İşte böyle olur. Kötü haber seni bulur, yakalar. En beklenmedik anda başına taş düşer. Öyle kalakalırsın. Evet, sevgili Ferhan hastaydı ve haberler iyi değildi. Ama yine de insan, ruhumuzda ve beynimizde sonsuza dek yerini kazımış bir dehanın aramızdan ayrılabileceğine inanamıyor. Olasılığı bilmene rağmen kabullenemiyorsun. Ferhan, bizler için adeta sonsuza dek Beyoğlu’nda, sevgili lisesinden (Galatasaray) en fazla 150-200 metre ötedeki, hatta belki daha bile yakın, Ses Tiyatrosu’nda oyunlarına devam edecek. Şurada galiba 4-5 yıl önce yine hastalığının ağır seyrettiği bir dönemde, sevgili meslektaşı Orhan Aydın’la beraber onu hastanede ziyarete gitmiştik. Düzelme sürecine girmişti, yine üst üste espriler patlatıyordu. İçimize o gün umut saçtı ve bu iyileşmenin uzun vadeli kalıcı bir iyi haber olabileceğine inandık…

Ardından Ferhan sağlığına kavuşmuş olarak yeniden o bitmez tükenmez enerjisi ve kendine has sahne büyüsüyle mesleğini geri aldı. Tanrım, bu nasıl bir örnek çalışkanlık ve yaratıcılık yarışıdır! Hangisini sayacaksın, geçmişten günümüze… O muhteşem otobiyografik kitaplarını mı? Ali Poyrazoğlu ile başlayıp ardından devam ettirdiği skeçlerini mi? Tiyatro tarihimize altın harflerle kazınmış “Ferhangi Şeyler” veya “Kahraman Bakkal Süpermarkete Karşı” gibi mükemmel oyunları mı? Ya da “Güle Güle Godot” gibi nefis bir referans eseri mi? O kadar kızıyorum ki kendime! Bunu bazı şeylerin ertelenemeyeceğini genç sanatçılarımıza, sahne insanlarımıza vurgulamak için yazıyorum: Geçmişte bu harika oyunu seyrettikten sonra “Godot’yu bekleme” durumuna karşı, oturduğum yerden kalkıp sahneye yürüyüp şapkalı ve pardösülü halimle “İşte geldim, ben Godot. Şimdi ne olacak?” diyerek oyuna müdahale etmek istemiştim. Ama bir türlü nasip olmadı ve artık olamayacak. Tam Ferhan’a göre yaratılmış doğaçlama, beklenilmedik bir çeşit kavramsal göndermeli tuluat pinponu o anda başlayabilirdi. Kendime çok kızıyorum. Çünkü bu sorunun yanıtı artık yok.

O kahpe kara haber bu sefer beni tatilin son gününde Bodrum’da yakaladı. Çöküyorum olduğum yere, sosyal medya için bir şeyler karalıyorum: Sanat dünyamızın muhteşem yaratıcı ismi, tiyatromuzun yeri doldurulmaz duayenlerinden ve Sanatçılar Girişimi’nin en değerli kurucu üyelerinden, çok değerli dostumuz Ferhan Şensoy’un vefatını derin bir teessür ve acı ile öğrendim. Ülkemizin sanat ortamında asla unutulmayacak olan sevgili Ferhan’ın her düşüncesini, tiyatro ve sanat dünyamız için ortaya koyduğu her özgürlükçü idealini yaşatmak için bu ülkenin sanatçıları, yaratıcı insanları ve aydınları olarak her gün mücadeleye devam edeceğiz. Türkiye’de faşizme karşı daima demokrasi, insan hakları ve ödünsüz sosyal mücadeleyi savunan değerli arkadaşımız Ferhan Şensoy, bundan böyle sonsuz hayatına geçiş yapan bir efsane…. “

Hangi toparlayıcı özeti yapabilirsiniz ki, Ferhan Şensoy gibi bir müstesna yazar ve sahne insanını tarif etmek için? 140 karakterlik twitter özetiniz, işte böyle boynu bükük ve “banal” kalıverir…

SEN LEFTER’İ VE DE GAULLE’Ü ESAS BİR DE FERHAN’A SOR

Socrates Dergisi’ndeki bir röportajından:

“Dönemin en güçlülerinden biri olan Macarları yenmiş ulusal takım için yazılmış; ‘Naci’yi geçmek zor /Sen Lefter’i bir de Macarlara sor’ marşı birinci sayfasını süslüyor defterimin. Hasta Fenerliyim. O kadar Fenerli değilim belki, Lefter hayranıyım. Ay-Yıldızlı formayla gol atıp bize maç kazandıran Lefter’e “Gâvur” dedi diye, sınıf arkadaşım Hayrettin’e hayatımın ilk yumruğunu atmışım. Yumruk, o ana dek benim filmlerde gördüğüm bir şey, hiç atmışlığım yok. Elimi sımsıkı yumruk yapıp var gücümle vuruyorum suratına. Elim çok acıyor, Hayrettin’e bir bok olmuyor.”

