Wimbledon finaline bu sene sürpriz bir isim kaldı. Sydneyli Nick Kyrgios. Genellikle tenisle ilgili herkesi çok kızdıran olağandışı bir Avustralya fenomeni. Maçlarda devamlı yalnız rakiple, hakemle, seyirciyle değil, kendi kendisiyle de sürekli uğraşan bir kişilik. Bizim gibi eski toprakların gözünde kıyaslanabileceği yalnız iki isim var: Romen İlie Nastase ve Amerikalı John Mc Enroe. Onlar da “antika” kategorisine giriyorlar, çünkü 1970’lerden ve 80’lerden bahsediyorum size. Ama kaderin cilvesine bakın ki ünlü şovmen hırçın Mc Enroe bile, Kyrgios’un davranışlarını kabul edilemez olarak görüyor! Güler misiniz ağlar mısınız?   

Kyrgios, röportajlarında sürekli olarak basketbolu tenisten daha çok sevdiğini, dünya klasmanında yükselmek için yılda dokuz ay turnua oynamak istemediğini, ailesiyle ve arkadaşlarıyla sakin vakit geçirmeyi sevdiğini, aslında bu işi para kazanmak için bir meslek olarak görüp yaptığını anlatıyor. Halbuki 27 yaşındaki tenisçi ilk ortaya çıktığı andan itibaren büyük bir kabiliyet, tenis dehası ve dünya bir numaraya namzet isim olarak görülmüştü. Tarihe damga vuran, özellikle 1950’ler ve 60’ların Rod Laver, John Newcombe, Ken Rosewall, Lew Hoad, Neal Fraser gibi Avustralyalı süper şampiyon ekolünden sonra, 2000’lerin başının yıldızı Lleyton Hewitt’in ardından, onların meşalesini devralabilecek tek ciddi isim olarak görülüyordu. Ama kelimeye aldanmayın, çünkü Kyrgios, kesinlikle “ciddi” olamıyordu! Oluşturduğu karakterde, biraz Sülün Osman, biraz Don Kişot, biraz Arsen Lüpen, biraz Charlie Chaplin var sanki. Ama sonuç aynen Nastase gibi, bir dönem dünyanın tüm izleyicilerinin nefret etmeye veya en azından kızmaya bayıldıkları bir kimlik! O da bence buna pek üzülmüyor aslında, hatta bu durumdan keyif alıyor.

Karşısında ise, büyük üçlünün dev ismi Novak Djokovic! Büyük bir açlıkla 21. slam zaferine ulaşmak için çıkıyor sahaya. Bizim Nick ise Nadal’ın sakatlanmasıyla birden kendini bulduğu bu en büyük turnuvanın finalinden kupayı sarıp sarmalıyıp kaçırmaya çalışacak. Ama hakkını yemeyelim hükmen kazandığı o maç dışında altı galibiyeti var ve bunlardan bir tanesi dünya dört numarası Yunan Tsitsipas’a karşı üçüncü turda 4 sette kazanıldı. Halbuki büyük sürprizle finale kadar gelen Avustralyalı sporcu daha ilk turda Wimbledon’un hediye ettiği WildCard’la sahaya çıkan genç İngiliz Paul Jubb’a karşı ilk turda 5 sette zar zor kazandığı maçta Londra’ya veda edebilirdi. Ya da 4. turda oynadığı Japon asıllı Amerikalı Nakashima’yı 5 sette saf dışı bıraktığı maçta postu deldirebilirdi. Djokovic ise çeyrek finale gelene kadar, ilk ve 4. turlarda set kaybetmesine rağmen esas çeyrek finalde, o kendine has mucizeyi tekrar yaratıp İtalya’nın parlayan genç yıldızı Sinner’e karşı ilk iki seti kaybettikten sonra 5 sette kazanmayı başardı.

Ben mi? Ben tabii ki “underdog” denilen, yani favori olmayan haşarı Kyrgios’u destekleyecektim. Zaten hayatımızın özeti değil miydi bu mücadele stili? Hem sanatta, hem siyasette, hem teniste…

İlk dört oyun 2-2 beraberlik getirdi. Kyrgios, bu iki oyunda aynen kendisinden beklendiği gibi harika sert servisler döşendi. Beşinci oyunda Djoko, Kyrgios‘un güzel bir kısa topu ve kendi çift hatası ile servisini kaybetti. Hemen ardından Avustralyalı dev adam yine harika servisler ve birkaç vole ile skoru 4-2’ye getirdi ve aynı şekilde karşılıklı servisler kazanılarak 5-4’e kadar gelindi. O noktada birkaç puanı servisinde ilk defa kaybetmesine karşın Kyrgios 3 ace daha atarak ilk seti lehine kapamayı bildi.

Setin genel akışına baktığımızda onun muhteşem servisleri ile oyuna hakim olduğunu, Djokovic’in ise o ünlü servis karşılamalarını devreye sokamadığını görüyorduk. Ayrıca Nick, kendisine kızan seyircilerin bile beklediği gibi alttan servis de attı, loplara yetişip bacak arası harika vuruşlar da yaptı, kendisinden emin bir görüntü çizmeye çalıştı. Yoksa büyük sürpriz gerçekten yaşama geçebilecek miydi?

