Türkiye’nin acıklı siyasi akışı ve demokrasi işkenceleri hakkında beyin fırtınaları yaparken bir taraftan da Amerika seçimlerini izliyorum.

“Sağ” olarak sunulan Trump ve liberal “sol” değerler taşıdığı söylenen Kamala Harris… İki partiden hangisi kazanırsa kazansın, ülkede dev bir fark yaşanmayacak… Rejim, sistem, kapitalizm; adına ne derseniz deyin, o yerleşik egemenlik sürecek. Dünün “Military-Industrial Complex”i, John F. Kennedy’yi bile yutmamış mıydı? 

Trump, beklenenden çok daha kolay kazandı. Yarışamaması için o kadar büyük bir savaş verildi ki son üç yıldır, itiraf edeyim kullanılan yöntemlerden midem bulandı. Senaryolar o kadar abartılıydı ki! Emin olun, Demokratlara oy vermeye kararlı insanların bir kısmı, sırf bu yaklaşım yüzünden Trump’a sempati beslemeye başladı! Trump da bu ortamı tepe tepe kullandı! Ayrıca Biden’ın adaylıkta ısrar etmesi ve ancak son anda sağlık mecburiyetleri nedeniyle görevi sürdürmemeye karar vermesi, Kamala Harris’in son 2,5 yıldır hiç ortalarda görünmemesi de Demokratlara seçimleri kaybettiren temel sebepler arasındaydı. Bu kadın başkan olacak kadar güçlü bir profil ise, son 2-3 yılda nasıl bu kadar etkisiz kaldı ya da yok sayıldı? İnandırıcılığı yoktu Harris’in… Ayrıca cinsiyet politikalarındaki abartılı tavırları, genel anlamda Amerikalıları Demokratlardan soğutan şaşırtıcı faktörlerden biriydi. Vazgeçtim JFK gibi karizmatik bir dünya liderinden, son yıllarda Demokratların Jimmy Carter veya Bill Clinton gibi adaylar bile bulamamaları, dramatik sonlarını hazırladı. Trump’a yönelik iki suikast denemesi, özellikle birincisi, onun fanatik taraftarlarını da oldukça konsolide etti. Bakalım Trump’ın Amerikan halkına vadettiği cennet neye benzeyecek?

Bir rakibi yarıştırmamak… Ne kadar kompleksli bir tavır değil mi? Bunu benden daha kimse iyi bilemez. Ekim 2003’te, CHP Kurultayı’nda bu senaryonun en ağırı, tam da sandıklara gitmeye birkaç saat kala genel başkan adaylığım elimden çalındığında bana sunulmuştu.   

Günümüzde de İmamoğlu’na karşı yarışmaktan korkan birini tanıyorum. Daha önce dolaylı olarak da olsa, üç kere kaybetti ona karşı… İmamoğlu’na karşı örgütlenen ve tarihe arka sayfasından giren en saçma hikâye, “Ahmak” davası oldu. Bu dava en sonunda birilerinin bu tanımlamayı hak ettiğini kanıtlayacak. Ama zaman gösterecek bunu. 

Üst üste gelen mağlubiyetler, iktidarı belli ki korkutmuş. Yandaş medyayla beraber aylardır tek stratejileri, Özel, İmamoğlu ve Yavaş arasında kavga çıkarmaya çalışmak…

Fakat kurmaya çalıştıkları Bermuda Şeytan Üçgeni konusunda çok fazla ilerleme kaydedemediler ve devreye sokulan yeni malzeme, her fırsatta küllerinden doğurtulmaya çalışılan “Kürt kartı” oldu. Bu kelimeyi bu şekilde kullanmaktan ve bundan bir “dert” olarak söz etmekten imtina ediyorum ve utanıyorum ama ne yazık ki ülkemde bu böyle yaşanıyor. İnsanlardan ırk aidiyetlerine göre bahsetmek, o kadar ilkel, o kadar orta çağdan kalma bir emperyalizm tuzağı ki!

Önce Bahçeli’nin nereye koyacağını anlayamadığımız “Öcalan meclise gelsin, konuşma yapsın” çağrısı geldi. Bu söylemin şoku daha atlatılamadan, şeytanın aklına gelmeyecek bir operasyon devreye sokuldu. 10 gündür takip ettiğimiz Esenyurt Belediyesi hamlesi ve üç gün önce ona eklenen doğu belediyeleri: Mardin, Halfeti ve Batman… Seçim hakkaniyetini yok sayıp halkın kararını sıfırlayan bu inat, nerede duracak?  

İktidar hem “çözümden yana” (!) politikalar izliyor görüntüsü yaratmak hem bu sayede Batı’ya da yaranarak ülkemizde barış arayan kesimler için kendinde bir çekim merkezi oluşturmak hem de bütün muhalefeti terörle ilişkilendirip, aynı taşla üç kuş vurma hevesine kapıldı. Tam usta işi bir kurgu.

Niye şaşırıyoruz ki? Üç-beş gün arayla “Fethullah Gülen efendimiz…”’den “hain terör örgütü FETÖ” düşmanlığına yatay geçiş yapan onca siyasimizi izlememiş miydik? 90’ların başından beri detaylı olarak anlatmıyor muyduk, başlarına taç yaptıkları tarikatın gerçek yüzünü? “Kandırılanlar” nasıl olduysa bir tek onlar oldu (!)

Daha dün, merkez medyanın 2. Cumhuriyetçi gülleri için Fethullah Gülen övgüsü yapmak demokrasi severlik sayılıyordu. Maskenin ağır şangırtılarla düşmesinden sonra bunun tam tersi demokratçılık sayıldı! 

Medyanın 2. Cumhuriyetçi, “yetmez ama evetçi” takımı için, bir ülkede ordu ne kadar elini ayağını siyasetten çekerse ve yok olursa, o ülke o kadar demokrasi ve özgürlüklere açılım yapabilirdi. Türkiye’de ordu fiili olarak yok edildi, bu sonuç ortaya mükemmel bir demokrasi mi getirdi yoksa tersi mi oldu? Buyrun siz yanıt verin.

Türkiye’de yaşanan bütün siyasi hamlelerin tek bir ortak hedefi var: Yükselişte görünen CHP’yi yıpratmak ve ortalığa çeşitli yemler atarak kurulacak bir anayasa müzakere masasında Tayyip Erdoğan’ın mucizevi olarak tekrar yarışabileceği bir ortam yaratmak. Unutmayın, şu ana kadar defalarca önümüze harika bir demokrasi makyajıyla sunulmuş ve iktidar tarafından kazanılmış anayasa değişimleri, artık Erdoğan’a yeterli gelmediği için yeni yeni hamleler yeni ittifaklar ve yeni senaryolar her an gündemimizde olacak.

Uzun lafın kısası, sözde herkesin demokrat olduğu ülkemizde veya dünyada, demokrasiyi hakiki anlamda çok seven insan sayısı gerçekte bir hayli sınırlı. Yani sonuçta “Yaşasın makyajlar ve estetik müdahaleler!” 

Post Date: 07.11.2024
Share on