Siyaset, satranç gibidir. Bir yandan muhalefet ve iktidar arasında sürer bu satranç oyunu, bazen de aynı parti veya aynı ittifak içersindeki siyasi aktörler tarafından oynanır, beklenilmedik hamleler yapılır.

Akşener’in “Cumhurbaşkanlığına değil, başbakanlığa adayım” sözleri, aynı yolda yürüyen iki ortağın arasında yapılan ani bir satranç hamlesidir. CHP Başkanı ve kurmayları açısından Akşener’in bu çıkışı, “çalışmadıkları yerden” gelmiştir. Millet İttifakı ve CHP içi adayların, değişik analiz ve yorumlarının gizli veya açık gündemi oluşturduğu bu dönemde, Akşener bu senaryoların dışında bir boyuttan, geleceğe bir bakış atmış oldu.

Ne Millet İttifakı’ndaki partilerin ayrı aday çıkarıp çıkarmayacağının ne de hangi ismin ortak aday olup olamayacağının hala bilinmediği bir ortamda, Akşener’in güncel spekülasyonlardan uzaklaşarak seçim sonrasına ait ağır bir senaryo olasılığı üzerinden kendini konumlandırması, şaşırtıcı olduğu kadar siyasi gerçekçilik ve tercih açısından sorgulanmaya aday bir çıkıştır.

Akşener bu hamlesi ile kendini “Şah” adaylığından çıkarıp bütün yetkileri hükümet adına kullanacak fiili parlamenter rejim “Veziri” konumuna çekmektedir. Mantığı da şunun üzerine kuruludur: Millet İttifakı olarak biz cumhurbaşkanlığı yönetim sistemine en başından beri karşı olduğumuza göre, önümüzdeki seçimi kazandıktan sonra nasıl olsa bunu değiştirmek isteyeceğiz. İşte ben de bu değişiklik yapıldıktan sonra tekrar oluşacak yeni parlamenter sistem içinde başbakanlığa, yani fiili “1 numara”ya adayım.

Akşener’in bu sözleri çok mantıklı ve tutarlı gözükebilir; zaten bu mevkiyi talep etmek, onun bir siyasi olarak özgür iradesidir, hiç kimse bunu sorgulayamaz.

Ancak Akşener’in kendisine uygun gördüğü ve Millet İttifakı için saptadığı rota, çeşitli tartışmalarla sorunlarla ve yoğun yörüngeden çıkma riskleriyle doludur.

Bunları sırayla şöyle sıralayabiliriz:

