Her slam şampiyonluğu zordur… Belki Paris, bunların en zorudur… Bir maçın 4-5 saat sürmesi olağandır. Toprak yavaştır. Kaprislidir. Toplar 9 canlıdır, rakipler 7 beladır. Kabus da olabilir, cennet veya cehennem de… 

 

İLK FİNALİSTİN HİKAYESİ, TABLONUN ÜST TARAFI

Nadal büyük ümitlerle geldi yine Paris’e… Yolun sonuna yaklaştığını bildiği için artık aklında tek hedef vardı: Elindeki 14 Roland Garros zaferini 15’e tamamlamak! Bunu fazla açığa vurmasa da gece bununla yatıp kalktığından emin olabilirsiniz. Orada son 20 yılda her maçını seyrettim, %80’ini canlı olarak santrkortta… Sonuçta Nadal yüzünden Paris 2024 tartışmalı başladı! Fransız turnuva yönetimi, kendisini özel durumu nedeniyle en azından 32 seri başı arasına koyabilirlerdi. Sonuçta artık orada sonsuza dek heykeli duracak olan bir efsane! Ama koymadılar. Nadal … favorilerden 4 numaralı seri başı, “adamım” Zverev’e çıktı. Nadal sahaya gelirken aşırı duygusaldı. Adeta elini tuttuğu küçük top toplayıcı kızdan güç almaya çalışıyordu. Maç bir tenis festivali gibi geçti. İspanyol raket yine boğalar gibi savaştı. Yine sürrealist puanlar kazandı. Ama zaman hükmünü icra ettiğinden, zaten sakatlıklarla zayıflayan fizik gücü tabii ki eski dayanıklılığında değildi. 6-3, 7-6, 6-3 kazandı Zverev… Hem de sanki utanarak aldı bu galibiyeti… Nadal’ı Paris’te yenebilen 3. tenisçi oldu. İsveçli Soderling ve Djokovic’in Nadal’ı yendiği maçları santrkortta izlemiştim. Herkes o kadar üzgündü ki maçın sonunda… Maçlardan sonra normalde yalnız galip konuşma yapar ama burada mikrofon tabii ki Nadal’a da uzatıldı. Çok duygusal anlardı. “Son maçımdı” demedi, diyemedi… Ama sanki bunu kabul edip söylese daha iyi olacaktı…

Hemen bir de 1 numaralı seri başı Djokovic’in turnuada üzerine oturduğu yörüngeyi izleyelim. İlk iki turu set vermeden geçtikten sonra üçüncü turda 30 numaralı seri başı İtalyan Musetti ile müthiş bir maç yaptı. Setlerde 2-1 geriye düşen Djokovic, son iki seti 6-3, 6-0 kazanmayı başardı. İşin ilginç tarafı bir sonraki turda bu büyük performansı 23 numaralı seri başı, Arjantinli Cerundolo’ya karşı da aynen tekrarladı. 2-1 gerideyken yaşını başını hiç dinlemeden son iki seti 7-5, 6-3 kazanarak yoluna devam etti… Diyecektim ama diyemedim çünkü o yol orada bitmişti ve sakatlığı artık nükseden ve ayyuka çıkan şampiyon tenisçi, çeyrek finali oynamadan yarı final yerini Norveçli Ruud’a bıraktı. Nadal fatihi Zverev ise, çok ilginç bir şekilde aynı senaryoyu takip etti. İlk iki maçını kolay kazandı. Ancak üçüncü turda 26 numaralı seri başı, Hollandalı Griekspoor’u dördüncü turda ise 13 numaralı seri başı, Danimarkalı Rune’yi ancak beşer sette yenebildi.  Özellikle Hollandalı rakibine karşı son sette 4-1 mağlupken maçı son set tie-break’inde kazanması önemli bir başarıydı. Maçın o noktalarında eskiye oranla daha sakin ve topu oyunda tutmayı başaran olgun bir Zverev gördük. Çeyrek finalde Alman tenisçinin rakibi 11 numaralı seri başı, Avustralyalı Alex de Minaur’du. 4. turda Rus Medvedev’i nispeten kolay bir 4 setlik maçta yenen de Minaur, Zverev’e sanıldığı kadar direnemeyerek rakibinin yarı final yolunu açtı. Zverev’in yarı finaldeki rakibi Ruud ise, o noktaya resmen sayısız bir 5 setlik maçlar tarlasından canlı kalarak çıkıp gelebilmişti. Şöyle izah edeyim, Avustralyalı Kokkinakis, önce Avustralyalı yurttaşı Poyrin’i, ardından İtalyan Zeppieri’yi beşer sette yendikten sonra 12 numaralı seri başı Amerikalı Fritz’e yine 5 sette mağlup olarak elendi. Yalnız İspanyol Davidovich Fokina’ya karşı 5 setlik bir maçta zorlanan “dünyanın en sıkıcı tenisçisi” Ruud, normalde bence boy bile ölçüşememesi gereken Fritz’i 4 sette yendi. Çünkü tenisin o açılardan bir namusu yok. Oynadığı tenis göze güzel gelenler illa kazanmıyor ve bu ezelden beri böyle! Sonuçta Zverev turnuvanın başından beri gösterdiği içsel fırtınalarını aşmış, sakin ve oturmuş oyunu Ruud’a karşı da gösterdi. İlk seti kaybetmesine rağmen 4 kolay sette finale çıkmayı başardı. Ruud’un dehadan uzak güçlü standart oyunu, Zverev’in tenis zekasına karşı direnemedi. 

