İktidar ciddi rahatsızlıklar yaşıyor. Başkanlık yarışında Erdoğan’ın rakibinin belirsizliği, bir boksörün hayali şekilde gölge boksu yapmasına benziyor. Bu duruma ek olarak ekonominin baş aşağı gittiğine dair yurtiçi ve yurtdışında yaygın olan yorumlar ve rakamlar, anketlerde sürekli olarak Cumhur İttifakı adına alarm zilleri çalıyor olması, AKP içindeki görüş ayrılıkları ve tereddütler, bunların her biri çaresizlik içinde yürütülmeye çalışılan ama artık ciddi olarak su aldığını herkesin bildiği bir iktidar gemisinin dışarıya yansıyan belirtilerinden bazıları... Bu nedenle gündem değiştirmek amacıyla geçmişteki kavgaları 40-50-60 yıl sonra yeniden kanayan yara haline dönüştürmeye çalışıyorlar.

Kılıçdaroğlu’nun el hareketini bile o çaresizliğin bir cankurtaran simidi gibi görülüp olmadık yerlere çekmeye çalışmış olmaları, içinde kıvrandıkları bu sendromun bir parçası. Duayen bir gazeteci dostumun söylediği gibi “Şayet bu hareket ayıplı bir hareket olsaydı iktidarı destekleyen gazeteler bunun boy boy fotoğraflarını birinci sayfalarında rahatlıkla yayınlayabilirler miydi? Muhalefet bu basit soruyu sormayı unuttu Doğru söze ne denir? Bu arada basına sızan haberlere göre Erdoğan bu konu üzerinden kendi grubuna çok kızmış ve “üstüne gidip bir kınama cezası bile çıkaramadınız meclisten” mealinde sözlerle kendi milletvekillerine ağır eleştiri getirmiş.

İktidar, İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu ile uğraşmayı ana eylem planlarından biri olarak görüyor. Son birkaç haftada da baltayı iki kere taşa vurdular. Birinde İçişleri Bakanı Süleyman Soylu İBB’nin 557 çalışanının terör bağlantılı olduğunu ortaya atarak okları İmamoğlu’na çevirmeye çalıştı. İmamoğlu hodri meydan deyip hüküm, kanıt ve soruşturma evrakı isteyince rakam düşmeye başladı. Basın sözcüsü Ongun, “İBB’de 557 terör örgütleriyle ilişkili çalışan var’ dendi. Havuz medyası bugün sayıyı 7’ye indirdi. İncelemede 3’ü mevsimlik olmak üzere çalışanların hiçbirinin işe girişte adli sicil kaydına rastlanmadı” açıklamasında bulundu.

İktidar ve yandaş gazetecilerin İBB ile uğraşırken en sevdikleri taktiklerden biri de İstanbul Metrosu’nun çoğunu İBB’nin değil, Ulaştırma Bakanlığı’nın yaptığını ortaya koyarak, aralarında bir çeşit sıkıntılı rekabet yaratmak. İmamoğlu bu konuda bana çok net bir ifade de bulundu: “Ulaştırma Bakanlığı’nın yürüyen 4 metro inşaatı var, bizim ise 11 adet”. Geçen sabah yaptığı bir açıklamada da şunları söylüyordu İmamoğlu: “Bu olacak şey mi! Bir bakan, bir belediye başkanı ile sürekli bu kadar uğraşır mı?” Metroda “M” ve “U” yarıştırması beni bir vatandaş olarak açıkça rahatsız ediyor.

Doların artık 15 TL’yi zorlaması yandaş gazetecileri hiç rahatsız etmediği gibi neredeyse bunu tersine “ihracat körükleyici bir başarı kriteri” (!) olarak ortaya koyacaklar! Buna bağlı olarak asgari ücretin şimdiye kadar görülmemiş bir yüzde ile “fevkalade” artacak olduğu, şimdiden maalesef bir sahte başarı olarak pazarlanmaya çalışılırken, işin özünde söz konusu artış, gerçek alım gücü olarak cebe ulaşamadan sabun köpüğü olarak erimeye mahkûm!  

Sosyal medyaya yansıyan ekonomik tepkiler, siyasi ve hukuki tenkitlere eklenince, Erdoğan çareyi yeniden sosyal medyayı “demokrasiye ağır bir tehdit oluşturan ana düşman” olarak sunmakta buldu. Bakalım önümüzdeki haftalarda veya birkaç ayda bu konuda hangi Orta Çağ yasaları ortaya sürülmeye çalışılacak, insan merak ediyor.

Yalnız sosyal medya mı? Tersine eski kuşak olup “emekli amiral” sıfatını taşıyorsanız ve vatanınızı çok sevip beyin fırtınalarınızı bu yönde yapıyorsanız aman dikkat! Adınız hemen “darbeye göz kırpan general”e çıkar ve bu suçlamalarla kendinizi yargı önünde bulabilirsiniz! Bu ülke artık imamların, Atatürk veya Cumhuriyet hakkında en kabul edilemez sataşmaları yapabildikleri, ama tüm ömürlerini ülkeyi korumakla geçirmiş insanların FETÖ çıkışlı “hukuk” (!) montajlarıyla üzerine gidilebildiği acaip bir diyar haline geldiğini, geçmişe yönelik yorum ve eleştirilerin özgürce yapılamadığını, özellikle 20. yüzyıl ve yakın dönem siyasi tarihin demokrat bir ortamda ele alınamadığını, hep sansür ve baskılar altında olduğunu vurguladım. O tartışma ortamlarında ne dediğimi anlamaz görünen yandaş gazetecilere vereceğim tek örnek var: Genelkurmay Eski Başkanı İlker Başbuğ’nun, bir röportajda sarf ettiği o standart cümleyi biliyorsunuz: “Adnan Menderes erken seçim tarihini açıklasaydı 27 Mayıs önlenebilirdi.” Standart, çünkü buna tıpatıp benzer cümleler, ömrümde en az 159.000 kere, 20.000 kişi tarafından bana telaffuz edildi. Bunların etrafımda sayısız kere konuşulduğunu veya kaleme alındığını bizzat biliyorum. Sonuçta bu cümlede hiçbir yenilik, hiçbir orijinallik, bilinmeyen hiçbir tarihsel yargı yok. Malumun ilamı! Yani bırakın yaratıcı tarihsel yorum ve analizleri, en basit cümleler bile suç haline getirilmeye çalışılıyor!

Sonuçta konu ister amiraller ve Montrö, ister sosyal medya, ister İlker Başbuğ’nun masum bir cümlesi, ister şu meşhur 28 Şubat MGK’sı olsun, iktidarın tek hedefi ülkede sanki geçmişten günümüze sürekli bir tehdit ve kavga ortamı olduğunu hissettirerek bu dönemde de baskı ve otoritesini sürdürmeye çalışmak…

Bu çaresizlik ifadesi olan panik ataklar bir işe yaramayacak. İnanın, “geliyor gelmekte olan”. Ama yeter ki kalpten inanın!

Post Date: 16.12.2021
Share on