Hangi Türkiye’de yaşıyoruz? “Milli Takım harika bir jenerasyon yakaladı, zaferler birbirini takip ediyor” , “Daren Acemoğlu ekonomi dalında Nobel’i kazandı”, “1985 yılında İstanbul’da doğan Canan Dağdeviren, Harvard Üniversitesi’nin Genç Akademi üyeliğine (Junior Fellow of Harvard) seçilen ilk Türk oldu”, “Nobelli bilim insanımız Aziz Sancar, beyin kanseri ile mücadelede yeni bir boyuta geçti”, “2008 doğumlu Ediz Gürel Prag’ta düzenlenen satranç turnuasında ‘büyükusta’ unvanını aldı ve Türkiye’nin de en genç ‘büyükusta’sı oldu. “Fenerbahçe Kadın Basketbol Takımı iki yıl üst üste Avrupa’nın en büyük kupasını kazandı.” Bunlara, Türk kadınları ve erkeklerinin hem akademik hayattaki katkılarının hem de bilim dünyasındaki uluslararası başarılarının -neredeyse her gün- basındaki yansımalarını ekleyebiliriz.

Diğer taraftan, bu topraklardaki her aydına, her Atatürkçü’ye, Cumhuriyete saygı duyan her vatandaşa ağır darbeler yaşatan ve üst üste sıralanan başka haberler var. Onlardan da yalnız birkaç tane örnek sayacağım. Nasıl olsa her gün Cumhuriyet ve Sözcü’yü okuyorsunuz diye düşünüyorum: “Bursa’da bir İmam Hatip Lisesi müdürü öğrenci velilerine ‘başı açık öğrenci istemiyorum’ diye baskı yaptı”, “Milli Eğitim Bakanı Yusuf Tekin: Tarikat dediğiniz yapılarla protokol yaptık, yapacağız”, “Din eğitimi adı altında Arap kültürü enjeksiyonu yapıyorlar (Ahat Andican)”, “Milli Savunma Bakanlığı yakasına Atatürk fotoğrafı takmak istemeyen teğmenlere müdahale eden dört teğmenin disiplin suçu işlediğini açıkladı”, “Can Atalay ve Osman Kavala kararlarıyla Anayasa hiçe sayıldı”, “Numan Kurtulmuş: ‘Türkiye Devleti, ülkesi ve milleti ile bölünmez bir bütündür’ tabiri değişmeli”…

İnsan tabii ki böyle bir ülkede şizofren gibi gezer! Bu saydıklarımın yanı sıra etrafta neredeyse her yerde açlık, sefalet, geçim dertleri, bir yanda da sosyal medyada ısrarla kendilerini teşhir ederek raydan çıkmış, gösteriş ve israf meraklısı, üstelik abartılı şov yapmaya kararlı bir mutlu azınlık!

Bir yanda 15 kuşağa yetecek kadar stoklanmış servet, diğer yandan eve et getiremediği, çocuğuna süt içirmediği için cinnet geçiren, delirmiş/delirtilmiş insanlar… Toplum her an bu dev çelişkilerin ortasında yaşamaya mahkum! 

Türkiye’de çok acayip şeyler dönüyor…

FETÖ DARBESİ, SİNAN ATEŞ VE NARİN CİNAYETLERİ BENZERLİKLERİ

Bakın Sinan Ateş ve Narin Güran cinayetleri arasında büyük benzerlikler var. Tabii ki apayrı konular. Biri siyasi intikam ve cezalandırma duyguları içeren, sözde gerekçesi meçhul, sadece tetikçilerin ve işbirlikçilerinin bilindiği ama nedenlerin sonsuza dek yok edilmeye çalışıldığı bir büyük cinayet. Diğeri kendi utançlarını saklamak üzere küçücük bir kızı kurban seçmiş, insanlıktan fersah fersah uzak sözde bir ailenin sonsuza dek yüz kızartacak bir eylemi… Her iki vakada da yardım ve yataklık edenler artık biliniyor. Sinan Ateş davasında beş kişi ağır müebbet aldı, diğer davada da aynı ilerlemeler sağlandığı zaman belki beş-altı kişi aynı cezayı alacak. 

