Bedri Baykam 18.06.2020

Bugün yoğun gündemimizden değil, başka önemli bir konudan bahsedeceğim. Bu ülkede her zaman sayısız gerginlik oldu, olacak. Ama bu tarihimizde iz bırakmış bu zor dönemlerin aydınlarımız, siyasilerimiz tarafından nasıl dürüstçe bugünün gençlerine ve gelecek kuşaklara aktarıldığı çok daha önemli bir konu. Çünkü bu hattın temiz olması, sonsuzluğa giden zaman çizgisinde geleceğimizin sağlıkla oluşmasını mümkün kılar. 

Sol, sosyal demokrat hatta Atatürkçü birçok gazetecimiz ve siyasimiz ne yazık ki bazı konularda sanki gerçekleri yansıtmaktan çekiniyorlar. Bunlardan en önemlisi, 27 Mayıs... İki şık var: Ya güncel siyasetteki belirli konjonktürler nedeniyle oportünist davranarak “darbesever gözükmemek” için “politically correct” ve “risksiz” yanıtı vermeye kendilerini mecbur hissediyorlar ya da açık konuşalım, konu hakkında pek bir şey bilmiyorlar. Kulaktan dolma bilgilerle, ezberletilen üç klişe cümleyle, “bildiği yanıldığına yetmeyen” haber ve yorumlarla yakın tarihimizi genellemeci bir bakışla ele alıyorlar. Hedefleri, 27 Mayıs’ı bugünkü iktidarın ve sağcıların arzuladığı gibi linç etmek! “Bütün darbeler aynıdır, en kötüsü de ilk olan 27 Mayıs’tır.”

Açıkça söylüyorum, bu iki şıkkın ikisi de birbirinden beter. İster “aman şöyle-böyle görülmeyelim” kompleksi, ister “yetersiz bilgi ile iddialı fikir sahibi olma” durumları… Bunlar, geçmişinde Hasan Ali Yücel’in, Falih Rıfkı Atay’ın, Muammer Aksoy’un, Oktay Akbal’ın, Uğur Mumcu’nun, Ahmet Taner Kışlalı’nın, Mümtaz Soysal’ın, İlhami Soysal’ın bulunduğu Türk aydınlanmasının onurlu geçmişine hiç yakışmıyor. Onların büyük mücadelelerine biraz saygılı olun. Lütfen, bazı kritik özel konuları bilmiyorsanız ya iki hafta eve kapanıp çalışın ya da rica edeceğim “o topa hiç girmeyin”. Çünkü 27 Mayıs’ı, siz yaşadığınız sürece önünüze getirecekler! Bilmediğiniz konularda, kendi kesimimizin geçmişteki en değerli siyasetçilerini ve gazetecilerini yok sayarak, üzerlerinden geçerek, onları adeta “bilinçsiz cahiller” yerine koyarak, kendinizi anakronik ve yanlış mantık oyunlarıyla onlardan çok daha değerli, zeki ve bilgili birer aydın gibi göstermeye çalışmayın. Ayıp oluyor. Kime mi? Başta rahmetli İsmet İnönü olmak üzere, artık aramızda olmayan ve o günlerde faşist saldırıları her gün göğüslemiş, kimileri hapislerde çürütülmeye çalışılmış Kasım Güleklere, Kemal Satırlara, Suphi Baykamlara, Turan Güneşlere, Metin Tokerlere… Onlar da demokrasiye müdahale olmasın diye her gün uğraştılar, ancak Baykam’ın dediği gibi “Menderes, her ihtarı hep blöf zannetti.”

Lütfen, 4-5 Haziran 2020 makalelerimi okuyun. Darbe aslında 27 Nisan 1960’da Demokrat Parti tarafından yapıldı. Tahkikat Komisyonu’na verilen akıl almaz yetkilerle o gün anayasa, siyasal haklar, basın ve haberleşme özgürlüğü askıya alındı. Güçler ayrılığı yok edildi. Demokrasi ve hatta ufuktaki seçimler yerin dibine gömüldü. Zaten, 1950’den beri 10 yılda DP, her gün adım adım demokrasinin utancı olan uygulamalara imza atmıştı. Kendi içinden çıkardığı o ucube komisyonla CHP’yi kapatabileceğine, milletvekillerini zindanlara veya daha ağır cezalara taşıyabileceğine inandı. 

Tabii ki darbeler kötüdür, darbe geleneğini başlatmış olmak kötüdür, ama artık şu yanılgıdan vazgeçin: “İlk darbe” kesinlikle 27 Mayıs değil, 27 Nisan 1960’dır! Demokrasiyi yok etmek üzere DP’nin hazırladığı büyük kumpası bilmeyenler, henüz anlamamış olanlar lütfen araştırsın. “Ne derler sonra” diyen ve oy çıkarları uğruna hareket eden, “şimdi biz kalkıp herkese her şeyi anlatamayız” diye kendilerine has oportünist seçimler yapan siyasiler olabilir; bu tavırlar Atatürkçülerin siyasi duruşuna yakışmaz. Türk aydınlarına hiç yakışmaz. Böyle bir algıda tembellik, böyle bir kökten savrulma kabul edilemez! 

