İzninizle, ben konuya Meral Akşener krizinden değil, öncelikli Kemal Kılıçdaroğlu’nun kendini yeniden kanıtlayan liderlik vasıflarından giriş yapmak istiyorum. Akşener’in geçen Cuma öğleden sonra oluşturduğu kaos, zaten deprem ve ekonomik kriz yüzünden acılara boğulmuş, ezilmiş ve kendini terk edilmiş hisseden halkımızın birden daha da umutsuz bir hale düşmesine neden oldu. Masanın birden 6’lı dan 5’liye düşmesi tabii muhalefet kesiminde de türbülansa neden oldu. Krizin patladığı anlarda Kılıçdaroğlu çok sakin bir şekilde, “merak etmeyin arkadaşlar, taşlar yerine oturacak” dedi. Ardından da yine yapıcı, kucaklayıcı ve o tünelin içinde ışığı ısrarla kovalayan ve konuya ılımlı yaklaşan tavrını sürdürdü. Gazeteciler, o hafta sonu sorun tavan yapmışken, adım adım bir çözüm formülünün nasıl geliştiğini bize farklı açılardan, CHP’lilerin, İYİ Parti’lilerin, Babacan’ın veya Davutoğlu’nun ağzından istedikleri kadar anlatabilirler. Bütün bu diyalogların ve formüllerin konuşulabilmiş, masaya yatırılabilmiş ve geliştirilebilmiş olmasının tek nedeni, Kılıçdaroğlu’nun sağladığı, çözüme kilitli, konuya sükunetle yaklaşan ortamdı. Şayet geçen Cuma öğleden sonra masayı devirerek yol arkadaşlarını terk eden Meral Akşener’in tavrına Kılıçdaroğlu aynı ses tonu ve sertlikte cevap verseydi, iki lider belki uzun süre bir daha görüşmeyebilirlerdi. Kılıçdaroğlu barışcı, babacan, sakin, dinleyen ve mantık yoluna davet eden, güleryüzlü ama çok kararlı Gandi tavrını yine gösterdi. Herhalde Meral Hanım onu izlerken içinden gıpta ederek “ben niye böyle sakin kalamadım da fırtına patlattım?” diye kendini sorgulamıştır!

 

AKŞENER’İN PAHALI DENEYİMİ VE ATILAN CAN SİMİDİ

İnsanlar ayrılabilir. Bir insan eşinden, bir işinsanı ortağından, bir futbol kulübü teknik direktöründen ayrılabilir. Dünya zaten bu hikayelerle doludur. Ama mühim olan o konuşma masalarında neler söylendiği, hangi kelimelerin kullanıldığı, hangi tavrın ve vücut dilinin gösterildiğidir. O iki insan ya medeni şekilde, ertesi gün de rahatça birbirinin yüzüne bakabilecek şekilde ayrılır ya da camları kırarak, “masaları devirerek”, köprüleri atarak, en ağır kelimeleri kullanarak ayrılabilir. 

Mesela geçmişe baktığımda, partilerinden ayrılırken haddini aşan ağır laflar kullanan siyasetçiler bilirim. Sonra pişman olmuşlar mıdır, sormak lazım. İşte Meral Hanım da onlar gibi davrandı. Ben burada tekrarlamak istemiyorum, eminim kendisi de artık o gün kullandığı kelimeleri hatırlamak istemiyordur. Merak eden gider bakar geçen haftanın yayınlarına. İşte Meral Hanım en yakın çevresindeki “yaşa varol, o dayatmacı masayı bırak!” diye kendini dolduran partidaşlarının somut bir B planı olmadan o baskıyı kendisine uyguladıklarını fark ettikten sonra, bir de buna yurdun her yerinden yağan istifalar ve sokaktan, sosyal medyadan, televizyonlardan akan halkın ağır tepkisi eklenince, herhalde o  hafta sonunda hayatının en karanlık iki günü yaşamıştır. 