Ama ne ilginçtir ki bu kadar detaylı bir şekilde cinayetin her saatinin, her virajının, analitik bir irdeleme dizisine çevrildiği bu iki kıyımın hangi kesin sebeple işlendikleri henüz bir büyük muamma… Tahminler, iddialar havalarda uçuşuyor!!! 

Bu arada benzerlikler arasında bir başka boyut var ki, o da olayın detaylı şekilde araştırılmasının parlamentoda önünün kesilmesi… Bildiğiniz gibi gerek FETÖ darbesi, gerek Sinan Ateş ve Narin cinayetlerinin araştırılması teklifi, iktidar kanadı milletvekilleri tarafından reddedildi! Dehşet verici! Toplumu derinden sarsan bu ve benzeri olayların AKP ve MHP oylarıyla reddedilişi ne kadar klasikleşti ve çok acı ki olağanlaştı. 2017’de Manisa'da askerlerin zehirlenmesi hadisesinden Atatürk Havalimanındaki bombalı eyleme, Gaziantep'teki IŞİD faaliyetlerinden Diyarbakır, Ankara ve Suruç saldırılarına, Soma'daki maden kazalarından Kobani olaylarına, Çorlu'daki tren faciasından FETÖ'nün siyasi ayağının araştırılmasına, sığınmacıların yarattığı asayiş sorunlarından “depremde kaybolan çocuklar araştırılsın” önerisine kadar, sayısız konuda verilen araştırma önergeleri hep aynı blokaj ile karşılık buldu. Çocuk demişken… Sokak hayvanlarına yönelik geçirilen katliam yasasının üzerine bina ettikleri “çocuk hassasiyeti”ne karşılık, iktidar cephesi ne öncesinde ne de sonrasında aslında çocukların lehine sunulan neredeyse hiçbir önergeyi kabul etmedi. Örneklersek, tarikat veya cemaat kontrolündeki özel yurtlar ve kamu yurtlarında yaşanan sorunların, baskıların, tacizlerin, ölümlerin, saldırıların tüm yönleriyle ortaya çıkarılması için Meclis araştırması açılmasına ilişkin önerge yine kendileri tarafından reddedildi. Okuldaki çocuklara ücretsiz yemek verilsin’ önergesini bile reddettiler. Hangi saikle? Hangi motivasyonla? Hangi maksatla? Milletinin menfaatine dair herhangi bir problemin çözümü ya da bir konudaki kirli karanlığın aydınlatılması iktidar için neden bu kadar ürkütücü? Diyelim ki, hasbelkader onlarla meclis lokantasında rastlaşsanız ve tüm bu reddiyenin ardındaki nedeni sorsanız, acaba nasıl hakkaniyetli ve tatmin edici bir yanıt alabilirdiniz?!

Ne zaman bir konu Türkiye’yi sallasa, bu ister -maalesef- tarihe geçen, yobaz tarikat kaynaklı bir darbe girişimi, ister MHP’nin kendi içinde yaşanan bir insan yok etme durumu, ister bir köyü sessizlik yeminine boğan tiksinç bir katliam olsun… Ne ilginçtir ki her birinde en ilgili kişiler, mesela FETÖ ile içli dışlı olan bakan ve milletvekilleri veya Sinan Ateş’in çevresindeki bütün partidaşları ya da Narin’in sadece tüm ailesi değil, tüm çevresindekiler, bütün köy; hepsi de susarak, üç maymunu oynayarak işin içinden sıyrılabileceklerine kendilerini inandırmış! Türkiye’de olaylar hangi merkezde yaşandıysa o merkez gerçekleri bilmek istemiyor, kabul etmek istemiyor; gerçekleri yok saymakla kalmıyor, konunun üzerini örtmek için her şeyi yapıyor!

SAYIN BAHÇELİ, ACABA ATEŞ CİNAYETİNE NASIL BAKMAMIZI İSTİYOR?

