En büyük ekonomik krizlerinden birinin içine daldık. “Kıyamet” politikası seçen bir hükümet, daha doğrusu bir lider, adeta “benden sonra tufan” diyerek kimsenin anlam veremediği kararlarını inatla uyguluyor ve Türkiye dünyada örneği görülmemiş bir şekilde, neredeyse zorla iflasa koşturuluyor.

Merkez Bankası Başkanı da boş gözlerle alınan kararları, teorik “ekonomi iyileştirme” çabalarını izliyor… Belki de bazen aynaya bakıp “ben ne yapıyorum burada” diye kendini dehşet içinde sorguluyordur. Ne var ki, bir dahaki değişime kadar olan bitenin kağıt üstünde sorumlusu kendisi…

Cumhurbaşkanı, yine her yerde düşmanlar saptamış. “Mandacılar-faiz lobisi-karaborsacılar” ile hesaplaşma peşinde. Erdoğan konuştukça işler kötüye gidiyor. Acaba hiç konuşmasa daha mı iyi? Ortada bir inandırıcılık sorunu var. Türk Lirası’nın şu günlerde yaşadığı olayın adı “serbest düşüş”. Freni patlamış kamyondan farkı yok…

İKTİDARIN SORUMLU SAPTAMA KAPASİTELERİ!

İktidar ve yandaşlarının akılalmaz bir durum analizi ve “sorumlu” saptama yetenekleri var! Faizleri düşürüp döviz borsasına tavan yaptırma politikasını olumlayan ekonomist ortada yok. Eleştirenler ya cahiliye mensubu ya da hain grubuna giriyorlar.

Sistem hala bir şey olmamış gibi davranıyor. Yaşadığımız durumun adı “ekonomik Kurtuluş Savaşı”ymış. Düşman yine muhalefet partileri ve tüm muhalif sosyal medyacılar…

Ülkede ekonomik yara oluk oluk kanıyor. Acil kriz masası lazım. Ancak Cumhurbaşkanı’nın bu münafık muhaliflerle (!) böyle bir teması tabii ki olamaz! Zaten ona göre böyle bir ihtiyaç da yok.

Bildiğiniz gibi, kendisi ekonominin kitabını yazmış bir insan. 19 yıldır AKP’nin yönettiği ülkemizi Avrupa’dan Amerika’ya herkes kıskanıyor. Kur oynamalarının getirdiği enflasyon nedeniyle fahiş fiyat artışlarına niyetlenenler ise Erdoğan tarafından “tepesine binilecek, göz açtırılmayacak fırsatçılar” olarak tanımlanıyor. Ama şu andaki döviz patlamasının getireceği kaçınılmaz enflasyon, ülkemizde uzun süredir görülmeyen ve genç kuşağın tam tanımadığı bir hiperenflasyona dönüşmesi maalesef gayet olası. Stagflasyon da (enflasyon+durgunluk) bu dönemin ardından gündemimizin bir başka vebası olarak girebilir yaşamımıza. Erdoğan, bu yöntemle belki inanılmaz optimist bir bakışla yatırımların artacağını, tüketicinin ucuz krediye hücum edeceğini ve asgari ücretteki artışla, böylece ekonomiye canlılık getirebileceğini, hatta belki işsizliği azaltabileceğini umuyor. Hesaplayamadığı şu: O noktada asgari ücretli halkımızdan “nakavt” olmamış kim ayakta kalacak da tüketimiyle piyasayı şahlandıracak? Yaratılan güvensizlik ortamında kaç yatırımcı topa girecek? Ama onun kitabından belki bunları da çözecek süper reçeteler çıkabilir. Meşhur kitabı bulamadım ki! Ülkeyi faizcilere kaptırmamanın bize en uygun “dini-milli” yöntem olduğunu da yazıyordur herhalde! Ama muhalif liderler çok acımasızca yaklaşabiliyorlar. Mesela Muharrem İnce’nin Sözcü’deki manşetini hatırlıyorum “Kitabın adı ‘Ülkeyi Nasıl Batırdım’ olsun” . Bu yıl %10 ekonomimizin büyümüş olması, geçen seneki 0 noktasına göre aslında pek büyük bir olay değil.

Bahçeli’nin durumu belirsiz. Bazen bakıyorsunuz, sorumlulukları üzerinden atıp neredeyse muhalifler kanadına kendini atıverecek! Sonra birkaç gün ardından aklı başına geliyor ve aynen daha önce “Anayasa Mahkemesi kapansın” dediği gibi bu sefer de “Merkez Bankası Saray’a bağlansın” diyor! Zaten fiiliyatta nereye bağlı ki şu anda? Bahçeli çok pratik bir insan! Her an sıkıştığı yerde rejimi, anayasayı, kanunları kafasına göre derhal yeniden yazabilir. Benden sizi uyarması! Onu dinlerken Orhan Gencebay’ın “Batsın Bu Dünya” şarkısı aklıma geliyor.

