Yaşadığımız coşku için İmamoğlu dışında teşekkür etmemiz gereken kalabalık bir kesim var. 31 Mart’ta kaybettikten sonra durumu kabullenmeyen Binali Yıldırım ve hatta Tayyip Erdoğan’ı uydurma gerekçelerle yeniden seçime yollayan, İBB bağımlısı, rant-çıkar ve bankamatik çevreleri! Kimi dev kimi günlük paralara fit olmuş çeşitli şişkinlikte cüzdana sahip ekonomik parazitler. Onların açgözlülüğü sayesinde, İmamoğlu İstanbul’da bugüne kadar halktan görülmemiş bir teveccüh ile koltuğuna oturuyor! Teşekkürler sevgili yandaşlar! İyi ki RTE üzerinde o dayanılmaz baskıyı kurdunuz da, bugün bu büyük zaferin istemeden de olsa mimarı oldunuz! Liderlerinin “merak etmeyin %100 kazanırız” diye aklına giren bu aklı evveller, eminim şimdi Erdoğan’ın hışmına uğramamak için kaçacak delik arıyorlar! 13.000 oy farkla doymadıkları için, İmamoğlu önlerine 806.000 farkı altın tepside sundu! Nasıl yanıyorum o gece sonuçlar açıklanırken yandaş kanallara bakmadığım için, onların ağzını bıçak açmayan hallerini canlı görebilmek için şimdi neler vermezdim. Daha sonra farklı kanallarda duruma bir izahat getirebilmeyi denerken kaç takla attıklarını gülümseyerek seyrettim.

Bakın bu seçim tekrarını başaran (!) yandaş baskıları sayesinde neler oldu? İstanbul’da kaybedenin sürekli düşük farkı hatırlatıp borusunu öttürebileceği karşı-iddialı ortam gitti, yerine halkın prensi olmuş çok farklı kesimlerin güvenini kazanmış güçlü Başkan geldi. Onlar kendi sonlarını hazırlamışken, bizlere de “demek ki her şerde gerçekten bir hayır varmış!” diyerek şaşırmak kaldı! Kadıköy’den Beylikdüzü’ne, Sarıyer’den Sultangazi’ye, Beşiktaş’tan Bakırköy’e her yer muhteşem bir kutlama festivaline dönüştü: Konvoylar, sokaklarda dans edenler, slogan atanlar, meşale yakanlar hepsi vardı ama -belki tek tük birkaç arıza dışında- kurşun atan yoktu! O kadar da kültür farkı olsun! Sonuçta elinde içeceklerle şarkılar söyleyerek o büyük rahatlamayı nihayet yaşayabilen insanlarımız, yıllardır içinde yaşattıkları bu baskı ve hakaret ortamında çölde suya ulaşmış gibiydiler! Değerli tiyatrocumuz Enis Fosforoğlu’nun hiç olmazsa iki gün daha fazla aramızda kalıp duygularıyla bu sevince ortak olabilmesini isterdim. Değerli çocukları, bu düşünceleri paylaştılar onun huzurunda. Yakın geçmişte kaybettiğimiz onca arkadaşımız ve Gezi’de hayatını kaybeden gençler de geldi aklıma... Onların da bu heyecanı kana kana içebilmelerini isterdim! 

Ben Beşiktaş’ta, ailem, ilçe örgütü ve Piramid ekibi ile beraber bu unutulmaz geceyi, her zerresinin tadına vararak yaşadım. O gün oracıkta yeniden doğmuş gibi eğlenen ve slogan atan, heykellere tırmanan gençler, sanki Gezi’nin iktidara gelmesini kutluyorlardı! 

