Dün Amerika Açık’ta oynanan tek kadınlar finali ve bugün İstanbul’da oynanan WRA BNP Paribas t
Turnuası finalleri “neredeyse” birbirlerinin kopyası olarak geliştiler! Çok şaşırtıcı bir benzerlikti gerçekten… Amerika finalinde Belaruslu Azarenka ve rakibi Japon tenisçi Osaka’nın maçında ve İstanbul’da Kanadalı Eugenie Bouchard ve Rumen Patricia Maria Tig arasındaki finallerin senaryoları, %80 oranında birbirinin kopyasıydı. Her ikisinde de ilk sette rakibini neredeyse “dağıtarak” kolay kazanan tenisçi, arkasından maçı kaybetti. Her ikisinde de ilk seti güle oynaya rakibine top göstermeden kazanan ve “acaba maç bir saat dolmadan biter mi?” dedirten tenisçiler, o andan sonra rakiplerinin uyanışına şahit oldular ve “bu kadar geri dönüş de sonuna kadar sürmez” diye düşünürken maçın bitişine şahit oldular. Neden “%80 benziyordu” diyorum çünkü İstanbul’daki finalde Bouchard, 4/1 ve kendi servisinde 15-40 geri düştükten sonra maçı tekrar asılmayı bildi ve 5/2 geriden gelip önce 5/5’e sonra 6/6’ya yükseldi ve seyircilere haşin bir tie break’in heyecanını yaşattı. İstanbul’da Rumen Tig, 2/6, 6/1, 7/6 kazanırken, New York’ta Osaka 1/6, 6/3, 6/3’le kazanmayı bildi.
Her iki maçın bir başka ortak noktası benim kazanmasını istediğim tenisçilerin sonuçta kaybetmeleriydi! Aslında New York’taki finalde kararsızdım: Küçücük çocuğunun büyük velayet dertleriyle ağır sorunlar yaşayan genç bir annenin, yedi yıl sonra bir büyük turnuvada kazanmasını da istiyordum. Öte yandan Amerika’daki ırkçılık karşıtı savaşta, Cincinnati Turnuası’nda yarı finalden çekilerek protestosunu en vurucu şekilde yapan sempatik Japon Osaka’nın da kazanması bana keyif verecekti. Osaka, “black lives matter” için elinden geleni açık olarak yaptığı için gönülleri kazanmış bir sporcuydu.
AZARENKA VE OSAKA’NIN RESTLEŞMELERİ
Bu turnuvaya seribaşı olarak bile katılmayan Azarenka, çeyrek finale kadar yalnız Doğu Bloku ekolünden tenisçileri yenerek çıktı. İlk 2 maçta önce vatandaşı 5 numaralı seribaşı Sabalenka’yı ardından da Polonyalı Swiatek’i set vermeden çok kolay geçti. 20 numaralı seribaşı Çek Muchova’ya karşı ilk seti verse de yine nispeten rahat kazandı. Sonra şok bir maçta, Belçikalı Elise Mertens’i “neredeyse bisiklete bindirecekti”: 6/1, 6/0. Yarı finalde ise rakip New York’un “büyük ablası” Serena Williams’ı ilk seti 1/6 kaybettikten sonra 6/3, 6/3’le geçti. Diğer finalist, 2018 şampiyonu Osaka, finale kadar üç set kaybetti. İlki vatandaşı Misaki Doi’a, ikincisi 3. turda Ukraynalı Kostyuk ve yarı finalde Amerikalı yeni yıldız adayı Jennifer Brady’ye karşı...