Demokratik çabalarına ömür üstünden çok değer verdiğim yakın arkadaşım Fikri Sağlar, CHP Parti Meclisi’nde beraber yöneticilik yapma onuru yaşadığım sevgili Celal Topkan, Sözcü Gazetesi’nin çok değerli yazarı Saygı Öztürk ve daha nicelerine sesleniyorum: Belli ki o dönemleri iyi etüt etmemişsiniz, olabilir. Lütfen, 1950-60 arasını her zerresi ile yaşamış ve bugün aramızda olan değerli aydınlar Alev Coşkun, Yekta Güngör Özden, Altan Öymen, Nurettin Sözen, Hıncal Uluç, Oktay Ekşi veya Güneri Cıvaoğlu’na buyurun her şeyi sorun. Uğur Mumcu’nun neden “27 Mayıs ilk aşkımızdı, biz özgürlük ve demokrasinin ne olduğunu 27 Mayıs’la öğrendik” dediğini araştırın. Hıncal Uluç’un neden “Bugünün aydınları, 27 Mayıs’a sövme özgürlüğü dahil, her özgürlüklerini 27 Mayıs’a borçlular” dediğini öğrenin. Mümtaz Soysal’ın “27 Mayıs askerin değil, gençliğin bir hareketiydi” cümlesinin mantığını anlayın. 

Sayın Saygı Öztürk, Sözcü’de “Yassıada Mahkemesi, tüm özgürlüklerin kaldırıldığı bir darbe dönemi mahkemesiydi” diyorsunuz. Tersine o dönem, kaldırılmış ve hatta yok edilmiş tüm özgürlüklerin büyük bir sevinç ve coşku içinde halka iade edildiği dönemin ta kendisiydi! Sayın Yekta Güngör Özden’le aynı gazetede yazıyorsunuz, dünyanın en beyefendi insanıdır. Kendisini bir öğle yemeğine davet edin, size her şeyi izah etsin. Değerli siyasetçi kardeşim Fikri Sağlar, “demokratik açılımı şiar edinmiş genç cumhuriyetin sivil siyasetine ve siyasetçilerine yapılan bir saldırıyı bayram olarak yıllarca kutlamak ne kadar doğruydu?” diye soruyor Birgün’de… Sevgili Fikricim, demokrasi için ömür boyu savaşmış değerli arkadaşım, tam tersi oldu: Genç cumhuriyetin sivil siyaset hakkı elinden koparılıp gasp edildiği için, ufuktaki seçimler ve CHP göz göre göre ölüme götürüldüğü için gençler sokağa döküldü. Ayrıca tüm büyük ilerici hamleler, dediğin gibi “demokrasi ve hukuk karmaşası sonrasında” kendiliğinden oluşmadı. Esen güçlü demokratik rüzgar ve 1961 Anayasası ile devrimin bilinçli hamlelerinin sonucunda oluştu. Ordu ve gençlik, 27 Nisan DP darbesine karşı ayağa kalktı. Çok değerli aydınlarımız Alev Coşkun, Emre Kongar, Merdan Yanardağ, Suay Karaman, Can Ataklı veya Ümit Zileli bu fikirleri savunmaya devam ediyorlar! 

27 Nisan mantığının başlattığı tüm faşist darbelere bugün de karşıyız. İdamlar büyük hataydı, aksini söylemek mümkün değil. Yassıada demokrasi adası yapılsın, idam kararları iptal edilsin, hepsine varım. Ama Yassıada’nın tüm kararlarını iptal etmeye kalkarsanız bakın Uğur Mumcu size 1990 yılından seslenerek ne cevap verir: “Şimdi bugünlerde deniyor ki ‘Millet Meclisi 27 Mayıs nedeniyle özür dilesin.’ İhtilali meclis yapmadı ki! Peki DP adına o kadar hapsettirdiği insanlardan kim özür dileyecek? O zaman o dönem DP’ye sahip çıkanlar özür dilesin.”

Ve, sevgili meslektaşlarım, sözü Atatürk’ün tarihi cümlesi ile bitiriyorum, “Doğruları söylemekten korkmayınız!

(Tüm alıntılar, 1990 yılında Atatürk Kültür Merkezi’nde düzenlediğim 555K isimli sergim için hazırladığım gazetedeki röportajlardan alınmıştır.)

Post Date: 19.06.2020
Share on