 

İKİNCİ FİNALİSTİN YOLU, TABLONUN ALT TARAFI

6 numaralı seri başı Rus Rublev, İtalyan Matteo Arnaldi’ye 3. turda 3 sette yenilerek elendi ve resmen çıldırdı, hırsını paramparça ettiği raketinden çıkardı. 2. turda Alman Altmaier’e karşı 3. seti kaybeden ve biraz zorlanan 9 numaralı seri başı, Yunan Tsitsipas, dördüncü turda Matteo Arnaldi’ye ilk seti kaybetse de fazla zorlanmadan kendini çeyrek finale attı. Onu çeyrek finalde bekleyen isim ise yalnız ikinci turda Hollandalı De Jong’a karşı tek set kaybeden İspanyolların harika çocuğu, Carlos Alcaraz’dı. 

İki numaralı seri başı Jannik Sinner ise çeyrek finale gelirken yalnız biz Türklerin yakından tanıdığı İstanbul’da birkaç sene önce Şampiyon olan Fransız tenisçi Corentin Moutet’ye (ATP 56) 4. turda tek bir set kaybetti. Onu çeyrek finalde bekleyen rakip ise son iki yılda tekrar eski günlerini hatırlatır sonuçlar alan komşu Bulgaristan’ın harika stilli tenisçisi Dimitrov’du (10 numaralı seri başı). Dimitrov, yalnız üçüncü turda Belçikalı Z. Bergs’e bir set kaybetmiş olsa da onun esas büyük maçı dördüncü turda sekiz numaralı seri başı Polonyalı Hurcacz’a karşıydı. Aslında Hurcacz, ondan önce akıl almaz şekilde birinci turda Japon Mochizuki’ye, ikinci turda Amerikalı Brandon Nakashima’ya, 5’er sette ancak galip gelebilmişti. Polonyalı tenisçi 3. tur maçında ise Kanadalı Shapovalov’ı yenerken 4. seti kaybetmesine rağmen oldukça rahattı.  Dimitrov-Hurcacz maçı keyifli ve doyurucuydu. Benim belki Federer kadar stilini beğendiğim Bulgar tenisçi, rakibini set kaybetmeden 3 sette yendi ama soğuk terler döktü. 1. ve 3. setler tie-break’e gitti. 

