalar arası yıldız mesafelerinin ve anadilinin “sözde” koruması altında, kendini yalnız hissettiği bir anda hatıra defterine konuşur gibi yazıverdi onu. Aynı çağ hastalığından muzdarip olduğum için biliyorum. Meettheturk hesabımı takip edenler de bilir. Alex’in hesabından uyanık bir gazetecinin tercüme ettirdiği “iç bilgi”, şimdi kulübü sarsacak atom bombasına dönüştü. Geçen sezon taş gibi kenetlenmiş tribünlerden “dişi kanaryalar” bu sefer Başkan’a göre “çatlak sesler” le Alex üzerinden Aykut Hoca’yı sıkıştırınca, tarihi anons yapılıverdi. Başkan’ın bu koruma güdüsü tartışılır bir uygulamaydı. Kocaman bile “hazin bir tablo, Başkan’ı konuşmaya iten neydi?” diye sordu. Bu arada krizi sinsi şekilde derinleştirmek isteyen gazeteciler belaltı vurarak Alex’in messenger de M.L. King’e atfen attığı özel mesajı da açıklayıp provokasyona devam ettiler: “Bazen savaş çıkartmak için düşmana gerek yoktur, düşüncelerinizi söylemeniz yeterlidir”.
Fenerbahçe adam yemeyi ezelden beri sever. Oğuz-Aykut/ Rıdvan-Tanju/Sergen/ Hooijdonk/ Emre/ Alex krizleriyle liste uzar gider... Öncelikle F.Bahçe kendi içinde de tekrar demokrasiyle tanışacak, kavga etmeden içinde farklı fikirlere tahammül etmeyi öğrenecek. Kimi taraftarların “Başkan veya Hoca, veya Alex gibi düşünmeme özgürlüğü”ne herkes saygı gösterecek. Bu seyirci nasıl Kadıköy’e, Metris’e akın edebiliyorsa, oyuncusuna sahip çıkmak için tepki de verebilecek, ardından sukunet içinde uzlaşma aranacak. Zaten demokrasinin özü de bu değil mi? Yoksa Fenerbahçe Cumuriyetinin, o çok eleştirdiği tarikat yapılanmalarından ne farkı kalır ki?
Ben Kocaman’ın yerinde olsam ne mi yapardım? Öncelikle 3 Temmuz’un ardından, taze bir”24 Ağustos süreci” başlatmazdım. Alex’i çağırır, şaka yollu konuşurdum. “Tweetlerinde beni mi övdün?” derdim. Olgun yetişkin insanların ortamında krizi aile içinde hallederdim. Halledemezsem de, illa hamle yapacaksam, belki bir çok açıdan daha iyi bir zamanlama beklerdim. Ama sonuçta bir gerçek var ki, o da taraftar “3A”yı bu süreçte kavgalı görmek istemiyor, buna da dikkat ederdim...