  1. Millet İttifakı hangi adayı ortaya çıkaracaksa, onunla önümüzdeki cumhurbaşkanlığı seçimini kazanması gerekmektedir. Her ne kadar iktidara karşı vatandaşın gösterdiği hoşnutsuzluk ve AKP’nin anketlerde sürekli azalan oy göstergeleri bu açıdan olumlu gelişmeler olsa da, Kılıçdaroğlu’nun kendi adaylığını gündemde ön planda tutmasına karşın, halk ve medya başta Yavaş ve İmamoğlu üzerinden farklı bakışlar getirmektedir. Dolayısıyla bu Millet İttifakı’nın adaylık koltuğuna oturmak birçok açıdan kolaylıkla yaşanacak bir gelişme olmayacaktır. Yani Millet İttifakı’nın birinci veya ikinci turda bir aday üzerinde anlaşması, seçimi kazanması ve “cumhurbaşkanlığı” koltuğunu aktifine geçirmesi lazımdır.
  2. Bu aday, Millet İttifakı adına seçimi kazandıktan sonra ittifakı kurmuş olan partilerin parlamenter sisteme dönüş konusunda hem teorik hem de pratik açıdan anlaşması ve bu doğrultuda adımlar atmaları gerekecektir. Ancak bu adımlar seçimi takip eden aylarda kolay kolay gerçekleşemez ve hatta kesinlikle ilk aşamada gerçekleşmemelidir.
  3. Neden “gerçekleşmemelidir”? Çünkü, AKP son 19 yılda iktidarını sürdürürken bürokraside üst üste sayısız değişiklikler yapmış, ülkenin devlet erkanının ve her kurumu idare eden bürokratlarının niteliklerini, mentalitesini, işleyiş sistemini hatta nefes alışverişini değiştirmiş, her şeyi tek adama bağlayarak sürekli “yeni Türkiye” diye tanıttıkları ve bildiğimiz Türkiye Cumhuriyet’i değerlerinden uzaklaşmış apayrı bir dünya yaratmıştır. Bu “yeni Türkiye” evreninde Diyanet İşleri Başkanı (ve hatta imamları!) sanki bakanlıkların da üstünde bir halife gibi, yalnız din değil, her şey hakkında yorum yapma, ülkeyi ve yasaları yönlendirme hakkını kendinde görmektedir. Ayrıca ülkenin bürokratik, ekonomik, siyasi, askeri işleyiş çarkında ülkenin geleneksel kurumlarının artık ciddi bir demokratik ağırlığı ve söz hakkı sanki bulunmamaktadır. Zaten bu “sanki” kelimesine bile, bu yazımı okuyan aydınlar arasından çok tepki geldiğini şu anda bile duyabiliyorum! Dolayısıyla Millet İttifakı adına seçimi kazanacak yeni Cumhurbaşkanı’nın, ülkenin tüm ayarlarını gerçek Cumhuriyet değerlerine geri getirmek için ilk döneminde, kanun hükmünde kararnameler de dahil olmak üzere, Erdoğan rejiminin getirmiş olduğu tüm yetkileri, hızlı karar verme ve uygulama mekanizmalarını sonuna kadar kullanması lazım. Aksi taktirde 19 yılda adalete, demokrasiye, özgürlüklere, yaşam tarzına ve Türkiye Cumhuriyeti’nin temel değerlerine getirildiğini söylediğimiz zararlardan arınma süreci ciddi anlamda sekteye uğrar. Tıkanıklıklar açılamaz. Yani Millet İttifakı durmadan muhalefette dile getirdiği Erdoğan’a ve rejimine olan itirazlarını yaşama geçirmek için başbakanlığı değil, ilk döneminde yetkilerini kullanan Cumhurbaşkanlığı yönetim modeline muhtaçtır. Yeni Cumhurbaşkanı’nın çok daha geniş istişarelerle ve ortak akıl arayışlarıyla yürüyecek olmasına rağmen, bu yetkileri “eski Türkiye’nin yeni yüzünün resmine ulaşmak için” ödünsüz ve seri şekilde kullanması gerekecektir.
  4. Sonuçta parlementer rejime dönüş sürecini hızlandırmak için ilk iki yıl bu uğurda en hızlı şekilde kullanılsa da, bu rejimi değiştirmek için yeni bir anayasa yazılması, gereken yoğun tadilatların bir konsensüsle büyük ihtimalle kavga gürültü içinde saptanması, komisyonlardan geçmesi ve bu anayasa taslağının parlamentonun 600 milletvekilinden üçte iki oy alarak (400 oy) Cumhurbaşkanı’nın onayından sonra, geçerli hale gelmesi lazımdır -ki bu da çok iyi bildiğiniz gibi hiç kolay bir olasılık değildir! Bunun yerine biraz daha gerçekçi yol, 360 milletvekilinin desteğiyle, bu anayasa taslağının referanduma taşınmasıdır. Bütün bunlar da yine çok ciddi bir seçim hazırlığı süreci, referandum kavgası ve genel seçim kadar ülkeyi kamplaşmalara götürme ihtimali olan yoğun bir siyasi kavga anlamına gelmektedir.
  5. Diyelim ki, yeni Cumhurbaşkanı, hızlı hareket etti ve bütün bu gidişatı 2-2,5 yıl içinde ülkeyi rejim değişikliğine taşıyacak noktaya getirdi. Peki bütün bu olasılıklar aktardığımız şekilde kavga-gürültü ve sıkıntıyla gelişirse de, o zaman Millet İttifakı’nın en güçlü partisi olan CHP, neden başbakanlığı kendisinden çok daha az oy potansiyeli olduğu görülen farklı bir partiye can-ı gönülden teslim etsin? O partinin örgütü, seçmenleri bunu kolay kolay kabul edecek midir? Önceden böyle bir söz verilmiş olsa da, fiiliyata geçişte hangi pazarlıklar hangi tartışmalar ortaya çıkacaktır? Sayın Akşener’in “başbakanlık” talebi, zaten anlaşılacağı gibi gündemde mucizevi olarak kalabilse bile, somut olarak en iyi ihtimalle 2024-2025’ten önce sıcak tartışmaya giremeyecektir! Ki tekrar ediyorum, bu yanlış olur. Cumhuriyet değerlerine hızlı dönüş fırsatı kaçırılmış olur. Parlamenter rejime dönmeden önce, sıfır ayarlarına dönebilmek lazımdır. Bunlar göz ardı edilemez.

Köprülerin altından daha çook sular geçecek… Ben burada şeytanın avukatlığını yapmaya çalışmıyorum. Gerçekçi olarak köşe başında bekleyen ve Akşener senaryosunun her aşamada yeniden sınanmasına, değişmesine neden olacak birçok gerekçenin tahmini dökümünü yapıyorum. Yaparken de, bu yolun göründüğünden çok daha zor, meşakkatli ve sürprizlerle dolu olacağını, yaşanmışlıkların tecrübesiyle çok rahat görebiliyorum. O kadar net görüyorum ki, bu makale veya buna benzer gelecek itiraz ve yorumlarla, Akşener’in bu hamlesinden vazgeçmeye mecbur kalacağı, yakın-orta vade içerisinde kesinlikle yeni stratejilerin telaffuz edileceği bence gün gibi aşikar. Akşener gibi ülke politikasında önemli dengeleri elinde tutan son derece değerli bir siyasinin, olayları bir de bu perspektiften değerlendirmesi yerinde olur.

Post Date: 30.09.2021
Share on