Sevgili Atıf Yılmaz’ı iki gün önce uğurladık. Erdal Öz’ü ise bugün toprağa veriyoruz. Üst üste gelen iki ölüm, Türk entelektüel yaşamını derinden sarstı. Siyasi gündemin bitmez tükenmez dertlerini bir köşeye bırakarak kaybettiğimiz bu büyük değerlere sahip çıkmamız gerek.

Yılmaz’ın kaybı yalnız sinema ve sanat dünyasının değil, herkesi derinden sarsan bir acının habercisi. Yılmaz’ı, geçen hafta çıkan hatıratımda 1980’lerden itibaren en çok ilgi duyduğum iki yönetmenden biri olarak tanımlamıştım. Türkiye’de değişik sanatsal ve entelektüel alanlarda faaliyet gösteren herkes “disiplinler arası diyalog eksikliği”nden söz eder. Artık günümüzün hızlı yaşamında edebiyatçının müzisyenden, ressamın sinemacıdan yeterince beslenmediğinden yakınılır. İşte “Atıf Abi” yıllardır kimsenin yapamadığı bir oranda bu karşılıklı etkileşimleri yaşama geçiren insandı. Onu hem izlediği ressamların sergilerinde, hem konserlerde, hem de edebiyat veya felsefe ile ilgili toplantılarda veya Beyoğlu kahvelerinde masa başı sohbetlerinde görmek mümkündü. Yılmaz, sürekli olarak taze kalmayı başaran filmlerini 50 yıl boyunca üretirken işte bu çok yönlü açılımları sürdürdüğü için “güncel” ve zirvede kalabiliyordu. O bu tavrıyla, sanat ortamımızın genelinin en önde gelen duayenlerinden biriydi. Hangi filmini saysak ki? Böyle bir seçim zorluğuna girmeyeyim, ama şu anda bilin ki aklım “Nihavend Mucize”de!

“Atıf Abi” kendisini bir sinema dehası olarak kabul ettiren ustalığının yanı sıra mükemmel bir insan, sorumlu bir yurttaş ve unutulmaz bir arkadaştı. Herkese eşit mesafede duran mütevazı bir insandı. Bardaki garsona da, çiçek satan çocuğa da güleryüzlü ve sevecendi. Her zaman demokrasi, insan hakları, Atatürkçülük ve başta laiklik olmak üzere, özgürlüğü koruyan her değere sahip çıkardı. Kadın “hakları” ve “sevgisi”ne ayrı önem verirdi. Buna eklenecek en önemli olgu, “Atıf Abi”nin sürekli güven aşılayan büyük kişisel dostluğuydu. Sürekli olarak insanlara olumlu yönünden bakar, herkese yapıcı eleştiriler ve gönülden yüreklendirmelerle destek olurdu.

“Dağınık Yatak” filminde rol alma onurunu yaşamıştım. Değerli sanatçı kızı Kezban Arca Batıbeki de sanat dünyamızın önemli isimlerinden biri oldu. Atıf Abi’nin sesini, sıcaklığını, sürekli gülen yüzünü unutmamıza imkan yok…

Erdal Öz, kaleme aldığı “Gülünün Solduğu Akşam”la 1980’ler kuşağına 68’lilerin yaşamları pahasına verdikleri büyük mücadelenin kararlılığını yansıttı. Gerçekten bu kitap, herhangi bir yapıtın ulaşabileceği en yüksek sosyo-politik etki alanlarından birine imza attı. Denizler’in yaşamını iyi bilmeyen onca genç insanın o efsanelere, o kitap sayesinde ilgi duymaya başladıklarını çok iyi biliyorum.

Tabii ki Öz’ün birçok başka yapıtı da vardı. “Yaralısın” ya da “Defterimde Kuş Sesleri” gibi… Can Yayınları, yakaladığı müthiş çizgiyle edebiyatseverleri sürekli olarak doyuran bir ciddi kurum olarak sivrildi. Öz’ün logosu olarak yerleştirdiği kalp, aynı zamanda onun dürüst yüreğiydi. Kendisiyle son 25 yıla yayılan bir dostluğumuz vardı. Zekası ve çalışkanlığıyla beraber önemli bir etki alanına sahipti.

Öz, Deniz Gezmişler’in ölüm yıldönümünde yanlarına gitti. Yarım kalan sohbetlerine artık “orada” devam edebilecekler! Lütfen söyler misiniz bana, neden hep güzel insanlar ölüyor, hem de çoğu zaman yaşlanamadan? Her iki dostumuz da rahat uyusunlar. Onları hep seveceğiz ve hatırlayacağız…

Post Date: 05.05.2006
Share on