İkinci sette Djokovic 2-1 ileride iken Kyrgios o muhteşem servisini ilk defa kırdırdı. Arkasından biraz zorlanmasına rağmen Sırp tenisçi servisini korudu ve 4-1 öne geçti; derken, 5-3 ilerideyken, birden maç Avustralyalı sürpriz finaliste göz kırptı. Djoko kendi servisinde 0-40 geriye düştü ama sonuçta 4 servis kırılma topunu kurtardıktan sonra çok güzel bir servisle ikinci seti kapayarak maça dengeyi getirmeyi başardı. Maçtan sonra Nick’in gece kabuslar görmesine neden olacak puanlardı bu son oyunda yaşananlar. Bu sete baktığımızda gördüğümüz ana veri, Kyrgios’un servisinin başarı yüzdesinin düştüğü ve tersine Djoko’nun aynı vuruş için başarı yüzdesinin çok arttığıydı…

Sırp şampiyon yalnız skora değil oyunun akışına fazlasıyla denge getirmişti, şöyle ki mesela 3. setin akışında herkes servisini kazanarak skor 4-4’e taşınsa bile, sanki artık maçın kontrolü tamamen Novak’a geçmişti. Artık Kyrgios kendi oyununda, sıfıra karşı 3-4 büyük servisle bitiremiyordu ve şampiyonun o çok iyi bildiğimiz returları  oyuna giderek daha iyi giriyordu. Ve top oyunda kaldıkça puanlar kendisine gitmeye başladı. Özellikle sert forehandlerle Djokovic rakibini gelgitler üstünden güzel açıları üst üste elde ederek sarsmaya başladı. Sonra Nick’in geceleyin kabusuna dönüşecek o diğer oyuna geldi sıra. 4-4 beraberlikte Kyrgios servisinde 40-0 ilerideyken, 3. sete hükmetme şansını canlı tuttuğuna inanıyordu. Ama Djoko kalitesi o kritik anda tekrar aniden devreye girdi. Önce şık bir forehand, ardından fileye gelen rakibinin ayağının dibine düşen bir ince top ve yine nefis bir başka forehand ile o büyük avantaj, Nick’in avuçlarından kaydı gitti. Bunu bir de çift hata takip edince Kyrgios servisini kaybetti. Üstelik bu oyunda ve sonrasında sözde molaya giderken, Avustralyalı çılgın adam hem kendisiyle hem hakemle hem de kendi locasıyla adeta savaş haline geçmişti! Bir sonraki oyunda servisini kazanıp, bu seti de cebine atan Novak bundan daha iyi ne dileyebilirdi ki?

Bir noktayı itiraf etmem lazım 4. set başladığında Kyrgios’un kendini sakinleştirip bu kadar direnmeye devam etmesini beklemiyordum. Halbuki Avustralyalı ilginç kişilik hem sinirlerini biraz kontrol altına almayı başardı hemde tekrar maçın başındaki makine intizamındaki servis bombalarını sepetinden çıkarıp karşı tarafa acımasızca yollamaya başladı. Arada Djoko onun servislerinde beraberliğe ulaşsa bile, üst üste iki ace o oyunun fişini çekiyordu. Belki toplar biraz daha az gidip gelmeye başladı. 6-5 Kyrgios ilerideyken Novak’ın servisinde skor 30-30’a kadar geldi. Ama bir kere olsun set topuna ulaşamadı Kyrgios. Böylece sıra Rus ruletinden ibaret bir görüntü çizen Tie-break oyununa geldi, aynen futbolun beşer penaltısına benzer şekilde. Kyrgios kendi ayağına sıkarak çifte hata ile başladıktan sonra, bunun devamını üst üste yaptığı basit hatalarla getirdi ve skor birden 6-1’e taşındı. Güzel bir forehand ve ace ile Nick iki maç topu çevirse de, beklenen şekilde Djoko maçı bitirmeyi başardı. Sırp şampiyon böylece üst üste dört tanesi üst üste olmak üzere 7. Wimbledon Kupası’na ve 21. Slam şampiyonluğuna ulaşıverdi…

Kupa töreninde, Kyrgios eline verilen ve tepsiye benzeyen ikincilik şiltini, Amerikalı bir ergenin frisbee’yi kavradığı gibi tutuyordu. Fakat maç esnasında yaşanan tüm gerginlikler bir anda yok olmuştu ve herkesin gıcık olduğu Djokovic, her zamanki gibi bu törende de dünyanın en centilmen en sempatik en dostane insanına dönüşüvermişti. Daha önce aralarında ciddi sürtüşmeler yaşanmış olan iki tenisçi bu yıl Avustralya’da Djokovic’e oynama hakkı vermeyen Avustralya Tenis Federasyonu’nu eleştiren Kyrgios‘un tavrı sayesinde düzelme yoluna zaten girmişti. Dün ise kahkahalar arasında beraber yemeğe çıkma kararlarını dosta düşmana açıkladılar! Kyrgios her zaman olduğu gibi yine dinlenme ihtiyacından dem vurup, tenisçilerden duymaya alışık olduğumuz hırslı hedefler sendromuna olan uzaklığını ortaya koyuyordu. Halbuki Novak belli etmese de, onun kafasından da kariyerini noktaladığında 25 Slam şampiyonluğuna ulaşıp ulaşamayacağının geçtiğine bahse girebilirim!

Post Date: 11.07.2022
Category: Spor Yazıları
Share on