Her ölüm ağırdır, arkada kalanlar için zordur. 

Ölüm, aynı zamanda aramızdan ayrılanın bu dünyadaki yolculuğuna sığdırdıklarının sonudur. Bazı insanlar, arkalarında hem isimlerini hem çabalarını hem hedeflerini simge haline getirerek yüzlerce yıl hatırlanacak izler bırakırlar. Nev’i şahsına münhasır değerli büyüğümüz Hayrettin Karaca’da bu tanımlamaya uyan isimlerden biriydi ve aramızdan ayrıldı. Amerika’dan henüz dönmediğim için cenazesini kaçırıyor olmam beni gerçekten çok üzdü. Anısı önünde saygı ile eğiliyorum. 

Hayrettin Karaca’nın adı, “Toprak Dede” lakabı ile adeta birleşmişti. Tema Vakfı’nın kurucusu, ömrünün yarısı geçtikten sonra neredeyse tüm enerjisini erozyona karşı toprağa korumaya, ona sahip çıkmaya verdi. 1992 yılında Nihat Gökyiğit ile beraber kurduğu TEMA Vakfı, Türkiye’de inanılmaz projelere imza attı ve yalnız ulusal değil, birçok uluslararası ödülünde vakfa ve onun sönmez meşalesi Hayrettin Karaca’ya yönelmesini sağladı. Karaca, böylece gençlik ideallerine dönebilme şansı yakaladı. Babasının istekleriyle aile şirketini geliştirmeye ve en başarılı kurumlardan biri haline getirmeye girişmişti ve gençliğinin rüyası olan edebiyat ve doğa ile uğraşmayı bir kenara bırakmıştı. Şimdi ise doğayı savunmak için yazdığı kitaplardan yola çıkarak, hem edebiyat hem doğayı harmanlayıp kendi hayatına tekrar katmış oluyordu! Ömrünün son yıllarında kitap imza gününde tanıştığı Muazzez İlmiye Çığ ile olan büyük aşkı da bu ortamın kıvılcımından başlıyor! Hatta artık Hayrettin Bey deyince, belki günümüz gençlerinin aklına, önce bu unutulmaz “zamanlar üstü” ikilinin ilişkisi geliyor da olabilir!

Beraber görüntü vermekten büyük keyif alan “ruhen genç sevgililer”, ayrıca “Giderayak” adını verdikleri Tv programlarından yola çıkarak, Türkiye’nin tüm sorunlarına çare üretmeye kalkışıyorlar! Lütfen görmediyseniz YouTube’a girin: Muazzez Hanım ve Hayrettin Bey, çılgın ihtiyarlar pankartı ile  parlamentonun önünde, uğruna şehit düşen gençlerimizi hatırlatarak vatan toprağına sahip çıkıyorlar! Bundan daha tatlı, daha heyecanlı ya da daha saygı uyandıran bir görüntü olabilir mi?

Aşklarının magazinsel yanları da yok değildi! Muazzez Hanım’ın kocaman taşlı bir nişan veya “söz” yüzüğü istemesi, Hayrettin Bey’in bunu, ancak 2040 yılında emekli maaşı ile ödeyebileceğini hesaplaması, Muazzez Hanım’ı, kendisini Belçika’dan her gün arayan sevgilisinden kıskanması ve aralarında bitmek bilmeyen el ele tutuşmalar ve en tatlı kikirdemeler de hep konu edildi. Hayrettin Bey Sümerler’i daha derinden keşfederken, Muazzez Hanım da ağzından toprağı düşürmez oldu!

Hayrettin Bey yalnız Muazzez Hanım’a değil, ülkesine, Atatürk’e, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olma duygusuna da aşıktı. Bu ülkeye çok şey borçlu olduğunu hissedip bunu geri ödemek için çeşitli projelerin içine girmişti. Roma İmparatorluğu’nun bile gücünü kaybetmesinin arkasında, toprak verimsizliğini engelleyemediği gerçeğinin olduğunu, koca ordunun bu yüzden ikmal göremediğini, beslenemediğini ısrarla anlatmıştı. Toprağın verimliliğini kaybetmesinin, ülkenin yaşıyor sanılırken ölmüş olması gibi olduğuna inanan Hayrettin Bey, kitleleri ayağa kaldırmak ve sorumluluklarını paylaşmak için zamana sığabilecek her şeyi yaptı.

