Kim ne derse desin dünya tenisinin en büyük imparatorluğunun adıdır Wimbledon. Londra’da bu muhteşem buluşmayı her izleme şansına eriştiğimde dar küçük tenis sokaklarının içinde sele kapılıp dolanmaya bayılırım. Dünyanın en meşhur isimleri 3 metre ötemizde ilk turda yenilip elenmemek için insan üstü bir çaba gösterirler. Ama çoğu zamanda buna mani olamazlar, ilk iki turda bazen santrkortu göremeden birçok yıldız veda eder…

Tablonun üst kısmında en büyük sürpriz Yunan yıldız, Paris finalisti 3 numaralı seribaşı Tsitsipas’ın ilk turda Amerikalı Tiafoe’ya 6/4, 6/4, 6/3 yenilmeseydi. Tsitsipas beklemediği bir şamar yedi ve maçların dünya klasmanındaki yerle değil,  sahada kazanıldığını acı bir şekilde hatırladı. Bu sene Londra’nın yıldızı haline gelen Kanadalı Shapavalov, daha ilk turda benim en sevdiğim tenisçilerden birine, Alman Kohlschreiber’e karşı 5 sette, son set 6/4 ancak kazanırken, bizim kuşağın tenisinin en güzelini oynayan rakibine karşı felaketin eşiğinden döndü. Bu yılın parlayan yıldızlarından biri olan Rus Karatsev, Kanadalı meslektaşı kadar şanslı olamadı ve Fransız Chardy’ye 3 sette yenilerek elendi.  21 numaralı seribaşı Fransız Humbert, seyretmeye doyamadığım kortların serseri ruhlu haşarı çocuğu Kyrgios’a 5 sette, hem de son set 9/7 yenilerek elendi. 11 numaralı seribaşı, dünyanın en sıkıcı oyuncularından İspanyol Carrena Busta ise, servis vole oyununun eski usul yıldızı Amerikalı Sam Querrey’e  3 sette yenilerek çıktı gitti… Querrey bana 1970’lerin en büyük servis vole oyununun sahibi, 1979 Wimbledon finalisti (Borg’a 5 sette yenilmişti) solak Amerikan Roscoe Tanner’i fazlasıyla hatırlatıyor. Yine büyük turnuvaların ekselanslarından Bulgar Dimitrov, ilk turu geçtikten sonra ikinci turda Kazak rakibi Bublik’e sürpriz şekilde üç sette yenilerek elendi.

Çeyrek finale giden yolun tablonun üst kısmında kayda değer başka ne yaşandı?  En kayda değer isim Macar Fucsovics oldu; ilk turda büyük turnuvalarda son iki yılda dikkati çeken İtalyan rakibi Sinner’i dört sette geçti ardından üçüncü turda Turun en sert cevizlerinden Arjantinli direnç merkezi Schwartzman’ı aynı rahatlıkla saf dışı bıraktı. Bu kadarı da çok kayda değer olurdu. Ama turnuvanın gizli favorilerinden olabilecek Rus Rublev’i 4. Turda 5 sette yenip çeyrek finale çıkınca, konu boyut atladı. Rus Kachanov ilk turda Amerikalı McDonald’ı 4 sette geçtikten sonra 4. Tura kadar sorun yaşamadı. Ama o noktada Amerikalı Korda’yla müthiş bir 5 setlik kapışma bekliyordu kendisini. Son set 10-8 ile geçebildi bu sınavı ancak Kachanov!.

Tablonun alt kısmına gelince: En beğendiğim Amerikalılardan 31 numaralı seri başı Fritz, İki vatandaşını 4 ve 5 sette yendikten sonra hep umutlarımı suya düşüren Zverev’le eşleşti. Bu büyük maçı Alman tenisçi iki tie breakli zor bir 4 sette kazandı. Ancak Zverev yine çeyrek finali bile göremeyecek, Kanadalı Auger-Alliassime’e 5 sette yenilerek büyük hayal kırıklığı yaşayacaktı. Yine çeyrek finali göremeyerek büyük bir şaşkınlık yaşayan Rus yeni kuşak yıldız Medvedev, Polonyalı Hurcacz’ a 5 sette yenildi. Berettini ve Federer ise, fazla bir vukuat yaşamadan gördüler çeyrek finali.

Çeyrek finalde Djokovic, Wimbledon’un parlayan Macarı Fucsovics’i çok kolay geçti. Ama onunla yarı finalde eşleşme bileti için Shapavalov ve Kachanov amansız bir kapışmaya girdiler. Setler 1-1 ve oyunlar 5/5 ken, Shapavalov kendi servisinde avantaj elindeyken önce bir backhand taktı, ardından bir çift hata yaptı ve sonunda bir forehandi auta yollayarak servisini kırdırdı. Ardından 4. Seti Shapavalov hızla süpürdü. 5. Sette 4/4 de, Kachanov, bilmem kaçıncı servis kırılma puanında forehandini auta yolladı ve 30/0’la başladığı oyunu verdi. Shapavalov o noktada maç için servis attı ve onun iki sert forehandinin ardından Kacahnov bir backhandi fileye bırakarak büyük maçı teslim etmiş oldu. Diğer bir çeyrek finalde, İtalyan Berettini turnuada ikinci setini kaybetmesine rağmen Auger-Alliassime’i göreceli olarak “kolayımsı” bir maçtan sonra 3-1 le geçti.

