Hürriyet’te gerçekten acıdığım biri var. Köşeye sinmiş, fırsat kollayarak Atatürkçülüğe çamur sıçratmaya çalışan, üzücü bir karakter. Olaylara farklı açılardan bakan onca değerli yazar var aynı gazetede... Ama hepsi kendi işini yapar, kendi yazısı ve araştırmasıyla ilgilenir. Eleştirisini de mizahla veya mantıkla veya çelişkileri açığa çıkararak yapan insanlardır bunlar.
            Hürriyet’e yakışmadığına inandığım Hadi Uluengin ise, dar bakış açısıyla, vaktini sürekli olarak 2. Cumhuriyetçi çizgiyi korumaya ve laik Cumhuriyetçi yurtseverlere saldırmaya harcar. Çünkü misyonu bundan ibarettir. Bu çukura düşenlerin iflah oldukları ne yazık ki görülmemiştir. Çünkü nankörlük bir yaşam tarzı olunca, o kişiyi artık “peygamber” gelse kurtaramaz. Hele bir insanda kendisine üç kuruşluk eğitim şansı yaratmış Aydınlanma devrimine inkar başladıysa…
            Büyük pencereden etrafı süzerek algılayamamak büyük faturalar getirir. Mesela Uluengin 1994’ün 24 Aralığında erken uyanan Noel Baba gibi bir havalara bürünmek isteyip, 2. Cumhuriyetçi liboşların ilk partisi, gözlerinin nuru Yeni Demokrasi Hareketi’ni borazanla desteklemek için “Haydi Bastır YDH” başlıklı makaleler döşenmiştir. Sonra ne mi olmuştur? % 40 alacağı söylenen YDH, %0.4 alarak iki virgül hatası kadar bir yanılgıya neden olmuştur, malum sazan balığı çevrelerinde.
            Uluengin, o günlerde de bana hep saldırdı, daha sonra da... Geçen Perşembe yine aynı zavallılığıyla şahsıma ve Cumhuriyet gazetesine çemkirmiş.
            Bakın itiraf edeyim, bu düzeysizlik konusunda Uluengin’e çok az rakip çıktığını görmüşümdür Türkiye’de. Uluengin, bana aklı sıra gerçekleştirdiği her siyasi sataşmada, cehaletine aldırmadan sanatçılığıma da çamur sıçratmaya çalışır. O alay diye koyduğu satırları, bugün en ciddi müzelerin duvarlarında, (sergilerim dünyanın farklı ülkelerinde sürekli açılırken) en saygın ifadelerle yer aldığı zaman, Hadi’ye sıkıntıdan sivilce çıkartmak düşer. Zavallılığın derecesini ölçebiliyor musunuz? Fikir tartışmasında baş edemediği insana çamur atabilmek için, sanatını karalamaya çalışmak!
            Uluengin’in nesini düzeltsem ki? Aslında etik duruş, üslup ve aile terbiyesinden başlamak lazım, ama bunlar için çok geç. Kelime oyunları ile kimlik karartması yapmaya çalışan, zehir saçarken kendi kalçasını ısıran, daha önce hakkımda yazdığı mide bulandırıcı bir yazı nedeniyle basın konseyinden ihtar alan, ama yine de uslanmayan bir yazara ne denebilir ki?
            Çünkü ona, kare kafası ve betonlaşmış beynini aşıp mesela Portekiz’de 1970’lerdeki Karanfil Devrimi’nin niteliklerini, ya da 1960 Devrimi’nin getirdiği demokrat, insancıl ve özgürlükçü ortamı, ya da farklı algılama biçimleriyle 28 Şubat’ın ülkeyi nasıl bir uçurumdan geri çevirdiğini, hiç işine gelmeyen detayları aktarmamı isterseniz, yapabilirim. Ama hiçbir işe yaramaz!
            Sözde demokrasi aşığı olduğu söylemiyle kahramanca “militarizm ve darbelere karşı direnen” Hadi dostumuz, sivil faşizmin teokrasiyi getirebilmek için hangi dereden kaç kova su getirdiğini, hangi gazetecileri zindanlarda çürüttüğünü, hangi ihalelere hangi tosuncukları plase ettiğini görmez, göremez. Bulanık beyninin önüne oportünist bir çelik perde inmiştir çünkü. “Demokrasi mi? ‘Hadi’ ordan” derler adama!
            Ama ben gerçek demokrat olduğumdan, Hadi için “aman bırakın yazsın” derim. Derim ama bütün takım arkadaşları yandaş basına yamanmışken, Hürriyet’te Hadi, en iyi ihtimalle çorbada kıl gibi duruyor! Ve yıllardır yaymaya çalıştıkları “Militarist Ordu” palavrasını iki cümleyle yerle bir ettiğimde, elinden oyuncağı alınmış şımarık çocuklar gibi ağlıyor. Çünkü o anda tüm sermayesi uçup gidiveriyor!
           TSK bu Cumhuriyeti kurdu ve en demokrat sivil altyapıyla çok partili rejime devretti. Hiçbir zaman da yönetimi elinde bulundurmaya çalışmadı, tam tersine bundan hep ısrarla kaçındı.  Hadi, demokrasiye TSK’nın onda biri kadar düşkün olsaydı, hergün demokrasiyi yok etmeye çalışan güçlere karşı direnmeye de bir yudumcuk cesaret gösterirdi! Malum takım saf gençleri ve dünya kamuoyunu “Darbeci Ordu” masallarıyla oyalarken, ülke ortaçağ girdabına sürükleniyor. Hadi’ye gelince, bir yazarın bu kadar demode klişelerle bir ömür geçirebilmesi gerçekten düşündürücü!

Post Date: 28.07.2009
Share on