 

Anlayacağınız, üç gün öncesine kadar, dokuz hafta sonra yapılacağı söylenen seçimden sonra Türkiye’de iktidarın güçlü ortağı olacağına, milletvekilliklerini, bakanlıkları, müsteşarlıkları bürokrasiyi paylaşacaklarına inanmış olan İYİ Parti üst yönetimi ve örgütü, birden kendini ıssız bir sahilde, “hiçbir yerin ortasında” buluverdi. Belki adını koymadan yaptıkları büyük hatanın kendilerini taşıdığı bu çaresizliğe bakakaldılar. O andan itibaren pazar öğleden sonra ile pazartesi günü arasında üretilen “can simidi” formülünün konuşulan birçok “hak sahibi” var. Kimisi diyor ki, bu CHP’nin elinin altında hazır tuttuğu B planıydı, kimine göre bu plan Davutoğlu’nun, kimilerine göre de Babacan’ın formülüydü. Gerçek nasıl olsa sonuçta ortaya çıkar, ama şu anda ana konumuz bu değil. Bir geçiş formülüyle, Mansur Yavaş ve Ekrem İmamoğlu’nun muhalefetin Cumhurbaşkanlığı senaryosuna eklemlenmeleri sayesinde, Akşener’in masaya onurlu dönüşü sağlanmış oldu. Yani “demokrasilerde çare tükenmez” sözü, o hafta sonu ölmüş görünen 6’lı Masa’yı pazartesi diriltip, günün sonunda o anda ilan edilen Cumhurbaşkanı adayı Kemal Kılıçdaroğlu ile beraber tekrar halkın karşısına çıktı! Bunun ne ile kıyaslanabilir bir mucize olduğunu, gidin doktorlara sorun; en iyisini onlar anlatır size… Ama halkın büyük tepki verip umutsuzluğa düştüğü anlar, o sihirli pazartesi gerçekleşen siyasi ameliyatla yok edildi.

İyi ki yok edildi, çünkü Akşener’in “Ben masadan kalkmadım, diğerleri kalktı” veya “kaldırıldım” sözlerinin bir ikna ediciliği yoktu. Krizden bir gün önceki Perşembe günü, masada Meral Hanım, özür dilerim, bana göre biraz absürt kaçan bir tavıra girdi: Kendisine inanırsak, Kılıçdaroğlu’nun aday olarak açıklanmak istendiğini kendisi o gün orada ilk defa duymuş ve bu oldu bitti karşısında şok oluvermişti! Ben de diyorum ki, sokaktaki ayakkabı boyacılarının ve emekli teyzelerin, ninelerin ve hatta sağır sultanın duyduğu bir “6’lı Masa temel bilgisi”nden kendisinin bihaber olması, bana çok sürrealist geldi! Dolayısıyla ortada kimilerinin iddia ettiği gibi bir komplo yoktu ve olamazdı! Her şey kapalı kapılar ardında konuşulsa da, aslında Türkiye’nin gözleri önünde cereyan etti.

   

İYİ PARTİ “KARA DELİK”TEN DÖNDÜ

Kılıçdaroğlu, bu 72 saatten galip çıkan şahsiyet oldu: Hem Cumhurbaşkanı adaylığı açıklandı, hem de yaşanabilecek krizler karşısındaki performansını dosta düşmana kanıtladı. Meral Akşener ise herhalde, bundan sonra siyasi hayatının geri kalan kısmında tüm köprüleri bu denli dinamitleyen bir konuşma yapmadan önce kelimelerini onar kere tartacak! Yani şu ağır faturalarla da gelse, Akşener bu işten büyük tecrübe kazanarak çıktı diyebiliriz.

“Meral Hanım adaylık açıklanırken çok mutsuz görünüyordu” diyen çok kişi oldu. Meral Hanım ise yalnız “çok yorgun” hissettiğini, başka bir sorun olmadığını söyledi. Benim yanıtım ise biraz farklı. Meral Hanım Saadet Partisi binasının önünde, farz edelim ki aslında biraz mutsuzdu… İnanın bana, ondan iki gün önce, Cumartesi ve Pazar günleri, ipler tamamen kopmuşken eminim orada olduğundan veya göründüğünden 10 misli daha yorgun ve bitap durumdaydı! Çünkü o iki gün, dönüşü olmayan bir yola çıkmış görüyordu kendisini. İYİ Partililer, yine çok “iyi” atlattılar bu oluşan “Kara Delik” boşluğunu!