Alt tablodaki son çeyrek finale gelince… Orada büyük bir dram yaşandı. Polonyalı Hurcacz, Ekselans Federer’i 3 sette saf dışı bırakıverdi! 6/3, 7/6, 6/0 oldu skor… Kral Federer, Wimbledon’da ilk defa 0/6’yı gördü… Kralın vedası böyle olmamalıydı.. Korttan çıkarken, neler hissetti Roger? Önünden film şeridi gibi kaç yıl aktı? Bir daha gelir mi Londra’ya? Turist olarak kesin. Wimbledon için zor… Maç bittiğinde gözyaşlarını tutamayan sayısız tenisseverden biriydim…

Yarı finaller cumasında, Berettini-Hurcacz maçı ilkti. İlk sette 3-3’te Berrettini, Hurcacz’ın bir smaçına tarihi bir forehand patlatarak ilk puanı aldı. Ardından bir güzel sayı daha çıkardı, ve Polonyalı üst üste iki forehandi takınca servisi kırdı ve seti 6/3 kaptı.. İtalyan tenisçi 2. Sette Federer’in hıncını alırcasına 6/0 kazandı. Ardından 3. Sette 7/6 ile bir set alan Polonyalı yıldız adayına rağmen kararlı İtalyan 4. Setin ilk oyununda servis kırarak avantajı korumasını bildi, seti 6/4, maçı 3-1 kazanıyor.

Finalisti belirleyecek son maç Djokovic ve Shapavalov arasında oynandı.

Djokovic ilk seti, 5-3  geri düşmesine rağmen tie break de 7/6 kazanmayı biliyor. Diğer iki zorlu seti de 7/5’le geçen Sırp şampiyon böylece final biletini eline geçiriyor…. Ama herkes de şu düşünce hakim: Shapavalov seneye basit hatalarını azaltırsa, artık başa oynar…            

Finalde ise sürprize yer açılamadı! Djokovic, 3. kere üst üste Wimbledon’u kazandı ve böylece slamler totalinde Federer ve Nadal ile aynı rakama, yani 20 şampiyonluğa ulaştı. Finalde, Berrettini’yi 6/7, 6/4, 6/4, 6/3 yenerek şampiyon olurken seyircilerin büyük çoğunluğu yine genç rakibinin kazanmasından yanaydılar. Ama ne kadar ilginçtir ki bu büyük şampiyon, yükselen bütün bu tezahüratları bile kendi özel karbüratöründen geçirip, tersine damarlarına adrenalin olarak göndermeyi başarıyor. Bir tenis maçında taraflar neredeyse eşit sayıda puan alırlar ve bir seviyeye geldikten sonra, bazı servis kırma puanlarında, 5/5’te, tie-break’te, 5/4’te, 30/40’ta, yani hep o hayati anlarda, o zor nefes alınan dar saniyelerde maçlar şekillenir. İşte Djokovic, tam da o kritik anlarda, bütün zor ve belirleyici puanların %80’ini kazanmayı başaran bir büyük inanmışlık, kocaman bir cesaret ve konsantrasyon makinesine dönüşüyor!  

İtiraf etmem lazım, final maçında, kabiliyetli genç Berrettini’nin, o her maçı kazanacağına inanan “kendini beğenmiş Sırp’ı” hayal kırıklığına uğratmasını ben de bekliyordum.. Ama evdeki hesap yine çarşıya uymadı.

Tenis dünyanın en komple sporuysa, Djoko da onun hem en zeki satranççısı, hem en çok çalışan atleti, hem vücuduna en iyi bakan akıl almaz mühendisi, hem de hiç durmadan çalışma konusunda herkesi arkasında bırakan, kendi arzusuyla bu sıfata geçiş yapan bir iş kölesi. Kral Federer’in stili bir balet gibi olabilir. Nadal’ın oyun tarzı, jiu-jitsu veya karate yapan bir uzak doğu sporcusunu andırabilir. Ama bu saydığım noktaların totalinde, Sırp şampiyonun hiçbir rakibi yok!

Maçın ilk oyununda Djokovic servisinin kırılma puanını kurtarıyor, hem de iki çift hata yaptıktan sonra, uzayan oyunu kurtarıyor. Üçüncü oyunda bu sefer 0-30 geriye düşüyor fakat güzel backhandler ve acelerle yine durumu kurtarıp 2/1 öne geçiyor. Bir sonraki oyunda Berrettini servisini ilk kırdıran oluyor; rakibinin uzun topları puanın gidişatını kontrol ettikçe, Berrettini oyundan düşüyor ve Djoko 3-1 yapıyor, ardından taraflar servislerini aldıktan sonra durum 5/2 Sırp raketin lehine oluyor. O noktada. Berrettini kendi servisinde büyük hatalar yapıyor ve rakibi iki kere set topu kullanıyor, ancak İtalyan sporcu, müthiş forehandlerle bu kritik puanları kurtarıyor ve ardından Djokovic’in basit hataları ve kendi çarpıcı oyunu ile servisini kırıyor. Ardından her iki tenisçi servislerini kazanmaya devam ediyor ve çekişmeli set, tie-break çarpışmasına gidiyor. Skor 3/3’e geldikten sonra Berrettini yine nefis forhandler ve bir ace servisle, inanılmaz şekilde bu seti 7/6 lehine kapamayı başarıyor.