Galatasaraylılar sakin olsun, tabii ki sonra Ferhan Galatasaray Lisesi’ne giriyor ve sarı kırmızılı oluyor… Bir de lise dönemi hakkında anlattığı muhteşem bir 1968 hikayesi var, De Gaulle’ün Türkiye’ye geldiği yıl hakkında… Ferhan’dan dinlediğinizde gülmekten fıtık olabilirsiniz! Bu videosu efsane olarak yayıldı her yerde, futbol rekabetlerinin de etkisiyle! İzninizle biraz müstehcen kelimeler içeren bir şaka üzerine kurulu olduğu için ben pas geçeyim ama siz lütfen internette bulun ve dikkatle dinleyin. Ben dayanamadım, bir gece açtım telefonu tekrar sordum: “Yok Bedricim, gerçek değil o hikaye” dedi bana gülerek. Buna rağmen orada telefonda bana o hicivin tekerlemesini özel olarak yaptı. Ne kadar şanslı bir andı benim için!

FİLOZOFLARI VE ŞÖFÖRLERİ AYNI ANDA ETKİLEYEN ADAM

Yine Socrates’deki sözlerine dönelim: “O zamanlar milyon dolarlar almazdı futbolcular. Lefter Abi Galatasaray Lisesi’nin önünden, benim demir parmaklıklar arkasından onu hayranlıkla izlediğimi görmeden, yürüyerek geçerdi. Hiç Ferrari ile, Porsche ile geçtiğini görmedim. Belki de yürüyerek Dolmabahçe Stadı’ndaki maça gidiyordu… Ada’dan vapurla gelmiş Sirkeci’ye besbelli, Karaköy’den Tünel’le ulaşmış Beyoğlu’na, İstiklâl Caddesi’ni yürüyor. O sırada lisenin önünde, sağ eli havada, kılı kıpırdamadan kapıya saygı duruşunda bulunuyor, tepeden tırnağa sarı-kırmızı giyinmiş, Galatasaray’ın çok renkli amigosu, dolmuş şoförü Karıncaezmez Şevki… Lefter’i görünce dönüp ona bir selam çakıyor, Lefter Abi ona gülümseyerek el sallıyor ve yeniden lisenin kapısına yönelik saygı duruşuna geçiyor Şevki. O okulda kurulmuştur çünkü Galatasaray Futbol Kulübü, Ali Sami Yen ve arkadaşları tarafından. Şevki’nin kapıya saygı duruşunun sebebi bu. Lefter’e saygısının sebebi ise şu; heykeli dikilecek bir ulusal kahramandır o.Bin yaşasın Lefter Abi! Büyükada’ya da bir Lefter Küçükandonyadis heykeli yakışır yani.”

İşte ben bunun için seviyorum Ferhan’ı. Türkiye’yi renkleri ve rekabetleriyle kucaklayabildiği için, her sosyal sınıftan her insana hitap edebildiği için filozofları, sanatçıları, şoförleri, üst kattaki teyzeyi aynı anda etkileyebildiği için…

“AGENT PROVOCATEUR DE HAUTE GAMME”