 

Bana sorarsanız, tabii ki bu kriz hiç yaşanmasa çok daha iyi olurdu. Ama o ünlü deyişi, “beni öldürmeyen beni güçlendirir” cümlesini hatırlarsak Millet İttifakı’nın tahminlerin ötesinde bu krizden güçlenmiş çıktığını bile söyleyebiliriz. Halkın Cumhurbaşkanı adayının açıklanmış olmasına bu krizin ardından verdiği coşkulu tepki, ortalığa saçılan umut, beraberliğin tekrar tesis edilmiş olması, seçime giden Türkiye’de ciddi ve taptaze bir muhalefet dalgasının yükselişini adeta gözlerimizin önüne serdi. Tabi yaşanan üç günlük kaosun yarattığı aşıyla krizden güçlenmiş çıkanlar, şunu hiçbir zaman unutmamalılar: Zannetmesinler ki ikinci bir kriz onları daha da güçlendirecek! Türk halkı umutsuzluklarının arasında onlara bu krediyi verdi ve olumsuzlukları süngerle sildi. Ama sakın Cumhur ittifakının da ağzına sakız olmuş bu 72 saatin bir benzerini tekrar yaşamaya kalkmasınlar!

 

PEKİ ŞİMDİ NE OLACAK?

Tabii ki an be an kaybetmekte oldukları bir seçime hızla yaklaştıklarını gören Cumhur İttifakı bileşenleri, can havliyle Millet İttifakı’nı yıpratmaya çalışacak. Akşener krizi dillerinden düşmeyeceği gibi, bu ittifakın HDP tarafından adı konulmamış bir şekilde destekleniyor olmasını ortaya sürerek bu hat üzerinden de saldırılarına devam edecekler. Kılıçdaroğlu’nun TİP’den Erkan Baş ve Sol Parti’den Önder İşleyen ile gerçekleştirdiği görüşmeler tabii ki çok önemli. Sol partilerin son derece sınırlı oy sayılarının çok ötesinde, kamuoyunda soyut başka önemli ağırlıkları vardır. 6’lı Masa’ya gerek onların, gerek Memleket Partisi’nin de dışarıdan bu şansı kullanmak isterse destekçi olarak eklemlenmeleri, 21 yıllık demokratik kabusun seçim yoluyla sonlandırılmasını kesin hale getirecektir. Hiçbir destek şu aşamada önemsiz değildir. Ne Muharrem İnce’ninki, ne Erkan Baş’ınki, ne de mahalledeki kapı komşunuzun annesinin desteği… Türkiye ancak bu en geniş taban ve kararlılıkla kaderinin rotasını değiştirebilecektir.

Peki sonra sorunlarımız bitiyor mu? Siyasi partilere ve onların arasında beni en çok ilgilendiren CHP’ye parti içi demokrasi ve aydınlık gelmiş oluyor mu? Kadınlara, çocuklara, hayvanlara yönelik şiddet birden bitiyor mu? Sanat ve kültür Türkiye’de yok sayılmaktan ve programlara bile konu olamamaktan kurtuluyor mu? Tarım sektörünün, hayvancılığın, işçilerin, köylülerin, üniversiteli gençlerin dertleri bitiyor mu? Bu soruların çözümü belki bir anda gelmeyecek ama biber gazı yemeden, sosyal medya paylaşımları nedeniyle tutuklanmadan bu dertleri giderebilmek uğruna mücadele edebilmenin demokratik yolunu açmış olacağımız kesin! En azından kulağı, gözü, gönlü açık siyasetçilerin bizi dinleyeceğini biliyoruz. Dolayısıyla Mayıs’tan sonra bunlar gibi birçok konuyla ilgilenebilmek için öncelikle seçim gerçeğinden uzaklaşmamalıyız! 

Yani sayfayı çevirelim! Artık güçlenmiş 6’lı Masa’yı Meral Hanım’ın da varlığı ve Kılıçdaroğlu’nun netleşmiş adaylığıyla var gücümüzle desteklemek, 100. yılda boynumuzun borcu!  

Post Date: 09.03.2023
Share on