Geçtiğimiz Cumartesi, İstanbul Kongre Merkezi’nde “100. Yılında Büyük Cumhuriyet Buluşması” adıyla, Atatürkçü Düşünce Derneği, Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği, Birleşik Kamu-İş Sendikası ve Sanatçılar Girişimi’nin ortak çabalarıyla büyük bir organizasyon gerçekleştirildi. Birbirinden değerli isimler, sırayla sahnedeki yerlerini alıp konuşmalarıyla coşku dolu salona seslenirlerken, mecburen kulise gidip gecenin sunucuları Orhan Aydın ve Gülgün Feyman’a “Bugün dayım İhsan Yalçın’ı kaybettik, o yüzden lütfen konuşmamı öne alalım” ricasında bulundum. ADD Başkanı Hüsnü Bozkurt, ÇYDD Genel Başkan Yardımcısı Sedat Durna, Birleşik Kamu-İş Sendikası Başkanı Mehmet Balık ve Sanatçılar Girişimi Sözcüsü Ataol Behramoğlu’nun çarpıcı konuşmalarından sonra beni sahneye davet ettiler.

 

İHSAN YALÇIN İSİMLİ DÜRÜSTLÜK ABİDESİ

Sözlerime “Etkinliğin sonuna kadar kalamayacağım, çünkü bugün eski vali ve Sarıyer Eski Belediye Başkanı, dayım İhsan Yalçın’ı maalesef kaybettik” diyerek başladım. Bu cümleyi sarf etmem gerçekten çok zordu, hayatım film şeridi gibi gözlerimin önünden geçti. İlk çocukluğumda, babam CHP’nin ateşli muhalif milletvekillerinden biri; Demokrat Parti’nin Türkiye’de demokrasi ve özgürlük ateşini bir daha yanmamak üzere söndürmeye çalıştığı en kritik zamanlarda, İhsan Yalçın ve abisi Ahmet Yalçın, enişteleri Dr. Suphi Baykam’ın izinde demokrasi mücadelesinin neferi olarak sokaklarda… Ardından Mülkiye yılları, Anadolu’nun ve doğunun her yerinde mülki amir görevleri… Ödünsüz bir Atatürkçü olarak geçen bir ömür…  1989-1994 arası SHP’den seçildiği görevle Sarıyer Belediye Başkanlığı… Rantın en hızlı döndüğü yıllarda ve bölgesel olarak en çok tavan yaptığı Boğaz’ın bu şirin ilçesinde, usulsüzlüğe karşı hakkaniyet ve başarıyla sürdürülen bir görev… Yine aynı yıllarda, ömür boyu sürecek spor ve futbol tutkusu ile Sarıyer Futbol Kulübü’nü Türkiye’nin 4. takımı ve 1992’de Balkan Şampiyonu yapan bir başka müthiş performans... Ve hepsinden önemlisi, göreve gelirken mütevazı bir dairesi ve eski model bir arabası olan İhsan Yalçın, ayrılırken de bu mal varlığına hiçbir şey katmadan, alnının akıyla görevi devrediyor. Özal dönemi Türkiyesi’nde kendisine “enayi” gözüyle bakan ne kadar çok “uyanık” olduğunu biliyorum. Ama dayımın bu zavallılara acıyarak baktığını; başını yastığa gönül rahatlığıyla koymanın bedeli ölçülemeyen bir zenginlik olarak gördüğünü ve en çok bununla gurur duyduğunu da unutmam mümkün değil. Konya Akşehir’den çıkıp, üçü kız, üçü erkek, altı çocuğuna da 1940’lı-1950’li yıllarda yüksek eğitim vermeyi başarmış sade bir Anadolu ailesi için bundan daha büyük bir servet olabilir mi? Ayrıca dayım tüm bu vasıflarına, hayat ritminin hızına ve yoğunluğuna rağmen bana “dayılık” yapabilmekten de geri durmamış güzel bir insan. “Oğlan dayıya, kız halaya çekermiş” derler ya kültürümüzde? Benim de büyük ihtimalle yoğun futbol ilgimin kökeninde sadece babamın Fenerbahçeliliği değil, koyu Beşiktaşlı dayımla oluşturduğumuz ağır rekabet ve esprilerle dolu sataşmalar da var! “Gogez! - Abdulllaaahhh!” Hatta kadınlara olan daimi ilgimin kökeninde de yine sevgili dayımın izleri vardır!