Ellerindeki dolarları çatır çutur kameralar önünde yakanlar acaba şimdi kafalarını duvara vuruyor mu diye merak ediyorum bazen…

Geçen gün CNN’de programdaydım. AKP’nin devlete ait her şeyi nasıl sattığını anlatıyordum. Konuşmacılardan bir AKP savunucusu “ne satmışlar ki, hiçbir şey satmadılar” dedi. Uğraştım, Google’ın nimetlerini kullanıp bir süre sonra tam listeyi bulup kendisine okumaya başladım. Her şeyi okuyacak olsam, benden başka hiç kimse programın sonuna kadar konuşamayacaktı, onun için mecburen belirli bir yerde kestim. Sonsuz bir liste… Seka, Türk Telekom, Sümerbank, Tüpraş, Tekel, Sümer Holding, Sabiha Gökçen Havaalanı, Trakya Cam ve Anadolu Cam, Cam ve Çimento Sanayi, Tuz işletmeleri sayısız santraller, elektrik dağıtım şirketleri, oteller, bankalar, tersaneler, gemiler… Burada da yerim kısıtlı anlayışlı olun! Bir de durun en önemlileri: Sarıkamış Ayakkabı İşletmesi ve Beykoz Deri ve Kundura. Niye mi çok önemli bunlar? Çünkü devamlı duyuyorsunuz ya “efendim devlet de terlik- ayakkabı yapmasın yani”. İşte bu sloganı araya sıkıştırarak her şeyi sattılar!

Şüphelendiğim bir konu daha var: Bu konuyu burada fazla açmayacağım, çünkü durum esrarengizliğini koruyor; ama aramızda kalsın, ben Boji’den şüpheleniyorum. Aleyhine metro vagonlarında akılalmaz kumpaslar kurulabildiğine göre, vardır herhalde bilmediğimiz büyük suçları…

ERKEN SEÇİM AKP’NİN ASLINDA KURTULUŞU MU?

Acaba krizin gerekçesi, satacak bir şey kalmaması, “denizin bitmesi” ve ülkenin güven vermemesi nedeniyle yabancı sermayenin de artık topa girmemesi olabilir mi? Acaba sebep, doğal olarak şu ortamda faiz oranının döviz getirisinin üstüne çıkmaması nedeniyle insanların Türk Lirası’ndan kaçması olabilir mi? İddiaların aksine bu yöntemin üretimi ve yatırımları körükleyici bir etkisinin olmaması mı olabilir mi? Acaba ihracatın önemli bir kısmının bazı dış yedek parça veya hammaddelere ihtiyaç duyması nedeniyle bu ortamın sanıldığı kadar onlar adına bile karlı olmaması gerçeği olabilir mi gerekçe? Mesela, Japonya’daki köprü ve yolların maliyetinden çok daha yüksek bedellerle yapılan bu dev yatırımlarının hep diğer ülkelere göre en pahallı teklifler veren firmalar arasından seçilmesi olabilir mi? Yoksa Saray’ın abartılı masrafları, sayısını bilmediğimiz kadar lüks araç ve uçağa sahip olması, yani Cumhurbaşkanı’nın deyimiyle “itibardan hiçbir tasarruf yapılmaması”, “örtülü”nün kullanımında hiçbir limit tanınmaması gerekçe olabilir mi? Acaba gerekçe, tarım ekonomimizi ağır bir krize sürüklememiz, yerli tohum kullanımının zorluk ötesi şartlara bağlanması ve neredeyse imkansız hale getirilmesi, bu sektörün ağır şekilde ithalata bağlı hale gelmesi mi? Yoksa gerekçe, “borç alarak dönme” politikasının da bittiğinin ilanı mı?   

Ben Erdoğan’ın yerinde olsam belki de muhalefetin acil erken seçim önerisini kabul ederim. Çünkü ilerleyen süreçte kabul etmemiş olmanın “kaybolan fırsat maliyeti” abartılı bir şekilde daha büyük olabilir. Daha sonra Bahçeli ve Erdoğan’ın “senin yüzünden oldu bunlar” diye birbirlerine girmelerini hiç istemeyiz değil mi?!

TKP ve TİP’e benden söylemesi: Bu hükümete yardım etmek istercesine ellerine “yeni gezici fırsatçılar-dış mihraklar” diye koz verip sıkıyönetimden başka sonucu olmayacak eylemlere girişmeyin, can simidi rolü oynamayın…

Post Date: 25.11.2021
Share on