Atatürk’ü dün yine minnet, hayranlık, sevgi ve saygı ile andık. Devrimleri arasında en önemlilerinden biri kadın-erkek eşitliği ve kadın haklarıydı. Türkiye sürekli bundan bahsetti ama asla yaşama geçiremedi. Ne siyasette ne bürokraside kadınlarımızı hak ettikleri kadar eşit bir şekilde aktif yaşamın içine dahil edemedik. Ama daha vahim bir durum var: Bu toplum kadınları her gün öldürüyor. Ve işin acıklı tarafı bu artık kanıksanmış bir haberler dizisi durumuna düştü.

Bu hafta insanları galeyana getiren yüksek canilik dozunda ve herkesi ayağa kaldıran bir seri kadın katili yakalanmadı, mahalledeki yardımsever genç kızın kafası kesilmedi, bir ilkokul öğrencisinin kaybolması gündem olmadı. Ama kadınlar öldürülmeye devam etti…

Türkkan olayı, Cumhurbaşkanı adaylıkları ve çöken ekonominin yarattığı enflasyonun etkisi bütün haftayı sarmışken, ben özellikle onları değil, bu konuyu yazmak istedim. Çünkü kadın cinayetleri günlük gündemlerden herhangi biri değil, çözülene kadar sürekli ana gündem olması gereken derin bir konu! Bu konuyu gündeme getirip çözüm aramak, yılda üç kere duyarlılıkların tavan yaptığı ara dönemlerde olamaz! Sürekli olarak bu konuyu sıcak tutmaya, siyasilerin gözüne sokmaya mecburuz! Gündem oluşturma amacıyla değil, bu utanılası gerçeğin HERGÜN tüm çıplaklığıyla karşımızda durduğunu hiçbir zaman unutmadığımızı ve unutmayacağımızı göstermek için… Bu sefil, iğrenç, ülkemizin yüz karası alçak katiller, caydırıcı en ağır cezalarla ortadan yok olup yerin dibine girene kadar, bu konudan daha önemli bir hedefimiz olmadığını en yüksek sesle haykırmak için…

 ARŞİVLERDEN NELER ÇIKIYOR?

Ben gazete kupürleri üzerinden arşiv tutma hastasıyım. Kadınların yaşadığı şiddetin de arşivini tutuyorum. İşte o zaman ne oluyor biliyor musunuz? Sizin, o günün cinayet haberi olarak gazetelerde okuyup “Allah kahretsin” diyerek sayfayı çevirdiğiniz olaylardan 400 tanesini arka arkaya, farklı suratlarla, farklı manşetlerle gördüğünüz zaman, olayın grotesk ötesi abartılı katliam düzeyini, kadınlara karşı süregelen bir çeşit soykırıma doğru giden korkunç bir yok ediş operasyonu olarak sürdüğünü tüyleriniz ürpererek fark ediyorsunuz. Benzer bir etkiyi anitsayac.com sitesine veya Instagram’da @kadincinayetlerinidurduracagiz profiline girdiğinizde de hissediyorsunuz. Cesedi ormana terk edilenler, balkondan atılanlar, sokak ortasında infaz edilenler, işkence edilerek öldürülenler, tecavüz edilip katledilenler, takip edilerek evinin önünde öldürülenler… Bunların her birini artarda gördüğünüzde, başka bir şekilde vuruyor sizi bu ağır gerçekler…

Kadınlar ve erkekler mıknatıs gibi birbirlerini çekerler; çekebilirler. İlişkiler başlar. Arkadaşlık, flört, aşk ilanı, söz kesme, nişan, nikah, evlilik veya dost-metres ilişkisi… Derken kavga, kıskançlık, tehdit, ağlamalar, yakarmalar, tehditler… Dayak, işkence, cinayet! İşte bu gazete kupürleri böylece birbirini kovalar.

Açık konuşayım sizinle, evlilik zaten bana sorarsanız insan ırkına pek uygun sayılmaz. Muhafazakâr bir eylem sanılır ama aslında yarı çılgınca bir karardır. Erkekler, absürd bir şekilde, kadını eşitleri olan bir başka insan olarak değil, tapusu ellerine geçmiş bir çeşit köle olarak görmeye meyillidirler. Her şeyden önce, kadının namusunun sorumlusu ilan ederler kendilerini.      

