Türkiye nefesini tutmuş bir şekilde enkazların altından yükselen -ya da yükselemeyen- feryatların acı hikayesini izleyip can kurtarmaya çalışıyor. “1939 Erzincan depreminden bu yana Cumhuriyet tarihinin en büyük felaketi” deniliyor. Ben ömrümde, ana deprem kadar güçlü artçılar yaşandığını hiç duymadım. Zaten doğada artık bildiklerim yanıldıklarıma yetmiyor, mesela son iki yıla kadar gök gürültüleri ile gelen kar yağışı da hiç görmemiştim! Bunları görüyorum, duyuyorum, öğreniyorum; birden enkazların altında bekleyen belki yüzbinlerce insan olduğunu düşünüp kahroluyorum, korkudan nefesim kesiliyor. Şu anda gerçekleri konuşmaya korkuyoruz. Binlerce enkaz demek aylarca sürecek bir yıkım kaldırma çalışması ve kaybettiklerimizin sayısını sürekli yukarıya taşıyacak aylarca sürecek bir felaket demek… Şu anda anneler, babalar, kardeşler, eşler, çocuklar, yeğenler, yakın arkadaşlar herkes içi kan ağlayarak birbirini kurtarmaya çalışıyor. İnsanlar bilgisayar karşısında, cep telefonu elinde birbirlerini haberdar ederek enkazlar bölgesine vinç, iş makinesi yollamaya çalışıyor. Kim bilir maalesef şu anda birbirlerini enkaz altından çıkarabilmek için uğraşan kaç kişi var… Ben bu makaleyi yazarken neredeyse 66 saat geçti depremin üzerinden... ve enkaz altında geçirilen korkunç dakikaların, saatleri üstüne bir de sert kış şartları ekleniyor, her an daha da zorlaşıyor her şey…

Ben bu satırları yazarken, canım kardeşim, dayanışma ortağım, Sanatçılar Girişimi’nin sözcülerinden Orhan Aydın, Hatay’da hala enkaz altında olan kızına ulaşamadı. Orhan ile belki on kez konuştuk; güzel kızı Eylem’in bekleyişte ve direniyor olması için dua etmekten başka bir şey gelmiyor elimden… Ben bu satırları yazarken Orhan kızının göçen binasına ulaşmış ve onu kurtarma operasyonunu yerinde takip ediyordu. Umarım en kısa zamanda güzel haberlerini alacağız.

Duyduğumuz şeylere inanamıyor ama maalesef şaşırmıyoruz da… Özel kişiye ait vinç veya iş makineleri üstünden alınan paralar, yurtdışından gelen yardım ekiplerinin bürokrasiye takılarak zaman kaybetmeleri, enkaz altında canıyla uğraşan, canlarını merak eden kişilerle dalga geçen ahlaksızlar… Tabii biliyorsunuz bir de Ankara’da hükümet kararı ile alınan Twitter’ı yavaşlatma veya durdurma kararı var. Emin olun şu yaşadığımız son kritik saatlerde insanların birbirine yüksek sesle yaşam ve göçük ikazları, bilgileri geçebilecekleri en önemli mecrayı kapatan zihniyet, çok merak ediyorum kendisini nasıl savunmayı tasarlıyor? Bu olayı da yine bir can kurtarma sahasında, tarihte alınmış en kabul edilemez kararlar arasına koyuyorum. Allah akıl fikir versin. 

Ayrıca yakın geçmişimize dönersek, mesela, mahallelerde yer alan deprem toplanma alanlarının levhalarının kaldırılıp imara nasıl açıldığına ben anlam veremiyorum, kimler bunu yapmaya cesaret ediyor bilemiyorum! Dün yine gündeme geldi, 17 Ağustos 2022 tarihli TMMOB açıklamasında “17 Ağustos Depremi'nin üzerinden 23 yıl geçmesine rağmen iktidar rant ve talan politikalarına hız kesmeden devam ediyor. Bütünlüklü olmayan, bilim ve tekniği dışlayan politikalar nedeniyle afetler cinayete dönüşmeye mahkûmdur. İktidar ise bilim ve meslek çevrelerince ortaya konan risk ve afet yönetim planlarına ilişkin görüşleri dikkate almamaya devam ediyor. Önlem almak bir kenara dursun imar aflarıyla riskli ve kaçak yapılara meşruiyet kazandırılmaya devam ediliyor. Denetim hizmetleri piyasa koşullarına terk ediliyor” demişti, ne değişti?

