Gündem tuzağına düşüp Yunanlılarla savaş çıkacak mı veya seçimler erken bir tarihte yapılacak mı gibi bütün bu çok güncel ve önemli konulara dalmayacağım.
FOÇA’DA MUTLU OLMAK DOĞAL BİR DURUM!
Küçük ve şirin bir Ege ilçesi düşünün… Saldırgan turistik işletmelerin, insanı denizden ve hatta yaşamdan soğutan, bangır bangır, sözde ritmik özde karaktersiz gürültünün yer almadığı, sakin ve artık maalesef unutmaya yüz tuttuğumuz halka açık nefis sahiller, güzel restoranlar, mağazalar, barlar, güler yüzlü medeni insanların barış ve mutluluk içinde yaşadıkları bir “kasaba”… Foça’dan söz ediyorum. Herodot’a göre “onlar kendilerini bizim yeryüzünde bildiğimiz en güzel gökyüzü ve en güzel iklimde kurmuşlar.” Foça adını adada yaşayan foklardan almış ve Akdeniz’de kurduğu kolonilerle birçok medeniyetin gelişmesinde öncü rol oynamış. 1455’te Cenevizlilerden Osmanlılara geçen bu yeryüzü cenneti, aynı zamanda MÖ 340 yılı civarında yapılmış, Anadolu’nun en eski taş tiyatrosunun kalıntılarının da bulunduğu arkeolojik alana da sahip. Her gittiğimde kendimi çok iyi hissettiğim, yaydığı olumlu elektrikle size salt var olduğunuz için mutlu olmanız gerektiğini hatırlatan sihirli bir yer.… İki-üç katı geçmeyen, birbiriyle kakofoni yaratmayan, sade ve bir o kadar çekici bir mimari yansıtan taş veya beyaz evler, trafik keşmekeşiyle alakası olmayan, gitmek istediğiniz her yere yürüyerek 10-15 dakikada vardığınız medeni bir ortam! Bisiklet yolu ayrılmış, herkesin keyifle sudan çıkıp güneşlendiği, sohbet ettiği, kimsenin kimseyle uğraşmadığı özgür bir yerleşim alanı. Tatile gidiyorum zannıyla Ankara ve İstanbul’un müşterek kaoslarına geçiş yapanlar, burayı muhakkak görmeliler.
FERRUH BAŞAĞA VE AVNİ ARBAŞ: İKİ BÜYÜK CENTİLMEN
Mutlu olmanın, aslında basit bir şey olduğunu bir kere daha keşfederek döndük Foça’dan.… Bu sefer Foça’ya gidiş nedenimiz, son derece değerli bir kültürel buluşma içindi. Foça Belediyesi’nin en güzel şekilde organize ettiği sanat günleri kapsamında, Foça’da yaşamış ve derin izler bırakmış ressamlarımız Ferruh Başağa ve Avni Arbaş anısına yapılan anma etkinlikleri ve panel vardı. Marsilya Meydanı’nda yapılan paneli Başağa’nın sevgili torunu Aslı Yörükoğlu yönetti, benim dışımda sanatçılar Ender Güzey, Mustafa Altıntaş, Erol Eti, sanat tarihçiler Sevim Eti, Seda Yavuz ve Arbaş’ın kızı Zerrin Arbaş vardı. Meydanı dolduran Foça halkı, iki saat boyunca yerinden kımıldamadan oturumu izledi.
Başağa da Arbaş da birbirinden nazik, şık mütevazi ve centilmen beyefendilerdi. Onlarla her görüştüğümde, kuşaklararası diyalog ve dostluğun bu mütevazi insanlarla gayet mümkün olduğunu hissederdim. İki gün önce, Başağa ailesinin, sanatçının kızları Oya Erol ve İnci Yörükoğlu’nun ve tüm ailenin büyük özverileriyle gerçekleştirdikleri Ferruh Başağa Müze Evi’nin açılışı vardı. 120 metrekarelik dar alanda, her santimetrekare çok ekonomik kullanılarak harika bir iş çıkarılmış.
Başağa’nın ilk desenleri, sergi davetiyeleri, tualleri, aldığı ödüller, fotoğrafları, her şey büyük bir özenle yerleştirilmiş. Ailesine ne kadar teşekkür etsek azdır.
2010’da İstanbul’da 96 yaşında ebediyete intikal eden sanatçımız, Türkiye’de soyut resim denince, Mübin Orhon, Nejad Devrim, Sabri Berkel, Adnan Çoker, Adnan Turani gibi sanatçılarla beraber ilk akla gelen isimlerden biriydi. Yeniler Grubu ve Tavanarası Ressamları içerisinde sanat mücadelesini sürdürdü. Türkiye’de maalesef değeri bilinmediği için her yıkılan büyük binada yok oluşu seyredilen dev duvar çalışmaları, freskler yaptı. Özellikle 1955’te Heybeliada’da Deniz Harp Okulu’nun duvarına yapılan 210 metre karelik “Preveze Deniz Zaferi” çalışmasının 46 yıl sonra yok edilmesi Türk kültürü için büyük ve acı bir kayıptır, anlayan devlet sorumlusu varsa…
Paris Ekolü sanatçılarımız arasında yer alan Arbaş da, kendine has pentür anlayışıyla yaptığı şiirsel Atatürk ve Nazım portreleri, İstanbul manzaraları ve atlarıyla belleğimizde yer etti. 9 yıl Akademi’de kaldıktan sonra, Paris’e yerleşen sanatçı 2003’te çok sevdiği Foça’da hayatını kaybetti.
Sizden bir ricam var: Foça’yı tanımıyorsanız keşfedin ve lütfen Ferruh Başağa Müze Evini de -en az 90 dakika- ayırarak gezin. Unutmayın ki, bu ülkede sanatın sizlerden başka destekçisi veya koruyucusu yok. İşleyen bir kültür bakanlığımız olsaydı, UPSD Başkanı olarak öncelikle benim haberim olurdu, öyle değil mi?