BU GAFLARLA AKP’DEN KAÇIŞ HIZLANABİLİR

Gezi mi dedik? Binlerce yıl ağır hapisle yargılanan Mücella Yapıcı veya Osman Kavala’ya sorun! Bundan daha saçma bir zamanlama olabilir mi? O harika seçim sonuçlarının açıklanmasından 12 saat sonra Gezi davası başladı Silivri’de... Aynen Ergenekon ve Balyoz davaları gibi, insanların hazmedemediği bir dava bu. Gezi olayının bir patronu, bir tetikleyicisi olduğuna inanmam mümkün değil. Bir de Gezi ile ilişkilendirilmek istenen terör örgütlerine bakıyorum da, PES diyorum: Mesela ben, FETÖcülerin ve medyalarının Gezi’deki gençlere ne kadar karşı olduklarını her gün sokakta da gazetelerinde de gördüm. HDP’li gençlerin bile olaya önceleri mesafeli baktıklarını, o özgür havaya gıpta etseler bile üst akıllarıyla istişareler yapmadan topa girmediklerini görüyordum. O günlerde Tayyip Erdoğan’ın en sert rakibi olan Bahçeli’nin gençlerinin çoğu da, onun komutuyla Gezi’den uzak duruyorlardı. Geziciler, hem her yaştan, hem de özgürlükle bezenmiş, her frekanstan gençlerdi. Aralarında Atatürkçüler, sosyalistler, liberaller, anti-kapitalist Müslümanlar, bağımsız milliyetçiler, ateistler, apolitikler, rockçılar, ne ararsanız vardı! İşte İmamoğlu da “O” gençlerin arasından geliyordu. Nasıl sevinmeyeceklerdi ki? 

Başka bir soru da, Fetö ile AKP döneminde yaşamımıza sızan bu fantastik kurgularla delil üretimi ve tehdit boyutunu aşan ağır ceza talepleri, bu ülkeye huzur getirmiyor. Ancak ayrıştırma-kin-kavga ve kimsenin normal bir vatandaş bile olamadığı bir buzul ortamı getiriyor. Şimdi Türk siyasetinde kucaklayıcı sevgi dolu kimliğiyle, yapıcı söylemleriyle bir İmamoğlu rüzgârı, İstanbul üzerinden Trakya’ya, Karadeniz’e, Ege’ye, Anadolu’ya ve hatta Güneydoğu’ya yayılıyor. AKP ve Tayyip Erdoğan artık izledikleri bu korku salma ve tehdit siyasetleri ile giderek halktan uzaklaştıklarını görecekler mi, yoksa halkın beyni ile alay eden davalar tipolojisini sürdürüp, seçimi zorla tekrar ettirirken içine düştükleri hatanın benzerine imza atacaklar mı? Aslında belki farkında olmadan paniğe kapılan AKP, kitapta yazan tüm hataları üst üste yaptı! Sanki sihirli bir değnek o farkın milyona doğru açılması için akıllarını esir almıştı. Aylarca bekadan bahsettikten sonra, Öcalan’dan koparılan bir “tarafsız kalın” çağrısını Kürt seçmenlere heyecanla aktarmak gibi bir hamleyi medyaya yayacak kadar yörüngesini kaybetmişti iktidar. Aynen Karadenizlilere “Pontus “diyerek akıllarına göre hakaret etmenin onlara puan kazandıracağını sandıkları gibi... AKP, artık kavganın değil, huzurun yükseldiğini okuyamıyor hala...

Ekonomik krize doğru dalış yaparken, durumu algılayamadığını gördüğümüz iktidar, bu mantık dışı gerilim arayışlarını sürdürürse bakın ne olur: Halk, bezginliğinin ötesinde, bu sefer belki AKP’den ayrılacak Ali Babacan ekibi veya Davutoğlu ekibinin yarattıkları yeni bir merkez sağ çekim alanına da kapılabilecek ve AKP’nin düşüşü hızlanacak!

Bence sevgili İmamoğlu göreve gelir gelmez ilk iş olarak “Binali Yıldırım’dan başkası ile çalışmayız” diye belediyenin önünde tempo tutan ekibi derhal görevden uzaklaştırmalı. “Partizanlık yapmayacağız” demek, partizanlığın çok daha ötesinde kin dolu bir ayrımcılığa imza atanlara hoşgörüyle bakmak olamaz.

CHP hakkında söylenecek başka şeyler de var. Kılıçdaroğlu’nun halkın gözünden uzak sayılabilir bir yerlerde götürdüğü yüksek performans... Onu burada aktarmaya yer kalmadı, sabredin.   

Post Date: 27.06.2019
Share on