New York’ta Victoria Azarenka, finale buldozer gibi girdi. Sert servisler, üst üste winnerlerle gelen doğrudan hızlı puanlarla, rakibine adeta oyuna dahil olma şansı vermedi. Set yarım saat bile süremeden 6/1 ile kapandı. “Vika”, 2. sete aynı hızla girdi ve 2/0 öne geçti. Hatta 3/0 topunu bile kullanabilirdi. Ama orada “küçük küçük muhalefetlere” başlayan Osaka, adeta Zen bir sükûnet ve sessizlik içinde, kaplumbağa çalışkanlığı ama çoğu anlarda da bir matematikçi açıları ve boksör darbeleri kullanarak maça döndü. Azarenka ne olduğunu anlayamadan ikinci set bitti, üçüncü sette aynı sel akmaya devam ederken Belaruslu tenisçi, oyuna dönmeye çalıştıysa da, kritik oyunlarda avantaja geçtiği puanları bir türlü kazanamadı. Böylece 2012 ve 13 de kazandığı iki Avustralya Açık şampiyonluğunun ardından, 3. slam kupası gelemedi.
GÜZELLER GÜZELİ BOUCHARD MUCİZENİN EŞİĞİNDEN DÖNDÜ
İstanbul’daki final için telefon edip “gel beraber seyredelim” diyen eski takım arkadaşım, Tenis Eskrim
Dağcılık Kulübü Başkanı Mehmet Tınaz olunca, onu tabii kıramadım ve İstanbul Tenis Kulübü kortlarında Federasyon’la beraber yeni yapılan nefis 3500 kişilik santrkorttaki finali ekransız, kendi gözlerimle seyretme şansı buldum.
İtiraf edelim, güzeller güzeli Kanadalı Bouchard, üstün form grafiğiyle girdiği turnuada, elemelerden gelip, daha önce Amerika ve Fransa Açık Turnualarını kazanmış Rus Kuznetsova’yı yenerek finale gümbür gümbür çıkmış olmasa, bu karar o kadar kolay alınamazdı. Çünkü çalışma masamda bekleyen çok iş vardı. Neyse sonuçta hiç gördüğüme pişman olmadığım bir maçla karşılaştım. Yukarıda Azarenka için yazdıklarımı burada kendiniz okuyarak bu maçın ilk setini de anlayabilirsiniz. Uzun lafın kısası, Rumen Tig top görmedi. Hiç durmadan aynı zamanda eşi ve coach’u olan hayat arkadaşından gelen taktiklerle sanki kafası daha da karıştı. Sonra ne mi oldu? Herhalde o ana kadar hayatında yalnız 724.000 küsur dolar kazanmış olan ve yaşam mücadelesinde henüz iki yaşındaki küçük çocuğun masrafları de dahil olmak üzere herhalde ciddi anlamda paraya ihtiyacı olan Tig, 25.000 dolar yerine, 14.000 dolar kazanma riskini kabul edemedi ve ite kaka zorla tekrar maçı döndürdü. Bouchard ise bugüne kadar 6 milyon $’ın üstünde turnuva geliri elde etmiş olmasının dışında yılda 3-5 milyon dolarlık sponsorluk kontratları imzalamış ve bu şekilde büyük paralar kazanmış bir popstar tenisçi olarak, belki kaybetmenin maddi manevi maliyetinin çok daha az yük oluşturacağı bir insandı. Tabi Türkiye bunun ne kadar farkında onu bilmiyorum ama Bouchard dünyada milyonlarca fani olan bir spor yıldızı. Artık modellikleri, fan clubleri, yıldızlarla olan dostlukları, onun için sanki daha önemli… Ama hakkını yemeyelim çünkü bu turnuvaya İstanbul’a gelişi, elemelere çıkışı ve her maçı son puana kadar hangi ciddiyetle oynamış olması ile mesleğini ve kim olduğunu unutmadığını da bir yandan hepimize göstermiş oldu.
Son sette, Bouchard, mucizenin eşiğinden döndü: Rakibi 4/1 ve servisinde 15/40 ilerideyken elinden gelen her şeyi yaptı, maça döndü ve olayı son tie-break’e taşıdı. Hatta maçı kaybetmeden önce 9 maç topu kurtarmayı bile başardı! Maç bittiğinde ne Tig’in sevinecek hali kalmıştı ne de Bouchard’ın finali kaybetti için depresyona girecek havası vardı. Ama yine de Kanadalı yıldız kariyerinin başındaki mücadelelerini andıran bu İstanbul seferinden kesinlikle memnuniyetle ayrıldı bundan emin olabilirsiniz…