“…Fakat İstanbul’un Avrupa koruması altında bir serbest bölge olarak yaşamını sürdürmesine karşı, bu oyunu bozan tepki “Asya Minör”den gelmiş. Milliyetçi direniş Anadolu’yu kontrol edip, ardından İstanbul’u geri almayı başarmış. Şehir kurtulmuş, evet ama artık Mustafa Kemal Paşa ve milliyetçi güçleri tarafından kurulan yeni rejimin kurallarına boyun eğmek durumunda kalmış.

Sinirden içim içimi yiyor! Bu makaleyi okumadan önce tansiyonunuzu kontrol edin! Bu skandalı medyamız neden bugüne kadar ortaya çıkaramadı, onu bilemem…

Üç yıldır hazırlanan “Fransa’da Türkiye Yılı”nın en görkemli sergisini, geçen hafta Paris’te Grand Palais’de gezdim. “Bizans’tan İstanbul’a” başlığı taşıyan bu sergi büyük emeklerle gerçekleştirilmiş bir çıkış… Ama bugün konumuz bölük pörçük bazı etkinlikler dışında Türk Çağdaş Sanatı'nın hiçbir ciddi toplu biçimde bu koca takvimde gösterilmeyişi değil. Ne yazık ki çok daha vahim ve yüz kızartıcı bir durum var: İstanbul’un üzerine oturduğu toprakları, evrenin izlerinin kayda başladığı ilk dönemlerden bugünlere taşıyan bu kuşbakışı tarihi gezi, ne yazık ki bünyesinde günümüz siyasi gerilimlerinin her türlü ilkelliğini taşıyor.

Sergiyi gezenler, önce bekledikleri gibi onbinlerce yıla yayılan bir süreç üzerinden, insanlık tarihine yön vermiş, üst üste üç imparatorluğa ev sahipliği yapmış, kader belirleyici roller üstlenmiş büyük bir dünya kenti ve çevresinden gelen binlerce izi değerlendirme fırsatı buluyor. Kimdi bu heykellere, mücevherlere hayat verenler ya da bu batık gemilerde ölüp giden tayfalar? Bunlar ve diğer benzer felsefi konuları düşünerek sergiyi dolaşanlar, ardından şehri Fatih 1453’de aldıktan sonra da yaşanan her şeyi görme şansının ardından, sıra kapanışta “Cumhuriyet Dönemi”ne geliyor!

Bakın sergide ve katalogda, bu dönemin İstanbul’u hakkında, hem de imzasız olarak (diğer tüm metinler imzalı!) neler yazılması uygun (!) görülmüş: “…Fakat İstanbul’un Avrupa koruması altında bir serbest bölge olarak yaşamını sürdürmesine karşı, bu oyunu bozan tepki “Asya Minör”den gelmiş. Milliyetçi direniş Anadolu’yu kontrol edip, ardından İstanbul’u geri almayı başarmış. Şehir kurtulmuş, evet ama artık Mustafa Kemal Paşa ve milliyetçi güçleri tarafından kurulan yeni rejimin kurallarına boyun eğmek durumunda kalmış. Başkent Ankara’ya taşınmış ve İstanbul fiili olarak, siyasi ve ekonomik olarak marjinalize edilmiş. Şehir, bunun zararlarını ciddi olarak görmüş. Hızla boşalmış, özellikle gayri-Müslümler onu terk etmiş. 1950’lere kadar İstanbul ancak devletin yeni önceliklerinin dışında yaşayarak bitkisel hayatta(“vegete” kullanılıyor) varlığını sürdürebilmiş ve hatta arada geçmişe sempatiyle bakması üzerine şüpheler oluşmuş. Ama savaş sonrasının ekonomik patlamasıyla kent yeniden güçlenerek kendine gelmiş”. Ah, bu Atatürk yok mu! Anlayacağınız güzelim kenti neredeyse rehin alıp hayalet şehir yapmış, apoletlerini sökmüş de, Allah’tan 50’lerde (Menderes sağolsun), yeni dönem hükümeti ona iade-i-itibar getirmiş!

Sevgili Atatürk! Devletinin yetiştirdiği hangi “aydın” acaba, batıya sunduğumuz bu dev pakette seni ve dönemini bu zavallı ifadelerle ezmeye kalkışmış?  Normalde hepsi “değerli” onca imza var bu projede! Nazan Ölçer, Edhem Eldem, Reyhan Alp, Yavuz Parlar, İKSV… Yoo! Hiçbiri yapmış olamaz değil mi bu nankör kabalıkları?

Herhalde cahil bir Fransız yazdı da, herkesin birden gözünden kaçıverdi! Anadolu direnmiş, “şehir kurtulmuş” (!), ama kim neyi nasıl kurtarmış, orası sır!

Bu saygı özürlü satırlar dışında koskoca sergide tek bir Atatürk görüntüsü var: O da çıkışta dia sunumda yüzlerce görüntü arasına sıkışmış, bulanık ve kim olduğu belli olmayan bir Atatürk portresi! Ne efsanevi “Geldikleri Gibi Giderler” vecizesi, ne Cumhuriyet’in dünya tarihinin gördüğü en büyük kültürel devrimlerinden birini 15 yıla sığdırarak gerçekleştirmesi, ne getirilen kadın hakları ve kadın-erkek eşitliği, ne çağdaş yaşam tarzları, ne laik rejim ve eğitimin getirileri, ne demokrasinin tüm altyapısı; hiçbirşey yok Cumhuriyet dönemi hakkında. Olsa olsa seçilmiş kareler arasında özellikle “çoğalan” türbanlılar…

Yoksa Paris’te, aynen Cumhurbaşkanlığı forsuna saldırıda olduğu gibi bir ”Hayrünnisa Hanım ayarı” mı yapılmış? Sergiyi gezen Gül’ün, kendisini mutlu bir şekilde eski partisinin arka bahçesinde hissetmesini sağlamışlar!

Helal olsun! İşte yalaka bürokratlık diye buna derim. İşte birinci sınıf oportünizm ve yağcılık budur! Bundan sonra görev parlamentoda… Umarım bu rezaletin tüm boyutları ele alınır. Bana bir açıklama yapacak yiğit bir “sorumlu” çıkarsa, onu da bu sütunda kullanırım..

Post Date: 22.12.2009
Share on