Umarım son dönemde ölüm etrafında kaleme almak zorunda kaldığım yazılarımla sizleri üzmemiş ya da sıkmamışımdır. Ama bu da böyle bir yıl oldu işte, ne yapabilirim ki? Olay sadece bu yıla mı has, yoksa nüfus kağıdımız mı giderek eskiyor, o da ayrı mesele.

 

KONGRE MERKEZİ’NDE BÜYÜK İSİMLER

İşte bu büyük kayıp yüzünden, “show must go on” deyip geceye katılabildiysem de maalesef İstanbul Kongre Merkezi’ndeki o harika programın tamamını izleyemedim. Sedef Kabaş’ı da Sinan Meydan’ı da dinlemek isterdim. Harika performanslarıyla veya videolarıyla katılan Edip Akbayram, Sadık Gürbüz, Kaan Tangöze, Melike Demirağ, Haluk Çetin, Faruk Demir’i de ve o gece orada olan tüm sanatçıları da dinlemek isterdim.

 

O gece, o salondan hızlı adımlarla sevgili dayımın matem dolu evine giderken, ömür boyu aklımdan çıkmayacak olan ADD’nin kurucusu Prof. Muammer Aksoy’u düşündüm. 1990’da uğradığı suikastte, evinin girişinde katilleriyle karşılaştığı an onların kim olduğunu çok iyi bilen Muammer Bey, Cumhuriyet’i korumak için yobaz saldırılara karşı evladını korumak adına vücudunu kurşunlara siper eden bir anne gibiydi! Bu ülke onun hakkını kolay kolay ödeyemez. Ne kadar heykeli yapılıyorsa, inanın daha fazlasını hak ediyordur.

Aynen ÇYDD’yi kuran Prof. Türkan Saylan gibi! Muammer Aksoy’la olan diyaloğumdan çok daha uzununu yaşayabildik sevgili Saylan’la. Beraber Anadolu’da seyahat edip pek çok panele de birlikte katıldık. Aramızdaki sevgi, saygı ve Cumhuriyet dayanışması her geçen gün yükselerek sürdü.

Aksoy ve Saylan, görme şansları olsaydı, kurdukları tarihi derneklerin bugünkü başkanları Hüsnü Bozkurt ve Ayşe Yüksel ile ve de azimle çalışan yönetim ekipleriyle çok gurur duyarlardı.

 

YAŞAYAN MÜTEVAZI ÖDÜNSÜZ NEFERLER!

Son olarak bu satırlar üzerinden haklarını teslim etmek istediğim diğer arkadaşlarım, Tanrı’ya şükür ki yaşıyorlar ve aramızdalar. Yakın dostum Tevfik Kızgınkaya, ADD eski dönem Başkan Yardımcısı, bugün Yayın Kurulu Üyesi… Bu harika gecenin de ana mimarlarının başında kendisi geliyordu; bizler elimizden geldiği kadar yardımcı olmaya çalıştık. Kızgınkaya, son 35 yılın en sade, en mütevazı gizli kahramanlarındandır. Gerçek bir Atatürk askeridir, Atatürkçülük bilgesidir. CHP kendisinin hakkını vermiş midir? Hayır. Parti, onun fayda verebileceği birçok fırsatı tepmiş midir? 100% evet! Tüm bunlar Tevfik’in umrunda mıdır? Tabii ki hayır! O yalnız var gücüyle hedefe kilitli olarak çalışan bir neferdir. Mustafa Kemal’in övüneceği aydın bir vatandaştır. Bu saydıklarımın hepsi, 20 yıldır tanıdığım sevgili Canan Sezenler için de geçerli. O da hayal kırıklıklarına aldırmadan cumhuriyetçi ve demokrat hedefler için yorulmadan çalışır durur! İnandıkları davadan geri adım atmaz, dostlarını da hiç yalnız bırakmaz. İyi ki varsınız sevgili Tevfik ve Canan!

Post Date: 17.11.2022
Share on