2. setin ilk oyununda Berrettini çok iyi servislerle 40-15 öne geçtikten sonra, bu sefer Djokovic geri dönmeyi başardı ve servis kırarak başlamış oldu. Bu sette 5-1’e kadar Berrettini oyuna hiç mi hiç giremedi. Sanki ilk seti kazanmış olmanın rehaveti ile bu setin önünden akıp geçip gitmesini bekliyordu derken, Berrettini 5-4’e kadar tırmanmayı başardı. O noktada maçın en kritik oyunu oynandı. Çünkü şayet aynen ilk sette olduğu gibi bu sefer Djokovic setin 5-1’den 5-5’e taşınmasını seyretseydi, Berrettini’nin 2. seti de, maçı da alması işten bile değildi. Djoko buna izin vermedi ve sert servisler ve backhandlerle o hayati oyunu alarak setleri 1-1’e taşıdı. Bu sette, Berrettini, hiçbir aşamada öldürücü düz vuruşlarını devreye sokamadı. Servisten aldığı puanlar ise, ilk sete oranla, o rakamların yarısına bile ulaşamadı.

3. setin üçüncü oyununda, Berrettini yeni bir çift hata yaparak servisini kırdırdı. Özellikle derin toplarla topu stratejik açılarla  oyunda tutan Djokovic, o noktada eliyle kafasını işaret ederek, oynadığı oyunun sahadaki zaferini biraz ukala bir şekilde rakibine hissettirdi. Bunlar kendisini seyircilerin gözünde antipatik kılan tavırlar, ama o hiç çekinmiyor; bu da onun gerçeği. İşte o andan itibaren 3. setin sonuna kadar taraflar servislerini sırayla kazandılar ve basit hata sayısı neredeyse rakibinin iki misline yaklaşan Berrettini, bu seti de 6/4 elinden kaçırmış oldu.

4. Set: 3/3’e kadar her ikisi de servisini kolayca kazanarak ilerledi. O noktada seyircinin “Matteo! Matteo!” tezahüratları arasında maça yoğunlaşmaya çalışan ancak rakibinin uzun toplarla puanların gidişatına egemen kalmasına karşı çare üretemeyen Berrettini, sonunda yeni bir çift hatayla yine servis kaybetti. Ardından, kendi servisini de güçlü düz vuruşlar ve ilk toplarla kazanan Djokovic, 5-3 öne geçti. O noktada Wimbledon santrkortunu dolduran spor severler, İtalyan tenisçinin maça dönmesini boş yere beklediler; çünkü Berrettini, üst üste yaptığı basit hatalarla rakibine verdiği ikinci maç topunda teslim oldu.

 

DJOKOVIC HALA GELİŞİYOR!

Tenisçi, bir maratoncu kadar dayanıklı, bir sprinter kadar kısa mesafede hızlı, bir jimnastikçi kadar esnek, düşen bebeğini havada kapan bir anne kadar refleksleri güçlü, bir futbol dehası teknik direktör kadar oyun stratejisine hakim, bir mimar kadar milimetrik açılara vakıf, bir mühendis kadar bilek-kan-beyin-raket kombinasyonunda teknik; yani olağandışı bir komple sporcudur bütünüyle baktığımızda.  

İşte Djokovic, tüm bu saydığım değerler üstünden en optimum ve en mükemmel sentez olarak, biyonik insan/sporcu profilini doruğa taşıyor. Üstelik gelişmeye de devam ediyor bırakın yaşlanmayı, her geçen yıl sanki ona hem teknik hem tecrübe ve bilinç açısından bir çok şeyi ekliyor!

Aynı yıl üst üste dört büyük turnuayı kazanmayı en son, 1969 yılında erkeklerde Avustralyalı Rod Laver başarmış. Yani aradan 52 yıl geçmiş.  Şimdi bu sonbaharda, Amerika Açık Turnuası’nda Djokovic şampiyon olursa, Laver’ın o başarısına ulaşmış olacak ve UNUTMAYALIM Kİ Avustralyalı tenisçi, bunu hem 1962’de hem de 1969’da başaran bir dünya istisnası. Ben bu sene, Djokovic’in aynı takvim yılı Grand Slam’ini başarması için kendisini destekleyeceğim. Artık onun hırslı veya antipatik gelebilen tavırlarını eleştirme reflekslerimi dondurdum. Kendisinin bu büyük başarıya ulaşmasını istiyorum, çünkü bunu fazlasıyla hak ediyor.                                                                            

Post Date: 23.07.2022
Category: Spor Yazıları
Share on