Erkeklerin birçoğunun beyni o kadar küçüktür ki, kıskançlığın ister gerçek bir sebebi olsun ister olmasın, şüphesi bile, öldürmek, hapislerde çürümek ya da tüm aileyi öldürüp ardından intihar etmek için yeterli bir gerekçedir. Ayrılmak, medenice boşanmak, arkadaş kalmak bu katliam meraklısı tipolojinin gündeminde yoktur. Halbuki birkaç gram düşünebilseler, hiçbir aşkın veya evliliğin sonunun mezar ve zindan hak edemeyeceğini anlarlar… “Ya benimsin ya toprağın” söylemi, korkunç bir canavar olarak yetiştirilmiş alçakların dilindedir. Kadınlar kimseye ait bir mal değildir. Yaşamları da, cinsellikleri de, kariyerleri de, özgürlükleri de sadece kendilerine aittir. Evlenmiş olsalar bile!

Burada verdiğim örnekler sadece ilişki üzerinden bir erkek şiddetini anlatsa da, hiç tanımadığı bir erkek tarafından öldürülen kadınlar da bambaşka bir toplum psikolojisini barındırmaktadır.

Çok ender olarak benzer nedenlerle erkekler de kadınlar tarafından yok edilse de bu sistematik şiddetin bedelini canlarıyla ödeyenlerin ezici çoğunluğu maalesef kadınlarımızdır. Ağır baskı, öldürülmek, tehdit ve korku altında yaşamak, sokağa çıkamaz hale gelmek, maalesef kadınlarımızın rutin kaderi haline gelmiştir.

İstanbul Sözleşmesi’nin kabul edilemez şekilde yürürlükten kaldırılması, adeta kadın düşmanlarına her türlü yeşil ışığı yakan büyük bir riyakârlıktır. Artık bu iktidara mensup hiç kimse, kalkıp “kadın haklarından” veya “kadın-erkek eşitliğinden” veya “kadınlara yönelik şiddeti durdurma arzularından” söz edemez! Çünkü hiçbir inandırıcılıkları yok. Gerçi “Kadın-erkek eşit olamaz, fıtrata ters” diyen biri tarafından yönetilen ülkemizde inandırıcılık aramak zaten hata... Prof. Necla Arat’ın, yazar Erendiz Atasü’nün bu konuda Sözleşme’nin yürürlükten kaldırılmasından sekiz ay önce yazdıkları uyarı makaleleri var. Her satırını okumanızı isterim! (27-28 Temmuz 2020)

İYİ HAL İNDİRİMLERİNİN EN AFFEDİLMEZİ

Hakimin önünde saygılı durdukları veya kravat taktıkları için katillere iyi hal indirimi sağlandı. “Karım yemeğimi yapmıyordu” dediği için indirim verildi. Katilin mesleği öne sürülerek “saygın tutum” indirimi, katil öldürdüğü kadını sevdiğini söylediği için “aşırı sevgi ve tutku” indirimi yapıldı, katil tıp öğrencisi olduğu için “gelecek” indirimi yapıldı, öldürdüğü kadının artık bir geleceği olmadığı umursanmadan… Hangi kadını nasıl doğradıkları, beynine şarjörü nasıl boşalttıkları, kalbine bıçağı nasıl soktukları hemen ikinci plana atılabildi. İyi hal indirimlerinin en ağırlarından biri bu yılın haziran ayında alındı. Konya’da şiddet uygulayan eşine uzaklaştırma aldıran Tuğba Erkol, çocuklarının önünde bu cani tarafından 46 kez bıçaklanarak öldürüldü. 25 Mayıs 2021’deki duruşmada katile ağırlaştırılmış müebbet verilmişti ancak Bekir Erkol’un “eziyet ederek öldürme olayından bir haz, bir mutluluk duymadığı” gerekçe gösterilerek cezası 18 yıla indirildi!

Bakın elimde bir makale değil, ne yazık ki koca bir kitabı dolduracak kadar malzeme var ve her gün birikmeye devam ediyor! STK’lardan, yazarlardan, avukatlardan, hukuk insanlarından, hakimlerden siyasilerden, herkesten rica ediyorum. Lütfen artık bu soykırımı seyretmeyin. Tepki vermek için bunun o hafta ana gündem maddesi olmasını da beklemeyin. Yılmaz Özdil, 23 Temmuz 2020 makalesinde son beş ayda öldürülen kadınlarımızın isimlerini artarda yazarak Sözcü’nün arka sayfasının yarısını baştan aşağı doldurmuştu. Bilmem anlatabiliyor muyum? Ben sık sık bu konuyu kişisel ve kamu vicdanınımızın önüne taşımaya devam edeceğim. Çünkü Atatürk bizi her an izliyor. Bir kitabıma verdiğim isim gibi: “Gözleri Hep Üzerimizde” Ona göre!         

Post Date: 11.11.2021
Share on