Hepsinden önemlisi bütün bu uçuşan düşünceleri, Tema Vakfı ile en çağdaş ve paylaşımcı yöntemlerle yaşama geçirdi.

1 Milyon Fidan-Hatıra Ormanı Projesi-Tem Otoyolu Bitkilendirme Projesi gibi dev çabalara girilmesini sağladı!

En zengin, en çeşitli bitki türleriyle donatılmış bir “Arboretum” ile 14.000 türü bir araya getirdi. Toplumu toprak kaymasına ve çölleşmeye karşı uyarmakla kalmadı, hayatının her zerresinde bunu anlatmayı önceliği haline getirerek yaşadı. Hepsinden önemlisi, çocukları ciddiye aldı. Onların gözünün içine bakarak konuştu, onları heyecanlandırdı, onları sahiplendi. Çünkü bu ülkenin bir geleceği olacak ise, bunu ancak onların başarabileceğini anlamıştı. Kimse kızmasın da herhalde çocuklarla olan diyaloğunu, ülkenin tüm politikacıları ile olan tartışmalarının önüne koyardı. Topluma ağaç, doğa, evren sevgisi aşılamak, orman ve suyu korumak ya da herkesin diline pelesenk olmuş iklim değişikliği tehlikesini durdurmak onun yaşamının vazgeçilmez hedefleriydi. Birleşmiş Milletler’den aldığı “Orman Kahramanı” ödülü ve ülke içinden ve dışından aldığı sayısız diğer ödülün yanı sıra, kendisine göre en büyük ödülü Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olmaktı. Bunu daha fazla açmak veya anlatmak istemiyorum. İnsanlar bunu ya hisseder ya hissetmez. Bu Los Angeles seyahatimde yaptığım konuşmalardan birinde buna benzer bir şey söylediğimi hatırladım: “Evet en önemli müzelere, sergilere, buluşmalara katılmak için, onların mantığına göre yanlış pasaporta sahibiz. Ama benim açımdan Mustafa Kemal Atatürk’ün Cumhuriyeti’nin pasaportuna sahip olmak, paha biçilmez ve vazgeçilmez bir gururdur”. 

Toprak Dede’yi, bu ülkenin güzel insanları unutmayacağı gibi, eminim onun adını önümüzdeki yüz yıllara da taşıyacaklar.

“IMPEACHMENT” TARTIŞMALARI VE BİZ

Size kesinlikle Trump ve Ukraynalı siyasetçiler arasında kimin haklı veya haksız olduğunu, demokratlar ile cumhuriyetçilerin nasıl ayrıldığını anlatmak istemiyorum. Beni ilgilendiren ana konu, bu tartışmaların Amerikan Senatosu’nda hangi sükunette yapılabildiği, Başkan Trump’ın lehinde ve  aleyhinde konuşan insanların birbirini nasıl uygarca dinlediği, herkesin nasıl not aldığı ve salondaki sessizliği nasıl koruduğu… Olaya tamamen farklı açılardan bakan insanlar sırayla ve sakin bir ses tonuyla Trump’ı suçluyor veya aklıyor. Ama kimse kimseye sataşmıyor, bağırmıyor, ayağa kalkıp kürsüye yürümüyor.

Tabi bunun daha öncesi de var. Başkan’ın aleyhinde konuşan veya yazan hiç kimseye çeşitli bürokratik veya siyasi baskılar yapılmıyor, Trump aleyhine olan insanlar coplanmıyor, dayak yemiyor, gazlanmıyor! Tarafların avukatlarına baskı yapılmıyor. Müvekkilini savunmaya giden avukat, kendisini hapishanede bulmuyor. Her iddia ortaya atılabiliyor, herkes özgürce konuşuyor. 

İşte beni en çok ilgilendiren konu bu! Bilmem anlatabildim mi? Nasıl kıskanıyorum biliyor musunuz?      

Post Date: 23.01.2020
Share on