AFAD’a yüklenmek kolay, ama AFAD’ın imkanları ne kadar acaba? Mesela bu ülkede AFAD’ın bütçesini 2,3 milyar TL olarak saptamışız ama Diyanet’in bütçesi 36 milyar küsur! Yani cenaze kaldırma işlemlerimize, cenazeyi engelleme yani insan kurtarma işlemlerinden 16 misli daha çok fon ayırmışız. Peki, AFAD’ı emanet ettiğimiz kişinin kurtarma sahalarında ve operasyonlarında ne kadar deneyimi var, bir de ona bakmak lazım değil mi? Ben size söyleyeyim: AFAD’ın başındaki kişi İmam Hatip Lisesi çıkışlı, üniversitede Temel İslam Bilimleri Bölümü’nden mezun, Türkiye Diyanet Vakfı Genel Müdürlüğü ve Diyanet İşleri Başkanlığı müşavirliğinden geliyor. Şimdi lütfen siz oturup karar verin, Türkiye gibi yalnız deprem değil her türlü felaketle iç içe yaşayan bir ülkede, sizce bu uygun bir geçmiş oluşturuyor mu? Hatay Belediye Başkanı sevgili dostumuz Lütfü Savaş defalarca röportaj vermiş ve her an deprem olursa neler yaşanacağına anlatmış, ama hiç kimse bir diyalog veya yardım eli uzatmamış. İnşaatlar nasıl yapılıyorsa artık, hastanelerimiz depremlerde duvarları ilk çökenler arasında olabiliyor, gözlerimize inanamadan bunları okuyoruz. 

Deprem sonrasında hemen kullanılması gerekli binaların (Hastaneler, dispanserler, sağlık ocakları, itfaiye bina ve tesisleri, PTT ve diğer haberleşme tesisleri, ulaşım istasyonları ve terminalleri, enerji üretim ve dağıtım tesisleri; vilayet, kaymakamlık ve belediye yönetim binaları, ilk yardım ve afet planlama istasyonları) bina önem katsayısı 1,5 yani en yüksek derecededir. Hastanenin bile inşa malzemesinden çalan müteahhitler var da, devletin denetimi nerede!

Bayındırlık ve İskan Bakanlığı Afet İşleri Dairesi, Devlet Su İşleri, Kandilli Rasathanesi ile Fırat Üniversitesi işbirliğince hazırlanan raporun haricinde, TMMOB ve Yıldız Teknik Üniversitesi öğretim üyesi Prof. Dr. Şükrü Ersoy’un tüm uyarılarına rağmen Hatay Havalimanı’nı yapanlar şimdi anladılar mı acaba bilimin önemini! Çöken yollar ve oluşturdukları sürrealist uçurumlar yüzünden yardım kamyonları giremiyor şehirlere!

Prof. Dr. Haluk Sucuoğlu, HalkTv’de açıklıyor, "Yeni gelişen teknolojiler var. Hatay’da hastaneler ciddi hasar görmüş. Yeni teknolojiler var böyle durumlarda hizmet vermeye devam etmesi için. Deprem yalıtımı diyoruz. Maliyet artışı cüzidir. Hatay Dörtyol, Osmaniye Merkez, Elbistan Merkez hastaneleri. Buralara deprem yalıtımı yapıldı. Buralarda hiç hasar yok çalışmaya devam ediyorlar. Bunun gibi yeni teknolojiler yapılmalı. Bizim bunlara ihtiyacımız var. Riski azaltmamız gerekiyor. Yönetmelik kullanarak bina yapmayı beceremiyoruz. Kentlerde yaşamayı öğrenemedik. Risklerin farkına varacaksanız."

Mesela, Japonya bildiğiniz gibi en büyük deprem bölgesi. 2008 yılında Japonya’yı ziyaret ettiğimde evinde kaldığımız arkadaşımızın binası zangır zangır sallanıyordu… Bu, ne onun ne de diğer misafirlerin umurunda değildi, içkilerini içmeye devam ettiler. Çünkü bina dayanıklı bir taş gibi yapılmış, 8.0 Richter ölçeği bile hiçbir şey yapmıyor. Peki biz de deprem kuşağındayız, harpte yıkılmış mahvolmuş Japonlardan bu konuda 80 yıldır bir ders alamadık mı?

Özetle para hırsınızdan arınıp inşaat bütçenizi 5-10% arttırsanız, bu kadar canın vebalini taşımayacaktınız! Para hırsınız, yaşama olan saygınızın katbekat önünde, yazıklar olsun size!

Yüksek İnşaat Mühendisi Mustafa Raşit Özmen ise "1999 deprem sonrası yapılan yönetmelikten önce de deprem şartnamesi vardı. 99 sonrası yönetmelik, öncesine göre çok daha sıkı kurallar içeriyor. Buna rağmen, 99 öncesi şartnameye uygun yapılan binalardan ayakta kalanlar olduğu gibi, 99 sonrası yönetmeliğe uygun olması gereken binalardan yıkılanlar var. Yani asgari kurallara uyulan binalar, en azından ayakta kalıyor” diyor. Dönüyoruz TMMOB’nin açıklamasına, yönetmelik çıkarmakla olmuyor, denetlemek lazım, bilime saygı duymak lazım!

Ateş düştüğü yeri yakıyor! Aklım Orhan Aydın’da, aklım akrabaları veya en yakın arkadaşları enkaz altında olanlarda…

Ayrıca bir diğer arkadaşım Haluk Levent’le ne kadar gurur duysam azdır, o ve ekibi en önemli yerlerde en derin yaraları sarmaya devam ediyor.

Ne olur biraz şans, biraz direnç, biraz umut... Şimdi doğru odaklarla organize olma, yardım taşıma, vinç yollama zamanı…

Post Date: 09.02.2023
Share on