Alt tablonun ilk çeyrek finalinde Alcaraz daha önce beş kere yaptığı gibi Tsitsipas’ı nispeten kolay bir maçta yendi, yalnız 2. sette iş tie-break’e uzadı. Çok farklı stillerin oyununda, geri vuruşları daha sert, daha noktasal ve puan inşası %5 daha çok zeka içeren Alcaraz’a Tsitsipas biraz hafif kalıyor… Diğer yarı finalisti belli edecek maçta ise “günahkar” Sinner, Dimitrov’u çok benzer şekilde set kaybetmeden ve yalnız son sette işi tie-break’e uzatarak saf dışı bıraktı. Bu da dünyanın eski büyük tenisinin yeni büyük tenise olan zaafları ile ilişkiliydi. Sanki Dimitrov’un 1970’ler veya 80’lerden kalma nefaset taşıyan stili ile, iki elli backhand’in ve zıpkın servislerin yıldız ismi Sinner, bir zaman boyut atlamasıyla karşılaşan farklı dönemlerin isimleriydi. 

Soru şimdi Alcaraz ve Sinner’den hangisinin finale yürüyeceği idi… Bu maçtan önce aralarındaki oyunlarda dörder galibiyet vardı. Tabi saha toprak olunca İspanyol kanı ince çözümler için gereken yardımı yaptı! Sinner ilk iki set topunu ilk sette üst üste kaybetti. Fakat üçüncüde Alcaraz bir kısa topu kaçırdı ve ilk seti rakibine teslim etti. Alcaraz setlerde 2-1 mağlup duruma düşmesine rağmen 5 sette maçı koparmayı bildi. Sinner’in tesellisi ise Paris’ten sonra “dünya 1 numara”s koltuğuna kurulacak olmasıydı. Bu 5 setin hiçbirisinin uzamaması da maçın bir başka ilginç notuydu.

 

TOPRAK KORTTA SERVİSİNE TUTUNMAK KOLAY OLMUYOR…

Hem oyun stilini çok beğendiğim hem de sahaya yakıştığı için büyük finalde Zverev’i tutuyordum. Onun kariyeri konusunda yanıldım. Bana kalsa şimdiye kadar en az üç büyük kupa kazanmış olması lazımdı… Ayrıca iki yıl önce Nadal’a karşı yarı finalde oynarken ayak bileğini adeta parçalamış olması, onu tutmam için başka bir gerekçeydi. Sonuçta tek bildiğimiz şey, finalin sonunda yepyeni bir Roland Garros şampiyonunun çıkacağıydı.

Zverev üst üste iki çift hata ile başladı ve zaten ilk oyunu kaybetti. Buna karşın 2. oyunda rakibinin basit hatalarıyla eşitliği sağladı. 2-2’ye kadar geldikten sonra Alcaraz rakibinin servisini bir daha kırmayı başardı. Üzerine kendi servisini de kolaylıkla kazanarak 4-2’yi buldu. Setin sonuna kadar rakibinin gülle gibi gelen uzun geri toplarından rahatsız olan Zverev servisini bir kez daha kırdırdı ve set 6-3 ile Alcaraz’a gitti.

2. setin ilk oyunu çok çekişmeli geçti ve Alcaraz 40/0 ile başlamasına rağmen Zverev üç kere rakibinin servisini kırma topu elde etti ama şanslarını değerlendiremedi. 2-2’ye kadar, taraflar servislerini kazandılar fakat o noktada Zverev rakibinin güçlü vuruşlarını dengeleyerek servisi kırmayı başardı. Ondan sonraki servis oyununda harika bir paralel forehand vuruşla rakibinin oyunu kapamasını engelledi, ama ardından Zverev çılgın bir ters dekruaze vole ve ardından sert servislerle durumu 4-2’ye getirdi. Setin en önemli oyununda Alcaraz 40/15’ten kendi servisini kaybetti. Zverev’in nefis bir forehand winner’ı ve rakibinin bir çift hatası bu noktada etkili oldu. Zverev arkadan kendi servisini de alarak seti 6-2 kapadı, 1-1 eşitlik geldi. 