Sanatçılar Girişimi’nin bizim evde gerçekleşen kuruluş yemeğine programına uymadığı için katılamamıştı. Ancak hemen ardından Ses Tiyatrosu’nda gerçekleştirdiğimiz büyük buluşmaya hemen atılarak evsahipliği yapmış, her zaman protest siyasi kişiliğini ödünsüz bir şekilde en önde tutarak her disiplinden sanatçı arkadaşları ile demokratik, laik, Atatürkçü, özgür Türkiye’nin bir neferi olmayı vazgeçilmez sorumluluklarından biri olarak kabul etmişti. Onlarca yıldır, aynen diğer büyük kayıplarımız Tarık Akan ve Tuncel Kurtiz gibi, Edip Akbayram gibi, Ataol Behramoğlu gibi, Müjdat Gezen gibi, Genco Erkal gibi, Rutkay Aziz gibi, Nejat Yavaşoğulları gibi, Tamer Levent gibi, Orhan Kurtuldu gibi, sevgili Orhan Aydın gibi, daha nice yaratıcı ismimiz gibi demokrasi, ifade özgürlüğü ve insan hakları hatları üzerinden Türkiye’nin ödünsüz sembollerinden biriydi. Özellikle “Ferhangi Şeyler”, onun sonsuza dek kalıcı sunumunu yaptığı bir Türkiye siyasi kroniğiydi. Bugün de elinize herhangi bir gazete alıp Ferhan’ın beyni ile okuyup, hatta onun sesi ile dinleyebilirsiniz. Zaten o sayede hem halkın sevgilisi oldu, hem de İkinci Cumhuriyetçilerin tüm tepkilerini üzerinde toplayan koca bir ebedi anıt! Sanatıyla dokunduğu herkesi dayanışma ağlarının içine çekmek istiyordu. Tiyatrosunu yaktılar, oyunlarını yasakladılar, ekranlardan sürdüler, ama ne korkutabildiler, ne yıldırabildiler. Yarattığı entonasyonlar, Türk halkı ile beraber kurguladığı özel dilin çok özel bir lehçesi idi adeta. Meddah kimliği, absürt tiyatro, politik tiyatro ve ağır Dadaist provokasyon arasında edebiyat ve sahne okyanusunda sörf yapıyordu, sonsuz bir keyifle. Muzipçe fışkırttığı zeka şelaleleri, balinaları da kıskandırabilirdi o engin sularda… “Hanfendi, anlamayışınıza hayranım”…

2023 seçimlerinde, aydınlık Türkiye’nin zaferini onunla beraber kutlayacağız. İzninizle, size randevu veriyorum: Seçimin ertesi günü öğlen 12:00’de mezarı başında! “Başardık Ferhan, sonsuz katkılarına teşekkürler!” diye haykıracağız.

Cumhuriyet’te bir röportajında “…ben de Sait Faik gibi ismi bilinen cismi bilinmeyen bir yazar olmak isterdim”demişti, ama tabii ki bu hiçbir zaman mümkün olamazdı. Türk halkını her an güldürebilen ama bütün siyasi ve sosyal yaşam hakkında da derinden etkileyen karizmatik, güçlü kişiliği ve bunları derhal yansıtan gözleri, sesi ve gülüşü vardı. Münir Özkul’un 1989 yılında, daha önce İsmail Dümbüllü’nün kendisine verdiği Türk güldürü tiyatrosunun efsanevi kavuğunu, Şensoy’a harika bir sürpriz sahne anekdotunun ardından devretmesinden sonra uzun süre“Ben bu sorumluluğu sonra nasıl devam ettireceğim, nasıl devredeceğim” stresine girdi. Çünkü bu isim, önemli bir muhalif tuluat komedi oyuncusu olmalıydı. Derken 2016’da sahne arkadaşı Rasim Öztekin’e devretti. Ancak sağlığı iyi gitmeyen Öztekin, kavuğu 2019’da Şevket Çoruh’a emanet etmişti. Beş ay önce vefat eden Öztekin’in ardından şunları söylemişti Ferhan: "Orta oyuncuların amatör kolu nöbetçi tiyatrodan yetişti Rasim. Kısa sürede Ortaoyuncular’a katıldı. Kavuğumu ona devrettim. Ortaoyuncular’da çok başarılı bir dönem yaşadı. Kimi rahatsızlıklarından dolayı sahneyi bıraktı. Kavuğu Şevket Çoruh'a devretti. Günü geldi, uçtu gitti gökyüzüne, kavuklu fotoğrafı asılı durur Ses 1885'te. Bir gün ben de uçup geleceğim gökyüzüne, buluşuruz gökyüzünde, neşeli bir meyhanede.”

Arkasında değerli hayat ortağı ve eski eşi Derya Baykal ile yetiştirdiği iki güzel insan,  sevgili kızları Ferhan ve Derya kaldı. Ne kadar başarılı genç insanlar yaratabilmiş Ferhan ve Derya…

Anılarıyla kalbimizde her zaman tüm tazeliği ile kalacak, zengin kimliği ve anekdotları hiçbir zaman belleğimizden düşmeyecek! Bulunduğu her mekanı cennete çeviren Ferhan, gittiğin yerde de saçacağın kahkahalarla eminim Cennet’i bile şaşırtacaksın! Orada kavuğun senden önceki ve senden sonraki sahipleri ile birbirinize anlatacağınız o kadar çok şey olacak ki… Ben mi? “Bugün evden çıkasım yok…”

Post Date: 03.09.2021
Share on