Her saniye bizi rahatsız eden kararların alındığı bir ülkede yaşamaktan yorgun düştük. Bu satırları size 26 Ağustos günü yazıyorum, Büyük Taarruz’a yeşil ışık yakıldığı gün. Mustafa Kemal, İsmet İnönü ve Fevzi Çakmak’la beraber, Batılı güçlerin sinsi planını alt üst eden ve hesaplarında olmayan büyük şamarı şanlı ordumuzla beraber atmak üzere harekete geçmişti… “Türk’ün Ateşle İmtihanı”, sonsuz bir kahramanlık destanı oluşturacak, Afyonkarahisar, Zafertepe, Dumlupınar sırayla tarih sayfalarına yazılacaktı. Bir insanın “Türk” ya da “Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı” olup da, 26 Ağustos ve 30 Ağustos’u inkar etmesi, kutlanmamak için bin dereden su getirmesi nasıl bir nankörlüktür, bunu izah edebilen var mı? Deniyoruz, “Atatürk olmasaydı, ne ezan, ne Kuran, ne de camiler kalacaktı, zorla hangi devletlerin tebaası haline gelecekti Osmanlı” diyoruz, bir türlü anlatamıyoruz.

Nankörlük ağır bir hastalıktır. Yarı Akşehirli olarak çok sevdiğim Nasreddin Hocamızdan meşhur örneği hatırlatayım: “Hoca, Hoca, koş!!! Köy meydanında Emmi Ağa herkese senin ne alçak bir adam olduğunu anlatıyor, hem de bağıra çağıra!” diye kapısından içeri dalan komşusuna, Hoca hiç istifini bozmadan cevap verir: “Mümkün değil.” “Neden?” diye sorar komşu, “Çünkü ben Emmi Ağa’ya hiçbir iyilik yapmadım, aleyhimde konuşamaz!” der.

Atatürk’ü uyduruk nedenlerle sinsice yok etmeye kalkışan bahtsızlar, gözümde bir hiçtir, FETÖ çetesi kadar değersizdirler. Onlar nankörlüğün zirvesine ulaşmışlardır. Allah affetsin. Halkımız, Atatürk’ü, silah arkadaşlarını, o günlerin gazi ve şehitlerini anmak için hiç kimseden izin almak durumunda değildir! Vicdanından, ruhundan, beyninden gelen bir sesle tabii ki bulundukları yerde Atatürk anıtlarına çelenk koyacak ve bu toprakları “vatanımız” yapan o günlerin anısına saygı duruşunda bulunacaklardır. Tersine bunu yapmamak gözümde manevi bir suçtur. Salgının gerektirdiği kurallara uyarak her vatandaş ve siyasi, bu anmayı gerçekleştirmelidir. Karşı çıkan siyasiler ise bu ülkede siyaset yapma hakları olmadığını bilmelidirler.

Çok sevdiğim Ankaralı bir sanatsever dostumla tatilde, Bodrum civarında beraberdik. Kendisi ayrıca önemli bir iş adamı. Konu konuyu açtı ve beni çok şaşırtan cümlelerden birini söyledi: “Ben ömrümde hiç kötü bir insana denk gelmedim. Hep iyi insanlar vardı yanımda ve bu yüzden çok mutlu bir hayatım oldu, her işim de en güzel şekilde gerçekleşti”. Eşimle beraber ağzımız açık dinledik bu sözleri. Değerli dostum adına çok sevindim ve heyecanlandım! Demek böyle bir şeye denk gelmiş olmak da mümkündü! Bunun dünyanın en büyük zenginliği olduğunu kendisine hatırlattım. Gerçekten de her yıl insanın lotoda büyük ikramiyeyi tutturması kadar az denk gelebilecek inanılmaz bir yol serüveni bu. Çoğumuzun böyle bir şansı olmamıştır. Benim hayatımda da çok yakın ve iyi dostlarımın yanı sıra, gerek babamın yaşamında, gerek benim çevremde her alanda nankörler, arkadan hançerleyenler oldu. Dolayısıyla dostumun bu inanılmaz şansının hep sürmesi için içimden en derin pozitif enerjileri yolladım.

FATİH PORTAKAL

Detaylarını bilmediğim bir konu hakkında spekülasyon yapmam. Ancak her birimiz şunu söyleyebiliriz ki, Portakal’ın akşam haberlerini bırakıp hızla tatile çıktığı anda bir şaşkınlık yaşamıştık; birkaç gün önce de aldığımız haberle sanki bu ayrılık sinyalinin gerekçelendirilmemiş teyidini aldık. Akşam saat 19:00’da Portakal’ın yorumladığı haberler benim için gerçek bilgi anlamına geliyordu. Atatürkçü bakış acısının korkusuz, nazik, bazen hafif mizahi ve irdelemekten çekinmeyen güzel bir üslubu vardı o ses tonunda. Sonuçta, kanalın aidiyetini düşündüğümüzde Fox Tv’nin kurumsal olarak Ata’nın bir kalesi sıfatıyla direnmesi için doğal bir zorunluluk yoktu, bunun yaşanabileceğini biliyorduk. Umarım İsmail Küçükkaya görevine eski doğrultusunda devam eder.

ÇÖZÜMLEME 3. SAYI ÇIKTI!

Sevgili Utku Erişik’in çıkardığı Çözümleme Dergisi’nin 3. sayısı çıktı. Daha önce de bahsetmiştim. Utku Erişik yıllardır tanıdığım ve güvendiğim bir Atatürkçü genç. Zaten onun emin adımlarla gelen aydınlanmacı tavırları, bundan 30 yıl sonra da “Atatürkçü genç” olarak anılmasını sağlayacak. Benim de ilk iki sayıda çok uzun bir makalede ele aldığım Sosyalizm-Kemalizm karşılaştırmasını okumanızı önerebilirim. Kapakta da bir abide var: Muazzez İlmiye Çığ. Ama özellikle girişte Utku’nun anneciğinin Sümerbank’tan tutumlu ailelerin aldıkları değerli ve indirimli ayakkabıları kutularında saklayıp, üç yıl sonra ihtiyacı olan ailelere temiz bir şekilde nasıl hediye ettiğini ve bugün ise, o ayakkabı kutularının nasıl “kirlendiğini” ağlamadan okuyabilirseniz, çelik göz damarlarınızla övünebilirsiniz… (Abonelik için 05308803157/+4915147397860)             

Post Date: 27.08.2020
Share on