3. setin başında 3-2’ye kadar, taraflar kendi servislerini oldukça kolay kazandılar. O noktada rakibinin hatalarından faydalanan ayrıca çok güzel bir smaç vuran Alcaraz Zverev’in servisini kırmayı başardı ve durum 4-2 oldu. Her zamanki gibi en önemli oyun olan 7.’yi de, Alcaraz büyük sorunlar yaşamasına rağmen rakibinin üç servis kırma puanından faydalanmasından sonra kazanarak durumu 5-2 yaptı. O noktada herkes üçüncü seti Alcaraz’ın hanesine yazmışken, Alman tenisçi iki kere kendi servisini kazanıp rakibini de ilk fırsatta bir kere kırarak durumu önce eşitliğe taşıdı, ardından da rakibinin psikolojik düşmesinden de istifade ederek aynı hızla devam etti ve seti inanılmaz bir şekilde beş oyun üst üste kazanarak seti 7-5 kapadı. Aslında tüm bu setlerin ortak noktası, tenisçilerin toprakta diğer kortlara oranla servislerine tutunma zorluğuydu. Maç boyu servisler neredeyse sistematik şekilde kırıldı durdu… 

 

ZVEREV’İN BAŞARI AÇLIĞI, ALCARAZ’IN KARARLILIĞINA YETMEDİ

4. ve 5. seti beraber ele almak lazım. Setlerde 2-1 öne geçen Zverev, birden önemli sayıları kaybetmeye başladı. 4. setin en kritik oyununda Alcaraz 2-1 öndeyken İspanyol tenisçinin servisinde Zverev 0/40’ı bulduktan sonra üst üste yaptığı cömert hatalarla kayıp servisini geri kazanma şansını kaybetti. Setin geri kalan kısmında çeşitli şekillerde puan kaybeden bir Zverev vardı. Kah Alcaraz’ın inanılmaz müdafaa hamleleri, kah Zverev’in denediği absürt vuruşlar, kah kaçan inanılmaz kolay voleler, fileye gömülen sert forehandler vardı. Zverev 5. setin başlarında biraz hareketlenip maça asılıyor görünse de bundan sonra gerçekten büyük bir varlık gösteremeden neredeyse oyunları etkileyen her kritik puanı kaybetti. Yaptığı drop shotlar neredeyse rakibinin servis çizgisine düşüyordu! Aslında bu iki setin genelinde de Zverev maçtan uzaklaşmadı ama gidip gelen oyunlar ve kritik sayılar onu sevmedi; buna rağmen şampiyonluğu kovalamaktan da vazgeçmedi! Maçın ardından nazik bir şekilde kupasını ve tebrikleri kabul eden Alcaraz, ekibine seslenerek “sizlere takımım diyebilirim ama aslında siz ailemsiniz” derken, aynı zamanda Zverev’in bu seneki büyük performanslarını övdü, Alman tenisçi ise üzgün ve centilmen bir şekilde kendisini dinliyordu. Daha önce 2020 Amerika Açık finalinde Avusturyalı Dominic Thiem’e karşı ilk iki seti almasına rağmen yenilen Zverev, bunun dışında kaç büyük turnuanın da yarı finalinden dönmüştü. 2021 yılında olimpiyat şampiyonluğu onun için önemli bir teselli olsa da, kort kenarından Alcaraz’a biraz “uzanamadığı ciğere üzgün ve depresif şekilde bakan kedi” gibi göz atıyordu…

 

Halbuki bu finale gelene kadar 19 saat 27 dakika oynayarak, 1991’den beri tutulan zamanlar içinde rekor kırmıştı. Paris’ten hemen önce Roma toprak turnuvasında şampiyon olan Zverev ne umutlarla Paris’e gelmişti… Ne var ki Roland Garros Kupası, kendisinden 6 yaş genç olan 21 yaşındaki yıldız Alcaraz’ın eline şimdiden 2022 Amerika Açık ve 2023 Wimbledon’un ardından gelen 3. slam şampiyonluğu olarak geçiyordu. Böylece Alcaraz ilk üç büyük finalini kazanan yedi ünlü tenisçiden biri oldu artık. Ama sakın zannetmeyin ki, konu dünyada tenisinin liderliğiyse, Djoko tenisten çekilse bile Alcaraz’ın hayatı gül bahçesine dönecek! Ne de olsa dünyanın her yerinden fışkırıyor yeni dikenler…

Post Date: 15.06.2024
Category: Spor Yazıları
Share on