Geçtiğimiz aylarda haftalarda Sinan Ateş cinayetini soruşturan, sorgulayan ve onun hakkında fikir yürüten tüm gazetecileri Devlet Bahçeli, demeçleriyle kılıçtan geçirircesine hırpaladı ve açıkça bu konudan uzak durmalarını, en sade özetle adeta emretti!

Kendisine sormak lazım: Ne bekliyordunuz sayın Bahçeli? Partinizin genç ve geleceği aydınlık olarak görülen, önemli makamlara ulaşmış bir ismi, güpegündüz Ankara’da katledilecek, partiniz bangır bangır bunun hesabını sokaklarda, cenazede, parlamentoda sormayacak, acılı ailenin kederini paylaşmak için toplumun izleyebileceği şekilde hiçbir hamle yapmayacak, cinayetin aydınlatılması için olayın üzerine yalnız sol gazeteler ve Cumhuriyet Halk Partisi gidecek ve üstelik siz bu gazetecilere ve Cumhuriyet Halk Partisi’ne teşekkür edeceğiniz yerde, demediğinizi bırakmayacaksınız!? Başınız sağ olsun sayın Bahçeli… Sizce bu tavrınız çok anlaşılır, çok net ve toplumdan çok kolay alkış alacak bir rota mı çizmiş? Yoksa herkesi dumura mı uğratmışsınız? Siz karar verin. Ya da ne bekliyorsunuz? Tüm bu saydığım kısa hatırlatmalara şaşıran halkın, gazetecilerin, siyasilerin olayı birden yok saymasını ve sizin gibi aynı şekilde üstünü tamamen örtmeye çalışmasını mı? 

Gerçekten anlamaya çalışıyorum; toplumun bu cinayete nasıl yaklaşmasını beklerdiniz, nasıl bakmasını isterdiniz sayın Bahçeli? Lütfen izah edin, biz de öğrenelim, öyle bakmayı deneyelim…

 

KARIN DEŞEN JACK OLAYI VE BİZLER…

Geçen hafta, sadece İngiltere’yi değil bütün dünyayı kasıp kavuran “Karındeşen Jack” cinayetleri, aradan ancak 136 yıl geçtikten sonra kurbanlarından Catherine Eddowes’un şalından alınan DNA sayesinde çözüldü ve bu korkunç katilin gerçek adının Aaron Kosminski olduğunu öğrendik. Peki, FETÖ olayının malum odakların içinde nasıl dallanıp budaklandığını, Sinan Ateş cinayeti emrinin hangi noktadan ve neden verildiğini, masum Narin’in hangi alçak gerekçelerle ailesi ve onların suç ortağı olan köy tarafından yok edildiğini -bizler de bu hesapla- 140 yıl sonra mı öğreneceğiz?

Şirazesi kaymış, pusulası yok olmuş, dingili kırılmış bir at arabası, herhangi bir vasıta, nereye kadar gidebilir bilmiyoruz. Ama biz de nereye gittiğini bilmeden onunla yola devam ediyoruz… Memleketin geleceğine güvenemedikleri için başka ülkelerde gelecek arayan gençler, kendi yaşam dilimlerinde esaret ve baskı olarak gördükleri bu sistemde yaşadıkları için kendi kaderlerine lanet edenler, ekonomik geleceklerinden umudu kestikleri için şirket kapatanlar, iflas edenler, evlenemeyenler, boşananlar, çocuk yapmayanlar, iş kuramayanlar… Gerisini de siz doldurun. Her birinin ülke gerçekleri altında farklı şekillerde nasıl ezildiklerini tahmin edin! 

Ben bu ülkede, her zorluğa karşın, yaşamayı seçen ve kolay pes etmeye meraklı olmayan gerçek cumhuriyetçileri alkışlayan taraftayım… Bu nedenle de tüm bu saydığımız gri, karanlık ve şizofrenik durumlarla mücadele etmeye mecburuz…

Post Date: 17.10.2024
Share on