Bedri Baykam 07.04.2022
Haber gayet net ve kuru: Ankara 16. Asliye Hukuk Mahkemesi Hakimi, Erdoğan’ın açtığı 1 milyon TL’lik tazminat istemli davada CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun Cumhurbaşkanı aleyhindeki açıklamaları ile ilgili olarak “Sonraki süreçte daha dikkatli olması yönünde ihtiyati tedbiren uyarılmasına” karar verdi.
(Aslında hukukçu arkadaşlarım bir yargıcın bu kapsamda bir ihtiyati tedbir kararı vermesi olanağının hukuken mümkün olmadığını ve tedbir kararlarının icra edilebilir nitelikte olması gerektiğini ve bu yöndeki bir tedbirin icra yeteneğinin bulunmadığını söylüyor.)
Erdoğan’ın, Kılıçdaroğlu’nu susturmak için elinden geleni yaptığını, halka ulaştırdığı her düşünceden aşırı bir rahatsızlık yaşadığını görebiliyoruz.
Peki, Kılıçdaroğlu buna hangi tepkiyi veriyor, biliyorsunuz değil mi? Karaoğlan veya Dreyfuss veya Uğur Mumcu veya Ahmet Taner Kışlalı benzer tehditler ve haksızlıklar karşısında hangi tavrı gösterebilir idiyse, o tavrı gösteriyor.
Lütfen hemen şaha kalkmayın, “Sen nasıl onlarla Kılıçdaroğlu’nu kıyaslayabilirsin!” diye… Sakin olun, ben kimsenin kişilik ve ideolojilerini kıyaslamıyorum. Ayrı konular bunlar. Savundukları için her riski göze almayı kabul eden özel kişiliklerden bahsediyorum. Diyebilirsiniz ki, Türkiye’den verdiğin örneklerdekiler, duruşlarının bedellerini canlarıyla ödediler. İyi de unutmayın ki Kılıçdaroğlu’na da suikast komploları, linç girişimleri denendi. Her türlü siyasi veya hukuki susturma tehdidi önüne kondu, ama Kemal Bey bütün bunlar karşısında adım geri atmadı! Bugün de hala hiç ödün vermeden yoluna devam ediyor! Bir insanın, bölücüler veya yobazlar tarafından hayatına kastedilen kirli girişimlerde “öldürülememiş” olması, onun değerini azaltmıyor! Zaten hayattaki en büyük açıklarımızdan biri bazı insanların değerini onları kaybettikten sonra anlamak değil mi?
Bu cümleleri benim yazmamın şöyle bir artı değeri var: Ben, Kılıçdaroğlu’nu yıllardır en sert sözlerle eleştiren, parti içi demokrasi için yıllarca arkadaşlarıyla çalışarak yepyeni bir tüzük çözümünü kaleme almış ve kullanılmaya hazır hap haline getirmiş, üstelik bir de bunların üzerine gururlu bir Kemalist olma kararlılığını da taşıyan, yani Parti yönetimindeki kimi isimlere kalırsa, açıkça “defolu” ağır bir vakayım! Ama bu onun iktidara karşı dik duruşuna, cesaretine ve mertliğine saygı duymama mâni değil. İktidara ulaşmak için seçtiği yöntemi ben de eleştirebilirim ama o günü bugün zannedenler çok yanılıyor.
Kılıçdaroğlu, demokrasinin bu şekilde bir dikta rejimi ve onun hukuk kolu tarafından yok edilmeye çalışılmasına karşı bakın ne yanıtlar verdi? Bunları size iletmek istiyorum çünkü o kadar çok insan var ki, papağan gibi “muhalefet hiçbir şey yapmıyor, hiçbir şey söylemiyor”, “zaten hiçbir projeleri de yok” diye üç ezber söyleyip ortalığı bulandıran! Muhalefeti eleştirelim tabii ki, ama böyle saçma genelleyici ezberlerle değil! Buyurun okuyun Kemal Bey’in dün grup konuşmasında söylediklerini:
O HAKİME SÖYLÜYORUM:
“18 yıllık iktidarda, 5'li çeteye hizmet ediyor diye eleştirdim, tahsildarlığını yapıyor diye eleştirdim. Mahkemeden bir karar aldılar, ben ihtiyatlı konuşacakmışım, beşli çete diyemeyecekmişim. Sarayın mahkemesi böyle karar vermiş. O hakime söylüyorum. Ben 5'li çete diyeceğim, bakalım sen ne yapacaksın? Ben vatandaşın hakkını savunacağım, sen 5'li çeteden yana tavır alacaksın. Ben sana hakim değil, sen de 5'li çetenin yandaşısın diyeceğim. Bal gibi 5'li çete! 18 yılda bu 5 şirkete 203 milyar liralık iş verildi ya! Yüzde 10'u 20 milyar lira yapar! Her şeylerini finanse ediyorlar. Savcıya da sesleneyim. Rüşvet olaylarının üzerine niye gitmiyorsunuz? 5 kişiye 203 kişilik ihale verilmiş, bu 5 kişinin adı kamudan ihale alan en büyük 5 şirket diye dünya literatüründe. Sen bana kalkıyorsun 5'li çeteyi kullanma diyorsun!”
DAVA AÇMAZSAN NAMERTSİN:
“Ben 5'li çete dediğim için de beyefendi üzülmüş, incinmiş! Sen 5'li çeteye hizmet ediyorsun, bir daha dava aç, açmazsan namertsin! Hiçbir banka kredi vermiyorsa ben sana Hazine'den garanti veriyorum diyor Erdoğan. Bu 5'li çeteye dolar bazında ihale vereceksin, bir de Hazine olarak güvence vereceksin. Hazine bunların çiftliği mi, sen de bu çiftliğin reisi misin?”
Her gün muhaliflerin çeşitli baskı ve tacizler altında olduğu bir ülkede, bir parlamentoda ülkenin bütün mikrofonlarının önünde bu tokat gibi patlayan yanıtları vermek sandığınız kadar kolay değildir.
2002’de Türkiye’nin en meşhur hastalığı olan “irili ufaklı partilere bölünme” nedeniyle, hiç beklemediği şekilde ülkenin liderlik koltuğuna oturan Tayyip Erdoğan, o günden beri hiçbir rakibinin karşısında televizyona çıkmamıştır. Erdoğan, kendi seçmenleri üzerinde sanki “diğerleri” onun muhatabı olamazmış gibi bir hava yaratıyor. İşin özünde ise demokrasi ve özgür tartışmaya karşı geliştirdiği düşmanlık olduğu düşüncesi mantığa daha yakın!
Yıllardır süregelen bu kısır kavganın ortasında Kılıçdaroğlu, tüm muhaliferi, Atatürkçüleri mutlu edemese de, en azından cesareti ve dobralığı ile öne çıkmaktadır. İktidar, tüm tehdit kartlarını suratlarına geri fırlatan bu rakiple nasıl boğuşacağını henüz deşifre edememiştir.
CHP ACİLEN NELER YAPMALI!
Çok ivedi noktalar var. Seçim yasasındaki değişiklikler. Bu operasyon yaşandı, bir gece yarısı parlamentodan geçti, yasalaştı, tartışmalar ekranlara, gazete sayfalarına yansıdı. Ama durum halk açısından net değil. Siyasilerin en büyük hatası şu: kendi iyi bildikleri her şeyi herkesin bildiğini zannediyorlar. CHP’nin yarından tezi yok, derhal en basit ve anlaşılır dille, yani en sempatik deyimle “koca bir şaşkının bile kolayca anlayabileceği şekilde” bunu anlatması lazım. Gayet basit. Mesela, eski yasa ne diyordu, onun üzerinde hangi kurnaz oynamalar yapıldı, sonuç ne olacak? Bu soruların en net yanıtlarını hazırladıktan sonra tam sayfa ilan mı verirler yoksa sosyal medyadan gümbür gümbür mü açıklarlar, kendileri bilir en doğrusunu.
Bunun dışında, CHP ne kadar farkında bilmiyorum ama, gençlerle olan ilişkisi de kritik safhada. “Partinin gençlerle ilgili hiçbir projesi yok” cümlesi dost düşman çevreler tarafından her yerde dillendiriliyor. Parti, bu konu hakkında tabii ki olumlu yorumlar duymak ister ama tersine acımasız eleştirileri dinleyerek hareket etmesi ve gençlerle olan iletişimi güçlendirmesi gerekiyor. İşte ancak o zaman kararsızların veya sandığa gitmeyecek olanların çok önemli bir kısmını oluşturan gençleri etkilemeyi deneyebilir.
Bunlar tadımlık hatırlatmalar. Parti yöneticileri diyebilirler ki, “sanki biz bunları yapmıyor muyuz?” Ne kadar yaptıklarını şuradan ölçebilirler: Çabaları topluma ne kadar yansımış? Sokakta bu soruları sordukları gençler veya üniversiteliler bu yanıtları biliyorlarsa ne ala, bilmiyorlarsa, değerli yöneticiler “nerede hata yaptık, neleri eksik yapıyoruz?” sorularını kendilerine sormaya mecburlar.